Giriş
İnsanlık tarihinin son iki yüzyılında önem kazanıp giderek yaygın devlet yönetim modeli hâline gelmiş olan demokrasi, aslında Antik Yunan uygulamalarını düşündüğümüzde iki bin beş yüz yıllık bir geçmişe sahiptir. Bununla beraber ilk kez Atina'da M.Ö. 5-4. yüzyıllarda ortaya çıkmış olan demokratik yönetim modeli iki yüz yıl evveline kadar filozofların tamamı tarafından değilse bile önde gelenlerin çoğuna göre olumsuz biçimde değerlendirilegelmiştir.
Atinalı devlet adamı ve şair Solon (M.Ö. 640-560?) tarafından yapılan reformlar sonucunda Atina'da değişen ekonomik dengeler doğuştan soylu aristokratların yanında ticarî yollarla varlık sahibi olmaya başlayan zenginler sınıfını ortaya çıkarmış ve bu sınıf da siyaset alanında etkinliğini hissettirmiştir. Giderek bir halk egemenliği biçimine bürünen Atina yönetimi, tüm sınıfları içeren bir meclis tarafından gerçekleştirilmekle birlikte bu sınıflara köleler katılmamıştır.
Kendi döneminde söz konusu yönetim modeli dönemin filozoflarınca farklı biçimlerde değerlendirilmiştir. Özellikle İslâm dünyasında etkisi görülen iki önemli Yunan filozofu, Platon (M.Ö. 427-347) ve Aristoteles'in (M.Ö. 384-322) değerlendirmelerininse olumlu olmadığı görülür. Antik Yunan'ın düşünsel mirasını devralmış olan Müslüman filozoflar bu yolla demokratik yönetim modelinden de haberdar olmuşlardır. Müslüman filozofların eserlerinden bu yönetim biçimini bir yönetim modeli olarak yeterlilikleri ve yetersizlikleri üzerinde durarak ele aldıkları anlaşılmaktadır. Bu yazıda belli Müslüman düşünürlerin demokrasiyi ele alış biçimlerine ana çizgileri ile işaret edilmeye çalışılacaktır.
Ebû Nasr el Fârâbî (ö. 339/950)
Meşşâî felsefenin büyük oranda kurucusu kabul edilen Fârâbî, el Medînetü'l Fâzıla isimli eserinde demokrasiye yer verir. Buna göre Fârâbî insan topluluklarını veya şehirleri erdemli olmaları ve olmamaları bakımından tasnif eder. Ona göre erdemli şehirler, halkının erdemleri yaşama konusunda birbirlerine yardımcı olan şehirlerdir. Bu şehrin insanları faziletleri bilirler ve uygularlar. Mezhepleri farklı olabilse de amaçları birdir.
Erdemli şehrin yanında fasık ve cahil şehirlerden de söz eden Fârâbî'ye göre fasık şehirler erdemlerin ne olduğunu bilmekle beraber bunları uygulamayan insanlardan oluşan şehirlerdir. Cahil şehirlerse erdemleri bilmeyen ve uygulamayan şehirlerdir. Cahil şehirlerin pek çok çeşidinden söz eden Fârâbî için demokratik yönetimler bu türlerden birisidir. Ancak bu türler içerisinde erdemli şehirlere en yakın şehirler olma özelliği gösterirler. Çünkü cahilî şehirlerin tiranlık, despotluk gibi diğer türleri yanında demokratik şehirler hürriyeti önemserler ve bu hürriyet ortamında erdemleri belli ölçülerde yaşamayı tercih eden kimseler bulunabilir. Ancak Fârâbî'nin çerçevesinde söz konusu bu kimseler erdemleri yaşama konusunda şehrin diğer fertleri ile yardımlaşma imkânından yoksundurlar. Bu bakımdan erdemler bu şehirlerde fertler bazında kalıp yayılma imkânı bulamaz.
İbn Rüşd (ö. 595/1198)
Meşşâî felsefenin son büyük temsilcisi kabul edilen İbn Rüşd'ün demokrasi ile ilgili değerlendirmelerine Platon'un Devlet adlı eserine düştüğü şerhlerde karşılaşılmaktadır. İbn Rüşd demokratik şehrin insanlarının her türlü yükümlülükten kurtulmuş, canı neyi isterse o tarafa yönelen insanlar olduğunu belirtir. Bu bakımdan bu şehirlerde muazzam bir çeşitlilik bulunmaktadır.
