Mescid-i Aksa, inşaasına Hz. Davud (as) zamanında başlanmış ve Hz. Süleyman (as) zamanında tamamlanmış kutsal bir mekândır; Hz. Peygamber (as)‘in İsra ve Mirac olayının gerçekleştiği yerdir. Allah’u Teâlâ’nın ve O’nun elçisi Hz. Muhammed (as)’ın övgüsüne mazhar olmuş bir Mescid’dir.
Nitekim Kuran-ı Kerim’de İsra Suresi’nin hemen ilk ayetinde “Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah yücedir. Gerçekten O, işiten görendir.” (İsra, 17/1) buyurularak
Mescid-i Aksa’nın kudsiyetine değinilmektedir. Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesidir ve Harem mescidlerinin de üçüncüsüdür. Peygamber (as) bir hadis-i şeriflerinde “Yolculuk ancak şu üç mescidden birisine yapılır: Mescid-i Nebeviye, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya” buyurmuştur. Burada kastedilen yolculuk ise, ibadet kastıyla yapılan yolculuktur. Yeryüzünde var olan en eski mescidlerdendir. Nitekim Ebu Zer (r.a)’den gelen bir rivayette, “Peygamber Efendimiz (as), yeryüzünde kurulmuş ilk mescidin Mescid-i Haram, ikincisinin ise Mescid-i Aksa olduğunu buyurduğunu” bize bildirmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de, İsra Suresi’nde (ayet:1) Mescid-i Aksa’nın ismi açıkça belirtilirken bazı ayetlerde ise isim zikredilmeden Mescid-i Aksa’dan bahsedilmektedir. (Meryem, 18,11; Al-i İmran, 3/37, 39)
Peygamber Efendimiz (as)’in ‘Yolculuk üç mescidden birisine yapılır’ hadisinden başka hadislerinde de, Mescid-i Aksa’nın fazilet ve ehemmiyetine değinilmektedir. Nitekim İbni Mace'den gelen bir rivayette Resûlullah (as) şöyle buyurmaktadır: 'Orası mahşer yeridir. Oraya gidip içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınan bir namaz başka yerde kılınan bin namaz gibidir. Oraya zeytinyağını hediye edersen, aydınlatılmasında kullanılır. Kim bunu yaparsa oraya varmış gibi olur.' (İbni Mace, İkametüssala, 196) Yine bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (as); “Oraya (Mescid-i Aksa’ya) gidin ve içinde namaz kılın” buyurmuştur.
Bu hadisin ravisi: “O zaman burası Daru’l-Harb’di (yani Müslüman olmayanların hâkimiyeti altındaydı).” Resulullah (as) sözlerine daha sonra şöyle devam etti: “Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerine yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin” buyurmuştur. (Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, 14) Burada zeytinyağının bir sembol olduğu söylenmiştir. Bununla kastedilmek istenen ise, buraya tevhid bayrağının dikilmesi suretiyle o mekânın gerçek kimliğine kavuşturulmasıdır. Yeryüzünün en faziletli mekânları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa’dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bize bildirilmiştir.
SİYONİST TERÖR DEVLETİ MESCİD-İ AKSA’YI YIKMAK İSTİYOR!..
