Her kavramın kullanım alanı ve kullanım şekli vardır. TDK sözlüğüne göre kargaşa; Kışkırtma ve karışıklık yoluyla toplumda ortaya çıkan düzen bozukluğu, anarşi. Kalabalık, düzensizliğin yol açtığı karışıklık, kaos... Lisan ile dilin aynı anlamda...
Sizler bu satırları okurken muhtemelen yanı başınızdaki Halep’te bir bebek daha katlediliyor olacak. Yüzü gözü kanlar içinde bir yavru, canhıraş çığlıklarla viraneler arasında anne babasını arayacak. Belki bir baba, çaresizlik içinde kucağındaki ölü çocuğunun melek sima yüzüne bakıp gözyaşı dökerken ABD, Rusya ve İran haçlı şer ittifakının zehirli kurşunlarıyla bir kez daha vurulacak yüreğinden. Belki bir mücahit daha düşecek şehadet şerbetini içerek mümbit Bilâd-ı Şam topraklarına. Belki bir çocuk daha yetim kalacak, belki yüzlerce belki binlerce çocuk, kadın, yaşlı daha aç susuz, ser sefil Hakk’a yürüyecek…
Yahut gözden ırak olduğu için neredeyse gönülden de uzak olan sahipsiz, kimsesiz Arakan topraklarında bir iffetli kadın daha Budist askerlerince kirletilecek, Rohingyalı bir Müslüman daha kurşuna dizilecek, bir köy daha yerle bir edilecek, Budist bir heykel daha mescidin bir köşesine yahut mihrabına konulacak. Bir can daha düşecek derme çatma kulübelerde, bir garip, bir fukara, bir mazlum, bir Müslüman daha inleyecek günlerdir midesine tek bir lokma dahi girmeyen zayıf, cılız, çıplak bedenli insanların iki büklüm yaşadığı muşamba dekorlu çadırlarda.
Uzağa gitmeye ne hacet!.. Kim bilir belki de sağımızda, solumuzda, semtimizde, şehrimizde, ülkemizde hain yeni bombalar patlatılacak… Şarapnel parçaları kaç masum yüreğe daha isabet edecek... Yüzlerce insan daha hayatını kaybedecek… Belki bir kardeşimiz, belki bir dostumuz, belki bir insanımız daha katledilecek küresel zulmün uzantısı olan hain ve vahşi saldırılarda.
Her şey değişecek, her şey hareket hâlinde olacak ama değişmeyen ve kıpırdamayan tek şey İslâm dünyası olacak. Ne acı! Halep yok olacak, Arakan yok olacak, mazlumlar, masumlar, yetimler âhını Arş-ı Âlâ’ya gönderecek, kadim İslâm medeniyetinin pâk toprakları haçlı ve pers zihniyetiyle kirletilecek ama insanlık, ama insan ve hayvan hakları savunucuları, ama pek duyarlı ekran koruyucu Müslümanları susacak, sesini çıkarmayacak, o pek büyük süslü püslü laflarını ne zaman geleceği bilinmez yarınlara erteleyecek.
Ne çok acı var şu dünyada! Ne çok zulüm! Ne çok göz yaşı!.. Kıtalar ötesinden, Frenk diyarlardan sırtlan kümeleri gelsin de Müslüman coğrafyasını talan etsin, namus iffet kirletsin, çocukları yetim, kadınları dul, babaları evlâtsız bıraksın, taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmasın, mabetler, mekânlar, haneler yerle yeksan edilsin, ama Müslümanların kılı kıpırdamasın… Olacak şey değil! Gidip kûşe-i uzletinde faydası olmayan meselelere kafa yorsun, siyasete, gündeme, gidişata ilişkin hiçbir açıklama yapmasın, zalime “Ey zalim!” deme cesaret ve şahsiyetini göstermesin, olup biten katliamlara kör ve sağır kesilsin… Sonra da büyük nutuklar irat etsin. Ne onur kırıcı bir tavırdır bu!
Hak-Batıl mücadelesi kıyamete kadar sürecektir. Yaşanan hadiseler de bu mücadelenin bir parçası. İnancımız budur. Sorgulanması gereken husus şudur: Kimin yanında mücadele ediyorsun? Hain ve zalimlerin yanında mı masum ve mazlumların yanında mı? Şeytan ve avenelerinin yanında mı meleklerin yanında mı? İdeallerinin, gizli planlarının, dünyalığının yanında mı kalıcı olan ahiretin yanında mı? Kimin yanındasın ey Müslüman? Söyle! ABD’li Coni’nin mi Rusyalı Putin’in mi İranlı Ruhanilerin mi? Kimin yanındasın ey insan? İnsan, tercihlerinin sonucudur. İnsan, sevdiklerinin ve yanında olduklarının hülasasıdır. “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” İnsan, zalime haykırdığı, haksızlığa başkaldırdığı nispette izzetli; sustuğu nispette zilletlidir. Hak-Batıl mücadelesinde taraf olmak izzet ve zillet, iman ve küfür meselesidir, basite alınamaz.