Demokratik şehirlerin halkı içinde kimilerinin şeref, kimilerinin servet düşkünü olup kimilerininse kaba güç kullanmaya eğilimli olduklarını belirten İbn Rüşd böyle şehirlerde belli erdemleri yaşamayı tercih eden kimselerin de çıkabileceğini kabul eder. Ancak yine de insanların her istediğini yapıyor olmalarının hoş görülemeyeceğini düşünen İbn Rüşd böylesi bir hoşgörünün toplumsal kargaşaya, insanların birbirlerinin mülkünü talan etmelerine yol açacağını savunur.
İbn Rüşd, bireylerinin her birinin özgürlüğü en fazla hak eden kişi olduğuna inandıkları bir şehir olmakla tavsif ettiği demokratik şehirleri, zorunlu ihtiyaçlarını temin için bir araya gelmiş olan şehirlere nispetle daha evla görse de bu şehrin insanlarının tek bir hedefe yönelmiş insanlar olmadıklarının altını çizer. Böyle şehirlerde yönetimin de rastlantısal olduğunu belirtir.
Nâsıruddîn Tûsî (ö. 672/1274)
İranlı filozof Nâsıruddîn Tûsî Ahlâk-ı Nâsırî adlı eserinin ülke yönetimi ile ilgili bölümünde şehirlerin sınıflandırılmasında Fârâbî'nin erdemli ve erdemsiz şehirler bölümlemesini kabul etmiş ve bunu daha da ayrıntılandırmıştır. Bu bağlamda demokratik şehirleri “hürriyet toplulukları” olarak isimlendiren Tûsî bu şehirlerde yaşayan insanların kendilerinin mutlak hâkimi olduğunu ileri sürerek çağdaş egemenlik kavramına oldukça yakın bir tespit yapar. Hatta bu şehirlerde yaşayan insanların hürriyet azlığı ve çokluğundan başka bir farkları olmadığını iddia eder.
Tûsî'ye göre bu şehirlerde yaşayan insanlara her istediğini yapabilme imkânı sağlandığından onlar arasında anlaşmazlıklar çoktur. Gerçekte onların reisleri bulunmaz ve bu reise itaat edecek bir halk da bulunmaz. Onların hürriyet ve bağımsızlığını daha çok düşünen ve onları arzularını yerine getirmede kendi başlarına bırakan reisler makbul görülür. Tûsî böyle şehirlerde yaşamayı herkesin seveceğini ve kısa zamanda bu şehirlerde nüfusun artacağını ifade eder. Yine böyle şehirlerde bir müddet sonra bilginler, filozoflar, şairler, hatipler ve sanatçılar da çıkar. Şayet insanlar bu kimselerin bilgeliklerine iltifat ederlerse demokratik şehirlerin de erdemli bir şehir olma imkânı vardır. Ancak bu şehirlerin ahalisi şerliler ve hilekârlara yönelirse tam anlamıyla cahil bir şehir ortaya çıkar.
Tûsî'nin demokratik şehir tasvirinde şehrin nüfusunun çokluğu, insanların kendi isteklerini ve arzularını esas alarak yaşadıkları tespiti öne çıkmaktadır. Tûsî'nin çizmiş olduğu çerçevede bu istek ve arzuların anlaşmazlıkları ve sorunları artırdığını düşünebilmekle beraber, yine bu istek ve arzuların iyiliğe de dönebilme imkânı dolayısıyla bu şehirlerin erdemli olabilme kuvvesine sahip olduğunu söylenebilir.
Taşköprîzâde Ahmed Efendi (ö. 968/1561)
Osmanlı ilim ve fikir adamlarının önde gelen isimlerinden Taşköprîzâde Ahmed Efendi'nin demokratik şehirlerle ilgili yaklaşımını, Adudiddin el-Îcî'nin (ö. 756/1355) el Ahlâku'l Adûdiyye'sine yazmış olduğu şerhten öğrenmekteyiz. Taşköprîzâde demokratik şehirlerle ilgili çözümlemesinde Fârâbî ve Nâsırüddîn Tûsî ile benzer bir yaklaşımı benimsemekle birlikte onların dile getirmediği birkaç hususu vurgulamaktadır.