Allah’u Teâlâ’nın ve O’nun elçisi Hz. Muhammed (as)’ın övgüsüne mazhar olan mübarek mekân Mescid-i Aksa, 42 yıldan beri Siyonist terör devletinin işgali altında bulunmaktadır. Bu işgal, sadece Filistinli Müslümanların değil bütün dünya Müslümanlarının yüreğini yakan bir kor gibi acı vermektedir. 6 Haziran 1967’de işbirlikçi Arap ve Arap olmayan bölge rejimlerinin ihaneti ve Batılı emperyal devletlerin destek ve yardımı neticesinde, Siyonist işgalciler tarafından Kudüs’ün tamamı işgal edilerek, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa da mahzun ve tutsak hale getirilmiştir. Şair’in dediği gibi, Mescid-i Aksa, 42 yıldan beri bir çocuk gibi ağlamaktadır. Elbette sadece mahzun ve tutsak olan Mescid-i Aksa değildir; Mescid-i Aksa ile birlikte Kubbetu’s-Sahra’nın da içinde bulunduğu Harem-i Şerif, Kutsal belde, Peygamberler şehri Kudüs, Filistin ve hatta bütünüyle bir İslam dünyası tutsak ve mahzun bir haldedir. Eğer İslam dünyası böyle tutsak olmasaydı, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa bunca yıldır Siyonist katiller güruhunun elinde tutsak ve mahzun kalabilir miydi? Ne yazık ki, 19 yüzyılın sonlarından itibaren İslam dünyasına yönelik başlayan istila ve işgal, bütünüyle İslam ümmetini de tutsak ve mahzun hale getirmiştir. İlk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu, Filistin’in, Filistin’in kurtuluşu İslam dünyasının, İslam dünyasının kurtuluşu ise Ümmetin yeniden kıyamı ile yeniden dirilişi ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla ümmet kurtulmadan, Mescid-i Aksa’nın da, Mescid-i Haram’ın da ve Mescid-i Nebevi’nin de kurtulması mümkün değildir.
Siyonistler, yüzyıllardır batıl ve çağdışı inançları nedeniyle, Mescid-i Aksa’nın Süleyman heykelinin, diğer adıyla Siyon mabedinin bulunduğu yere yapılmış olduğunu iddia etmektedirler. Bu nedenle de Mescid-i Aksa’yı yıkarak onun yerine daha önce var olduğunu iddia ettikleri Süleyman heykeli dikmek istemektedirler. Bu amaçla da, Mescid-i Aksa’yı yıkmak için de, insanlık dışı her türlü hile ve tuzağa başvurmaktadırlar. Nitekim bu amaca yönelik ilk denemelerini 21 Ağustos 1969 tarihinde Denis Ruhan adlı fanatik bir Siyonist’in, Mescid-i Aksa’yı yakma girişiminde bulunmasıyla gerçekleştirmişlerdir. Ne yazık ki bu olayda, Mescid-i Aksa büyük zarar görmüştür; nitekim Mescid’in tarihi minberi tamamen yanarak yok olmuştur. Daha sonraki yıllarda da, Siyonist terör devletinin teşvik ve yardımıyla bu tür bireysel sabotaj ve saldırılar artarak devam etmiştir. Bu saldırı ve sabotajların en kanlılarından birisi ise 8 Ekim 1990 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Eli kanlı Siyonistler tarafından bu saldırıda 30 Müslüman şehid edilmiş, 800 Müslüman ise yaralanmıştır. Kudüs katliamı olarak tarihe geçen bu saldırı, ırkçı Siyonist İsrail yönetiminin eli kanlı fanatik Siyonist militanları kışkırtması ile gerçekleştirilmiştir.
Mescid-i Aksa’yı yıkmak için yapılan bireysel saldırıların yanında, işgalin ilk günlerinden itibaren Siyonist işgalci devlet de bu yıkım faaliyetini sürdürmüştür. Siyonist terör devleti tarafından devam ettirilen bu yıkım girişimlerinin en ciddi olanı Mescid-i Aksa’nın altında tünel kazma faaliyetleridir. Bu tünel faaliyetleri Mescid-i Aksa ile Kubbetu’s-Sahra’nın da içinde bulunduğu Harem-i Şerif bölgesinin tam altında gerçekleştirilmektedir. İşgalci Siyonist devlet, kazılan tünelin amacının farklı olduğunu söylese de, tünel kazımadan asıl amaç, Mescid-i Aksa’nın altında çukurlar şeklinde boşluklar oluşturmak ve ilerleyen yıllarda bu mukaddes mabedin kendiliğinden çökmesini sağlamaktır. Ne yazık ki, Siyonist terör devletinin, diğer dinlerce de kutsal sayılan bu mekâna yönelik gerçekleştirdiği bu vahşice eylemine, kimi bölge ülkelerinden ve uluslar arası bazı kuruluşlardan çok cılız tepkiler gelmiştir. Bu cılız tepkileri hiç de kaale almayan Siyonist devlet, hiçbir kural tanımadan Mescid-i Aksa’yı yıkma faaliyetlerini pervasızca bugün dahi devam ettirmektedir.