Sizler bu satırları okurken belki birileri televizyon karşısında ah vahlar edip nemli gözlerini silecek, pek derin duygulanımlar yaşayacak, belki şûh kahkahalar atacak, belki futbol maçlarının keyfini çıkartacak, belki romantik, epik, bilim kurgu filmler, diziler kovalayacak, belki eğlenceli, belki dramatik kadın programları izleyecek, belki de özgürce başka şeyler yapacak… Yahut birkaç kuruş sadaka verip psikolojik olarak rahatlayacak, vazifesini ifa etmiş olmanın rahatlığıyla itminana kavuşacak… Sonra da her şeyin değişmesini bekleyecek…
Bekle ey insan, bekle! Unutma ki bir bekleyen daha var: Allahu Azimü’ş-Şan!
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost, bir yardımcı gönder.’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”
Sizler bu satırları okurken belki de Halep düşmüş olacak. İslâm medeniyetinin göz bebeği beldelere belki de haç dikilecek, kutsal mekânlarda kızıl bayraklar dalgalanacak, ezeli düşman addettikleri büyük şeytanlarla ebedi dostluklar kuran ikiyüzlü, takiyeci, mezhepçi zihniyetler asırlık kin ve nefretlerini din adı altında kusma fırsatını bulacak… Veyl olsun!
Yedi düvel birleşmiş amansız bir saldırı başlatmış dinimize, medeniyetimize, namusumuza; bizler ise hâlâ anlamakta zorlanıyoruz bütün bu olup bitenleri. İslâm ümmeti çok zor durumda. Müslümanlar, ihtilâflar ve fitneler girdabında. Bir türlü ifrat-tefrit dengesini yakalayamadı. Asırlardır İslâm’ı kuşanıp kendine gelemedi. Direniş ve diriliş kıyamını topyekûn başlatamadı. Sürekli basit ve geçici şeylerle meşgul oldu veya edildi. Hep “aşırı düşünce” taraftarlarıyla oyalandı. Onlar, bunlarla oyalanırken zalimler kapımıza gelip dayandı, ne var ki hâlâ ayılamadık. Bağdat’ımız alındı, Kahire’miz alındı, Bosna’mız işgal edildi, Kudüs’ümüz yakıldı, İstanbul’umuz havadan ve karadan kuşatılmaya çalışıldı, Halep’imiz, Şam’ımız yerle yeksan edildi fakat bizler bu zulme bir türlü dur diyemedik. Şimdi artık yangın evimizde. Şimdi artık savaş ve katliamlar burnumuzun dibinde. İdrak edemeyenlere yazıklar olsun!
Manzara bu. Vakıa bu yönde seyrediyor. Zulümat semamızı kuşatmış durumda. Ümitsiz miyiz? Asla! Korkmuyoruz! Susmuyoruz! Tek fert kalıncaya kadar da mücadelemize devam edeceğiz. Lakin bu, kuru hamasetle olacak bir iş değildir.
Sizler bu satırları okurken belki de bir ümit ışığı doğacak ve tüm karanlıkları aydınlatacak. Zulmün kara bulutları İslâm ufuklarından çekilip gidecek. Bu, kendiliğinden mi olacak? Sünnetullah’a aykırı… Allah, zalimleri Müslümanların eliyle kahredecek. Buna hazır olmak, bunun için de mücadele etmek gerekir.
Halep yanıyor, Halep yeryüzünden silinmek isteniyor ey Müslümanlar!.. İslâm coğrafyaları çağdaş Moğol saldırılarıyla yok edilmeye çalışılırken bir Müslüman nasıl susabilir, nasıl rahat edebilir? Doğrusu anlamak gerçekten çok zor. Zulme meyleden siyasilere, din ve devlet adamlarına, oligarşik düzenlere, yerli ve küresel zalimlere, kukla ve piyon işbirlikçilere ateşin dokunacağı günler pek yakındır.
"Ey kavmim! Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapıyorum. Yakında dünya yurdunun sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak zalimler kurtuluşa eremezler."