Taşköprîzâde'ye göre demokratik şehirlerin en önemli özelliği özgürlük ülkesi olmalarıdır. Bu şehirdeki herkes hürdür ve hürriyet fazlalığı dışında bir üstünlük yoktur. Bu bakımdan bu şehirlerde ikamet etmek rağbet edilen bir şeydir ve bu şehirlerde kısa zamanda nüfus artar. Taşköprîzâde'nin bu şehirlerle ilgili altını çizdiği en önemli eleştiri bu şehirlerde gerçek manada bir başkanlığın bulunmuyor olmasıdır. Ona göre bu ülkedeki hür insanlar, istek, amaç ve görüşlerin farklığına göre gruplara ayrılırlar ve her bir grubun başkanı bulunur. Bununla beraber Taşköprîzâde her bir grubun kendi başkanının olmasını ülkede gerçek manada başkanlığın bulunmuyor olması bağlamında ayrıntılı bir incelemeye tabi tutmamıştır.
Sonuç
Müslüman mütefekkirlerin çeşitli eserlerinde karşımıza çıkan demokratik şehirlerle ilgili eleştirilere toplu olarak baktığımızda belli tespit ve tenkitlerin öne çıktığı görülmektedir. Bu tespitlerin başlıcası demokratik şehirlerin özgürlüklerine olan düşkünlüğü ve özgürlüklerini kısıtlayan herhangi bir şeyin bulunmayışıdır. Böyle olduğu için demokratik şehirler rağbet görmekte bu şehirlerde hızla nüfus artmaktadır. Ancak nüfusu hızla artan bu şehirlerde herkes kendi isteğine ve arzusuna göre yaşamak istediğinde sorunlar da hızla artmaktadır. Demokratik şehirlere dair İslâm filozoflarının yapmış olduğu bu tespitin belli ölçülerde çağdaş demokrasiler için de geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz.
Diğer taraftan bu şehirlerin gerçekte cahilî şehirlerden olduğu, fakat ahalisinin şayet erdemlere yönelmesi hâlinde erdemli bir şehir hâline gelebileceği de ifade edilmektedir. Söz konusu bu imkân çağdaş demokratik ülkelerde yaşayan Müslümanların, toplumlarını İslâmlaştırma hamle ve gayretlerinde ellerini kuvvetlendiren bir kazanım olarak görülebilir.
Bununla birlikte demokrasinin klasik dönemlerindekinden çok daha farklılaşıp halkın kendi kendisini yönetmesinden çok seçilmiş bir kitlenin halk adına halkı yönettiği ve egemenliğin kaynağını da ilâhî olandan beşerî olana vererek laikleştiği günümüzde, bir yönetim biçimi olarak demokrasinin hem güçlü ve zayıf yanlarının belirlenmesi, hem de toplumların İslâmlaştırılması hamlelerinde taşıdığı imkân ve sınırlamalarının tespit edilmesi için ilmi ve felsefî çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. İslâm filozoflarının ana hatları ile incelemeye çalıştığımız eleştirileri bu çalışmalar için önemli bir zemin teşkil etme imkânını haizdir.
Muhammed Salih İzgöer
Kaynaklar
1. Aslıhan Akkoç: “Yunan Demokrasisinin Kavramsal Yönü ve Toplumsal Arka Planı”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı 1, 2014, 31-42.
2. Fârâbî: El Medînetü'l Fâzıla, çev: Nafiz Danışman, MEB Yayınları, Ankara, 2001.
3. Hans Köchler: “Batı Demokrasilerinin Tekâmülü ve Felsefî Arka Planı”, çev: Recep Şentürk, İslâm ve Demokrasi, Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2000.
4. İbn Rüşd: Siyasete Dair Temel Bilgiler, Kurtubalı İbn Rüşd'ün Platon'un Devlet'ine Düştüğü Şerh, çev: Muharrem Hilmi Özev, BS Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 2011.
5. Nâsıruddîn Tûsî: Ahlâk-ı Nâsırî, çev: Rahim Sultanov, Fecr Yayınları, Ankara, 2005.
6. Taşköprîzâde Ahmed Efendi: Şerhu'l Ahlâki'l Adudiyye, çev: Müstakim Arıcı, TYEKB, İstanbul, 2014.