Mescid-i Aksa’ya ilk yakma girişiminden bu yana tam 40 yıl geçmiştir. Bu 40 yıllık süre içerisinde de gözü dönmüş Siyonist katiller, çeşitli tarihlerde Mescid-i Aksa’ya yönelik yakma, bombalama ve dinamitleme faaliyetlerini her fırsatta devam ettirmişlerdir. Ve halen de Mescid-i Aksa'ya yönelik Siyonist tehdit ve tehlike devam etmektedir. Eğer Müslümanlar sorumluluklarının gereğini yerine getirmezlerse bu tehdit, Siyonistlerin batıl itikatlarınca kutsal sayılan Siyon mabedinin ya da Süleyman heykelinin Mescid-i Aksa’nın yerine dikilinceye kadar devam edecektir. Dolayısıyla Siyonist işgalcilerin, Mescid-i Aksa’yı yıkma girişimlerinden vazgeçmeleri mümkün değildir. Irkçı Siyonistlerin Mescid-i Aksa’yı yıkma amacının yanında başka amaçları vardır; bu amaçlardan –belki de- en önemlisi, dünya Müslümanlarının Kudüs'le olan gönül bağını devam ettiren bu kutsal mabedi ortadan kaldırmaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için Siyon mabedi ve Süleyman heykeli efsanesinden de yararlanılmaya çalışmaktadırlar. Bilindiği üzere Filistin davasına İslâm ümmeti nezdinde kudsiyet kazandıran en önemli unsur, o toprakların bağrında barındırdığı kutsal Mescid-i Aksa'dır. İşgalci Siyonist güçler bu kutsal mabedin ortadan kaldırılması durumunda Müslümanların bu davaya öncelik vermelerinin en önemli sebebinin ortadan kaldırılmış olacağını umuyorlar.
MESCİD-İ AKSA VE SORUMLULUKLARIMIZ!..
Kudüs, Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s-Sahra, Müslümanlarca kutsal kabul edilen mekânlardır. Mescid-i aksa, Müslümanlar için yeryüzünde inşa edilen ikinci mescittir. Bu Mescid, Hz. İbrahim (as) tarafından yeryüzünde inşa edilen Mescid-i Haram’dan 40 sene sonra inşa edilmiştir. Mescid-i Aksa, Müslümanların namazlarını yönelerek kıldıkları iki kıbleden ilkidir. Müslümanlar, Hicretin 16-17’nci ayına kadar Mescid-i Aksa’ya yönelerek namazlarını kılmışlardır. Dolayısıyla bu mekânlar, bütün Müslümanlar tarafından sahiplenilmesi ve korunması gereken mekânlardır. Ayrıca hem Kur’an-ı Kerim’de ve hem de Hz. Peygamber Efendimizin hadislerinde, bu Mescid’in kudsiyetine değinilmiştir. Ancak ne yazık ki, bu kadar kutsal olan bu mekânlar, bugün, çağdaş emperyal Haçlı güçlerince desteklenen eli kanlı Siyonist katiller tarafından işgal edilmiştir. Ne yazık ki, bu işgal, dünyada bir buçuk milyar civarında olduğu iddia edilen Müslüman nüfusa rağmen 60 seneden bu yana devam etmektedir. Oysa bu mekânların kutsallığı, her Müslüman’a bu işgali kaldırmak için, hiçbir Müslüman’ın ‘bana ne’ diyemeyeceği bir sorumluluk yüklemektedir. Çünkü bu sorumluluk, sadece Filistinli ya da herhangi bir bölgedeki Müslümanların yüklenebileceği bir sorumluluk değildir. Kudüs işgal altında kaldığı ve Mescid-i Aksa’nın mahzuniyeti devam ettiği müddetçe Müslümanlar, bu sorumluluktan asla kurtulamazlar.
Mescid-i Aksa davası, sadece Filistinli Müslümanlara emanet edilmemiştir. Bu Mescid, Allah Rasulü’nden, Hz. Ömer’den ve Selahaddin-i Eyyubi’den bütün Müslümanlara bir emanet olarak bırakılmıştır. Bu emanete sahip çıkmak ve onu korumak, Filistinli Müslümanların olduğu kadar, diğer coğrafyalarda yaşayan Müslümanların da görevidir. Dolayısıyla Müslümanlar bir ümmet bilinciyle, Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmaları ve Siyonistlerin bu kutsal mekânları daha fazla kirletmelerine müsaade etmemeleri gerekmektedir. Ancak üzülerek belirtelim ki, kimi çevrelerce, Filistin meselesi ve Kudüs olayı, bunca katliama ve yerinden yurdundan tehcire zorlanan milyonlarca Filistinli Müslümana rağmen hâlâ bir Arap-İsrail meselesi olarak görülmektedir. Oysa Kudüs ya da Mescid-i Aksa meselesi, İslam ümmetinin en önemli ve en yakıcı meselesidir. Çünkü bu kutsal beldede bütün Müslümanların ortak mukaddes değerleri çiğnenmektedir; orada Müslümanların ilk kıbleleri ve haram mescidlerinin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa'ları, Kudüs’leri ırkçı Siyonistler tarafından kirletilmektedir. Müslüman’ım diyen bir insan, buna bigâne kalabilir mi? Ben Müslüman’ım diyen bir insan, bu beldenin kudsiyeti bilinirken Kudüs meselesi sadece Filistinlilerin meselesidir, beni ilgilendirmez deme hakkını kendisinde görebilir mi? Bir Müslüman, İslam ümmetinin ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’nın, Siyonist işgalciler tarafından kirletilmesi karşısında duyarsız kalabilir mi? Elbette kalamaz, kalmamalıdır!. Çünkü mübarek Mescid-i Aksa’yı işgalden kurtarma davası sadece Filistinlilerin davası değil; bütün ümmetin davasıdır. Çünkü Kudüs, Mescid-i Aksa, İslam ümmetinin onurudur. Dolayısıyla Mescid-i Aksa’ya yapılan her saldırı, aynı zamanda ümmetin de onuruna yapılmış bir saldırıdır. Bugün çiğnenen, kirletilen, sadece Filistin’in değil, aynı zamanda ümmetin de onurudur. Bu ümmetin üzerine düşen en önemli görev ise, bir an önce kendi onurunu kurtarmasıdır.
Kur’an-ı Kerim de, Hadis-i Şerifler de Kudüs’ümüzü, Mescid-i Aksa’mızı kurtarmak, en az Filistinli Müslümanlar kadar biz Müslümanların da sorumlu olduğunu göstermektir. Çünkü;
1- Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Filistin toprakları, İslam’ın kutsal topraklarıdır. Allah’u Teâlâ, İsra Suresi’nin birinci ayetinde “etrafı bereketli kılınmış” buyurularak, bu beldenin kutsallığına işaret etmektedir. Çünkü “etrafı bereketli kılınmış” yerlerden kasıt, başta Kudüs olmak üzere bütünüyle Filistin topraklarıdır.
2- Filistin toprakları, Hz Muhammed (as)’in İsra ve Mirac olayının gerçekleştiği mübarek topraklardır. Bu, yani İsra ve Mirac olayı, aynı zamanda Filistin topraklarına kutsiyet kazandırmış ve ayrıca diğer iki kutsal mekân Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa arasında da bir bağlantı kurmuştur.
3- Filistin toprakları peygamberler diyarıdır. Çünkü bu topraklar, birçok Peygamberin ya uğradığı ya da belirli bir süre ikamet ettiği topraklardır. Bütün peygamberler ise Allah’a ibadet etmek ve tağuttan kaçınmak, yani tevhidi yeryüzüne egemen kılmak üzere gönderilmişlerdir. Dolayısıyla tevhidin şekillendirdiği bu toprakların gerçek varisleri de, bugün tevhid çizgisini devam ettiren Müslümanlar olmalıdır.
4- Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerinin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa, Allah’ın ve Resulünün övgüsüne mazhar olmuş mübarek mekânlardır. Mescid-i Aksa, ibadet kastıyla ziyaret edilebilecek üç kutsal mekândan birisidir. Bu kutsal mekânların işgal altında tutsak ve mahzun kalmasına hiçbir Müslüman duyarsız kalamaz.
5- Filistin toprakları Raşid Halife’lerden ikincisi olan Hz. Ömer (ra)’in kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslüman nesillere bir emanetidir. Emanetlerin ise sahiplenilmesi ve korunması gerekir. Nitekim Yüce Allah, bir ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine hıyanet etmeyin ve bile bile size emanet edilen şeylere hıyanet etmeyin.” (Enfal, 8/27)
6- Kudüs ya da Mescid-i Aksa davası, sadece bir avuç toprak ya da hükümranlık/egemenlik meselesi değildir. Bu dava, bir inanç, bir akide davasıdır.
Bu ve benzeri başka nedenler, Mescid-i Aksa ya da Kudüs’ün ırkçı Siyonist işgalden kurtarılmasında bizim de en az Filistinli Müslümanlar kadar sorumlu olduğumuzu göstermektedir. Bu sorumluluk, savsaklanabilecek ya da ertelenebilecek bir sorumluluk değildir. Bu, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şerifinde, bir İslam beldesi işgal edilirse, o beldedeki işgali kaldırmak için cihad etmek, her Müslüman’ın üzerine farz-ı ayın olduğunu buyurmaktadır. Bu Hadis-i Şerif de göstermektedir ki, her Müslüman’ın, işgal altında bulunan ve özellikle de Mescid-i Aksa ya da Kudüs’ün işgalden kurtarılması için mücadele etmesi, tıpkı namaz gibi üzerine farz ayn bir görevdir. Ve bu mücadelenin İslam ümmetinin bağrına saplanan Siyonist işgal sökülüp atılıncaya ve Mescid-i Aksa’mız ve Kudüs’ümüz kurtuluncaya kadar da devam etmesi gerekmektedir. Bilinmelidir ki, işgal altında bulunan her İslam toprağının kurtarılması için verilecek mücadele de kutsaldır ve mübarektir.
Yazımızı, Büyük İslam Kumandanı Selahaddin-i Eyyubi’nin, Kudüs’ün Haçlı işgalinde bulunduğundan dolayı duyduğu üzüntüyü bir soru üzerine verdiği tarihi cevapla bitirelim. Büyük komutan cevabında şöyle diyordu; "Kudüs ve Beytü'l-Makdis, Mescid-i Aksa, Haçlıların işgali altında bulunduğu müddetçe ben nasıl olur da gülebilirim, nasıl olur da sevinebilirim ve istediğim gibi nasıl olur da yemek yiyebilirim? Hele hele, gözüme uyku nasıl girebilir?"
İşte Allah’u Teala, Peygamberler şehri, Hz. Ömer (ra)’in emaneti olan Kudüs’ü Haçlı işgalinden kurtarmayı böyle bir komutana nasip etmişti. Siyonist işgal altında bulunan Kudüs, bugün de, kurtarılmak için, İslami duyarlılığa sahip böyle bir komutan beklemektedir. Bu topraklar geçmişte nasıl böyle büyük komutanlar çıkarmışsa, bugün de, yarın da benzeri komutanlar elbette ki çıkaracaktır. Yeter ki, biz isteyelim ve buna layık olalım!
ALİ KAÇAR