Fıtrat üzere yaşayanlara, insanlığını muhafaza edenlere ve tüm Müslümanlara çağrımdır! - Adaleti koruyunuz. Adalete zulüm bulaştırmayınız. Adil insanların adaletine sahip çıkınız. - Zalimlere meyletmeyiniz. Zulme karşı çıkınız, zalimler içinden...
Kırk yıldır bu toprakların maddi manevi değerlerini din ve ahlâk kisvesi altında sömüren Fethullah Gülen ve cemaati, “hizmet”, “himmet”, “rıza-i Bari”, “ihlâs” gibi dini kavramları kullanarak toplumu kandırmış; yalan rüyalar, asılsız kerametler, sahte mehdilikler ile insanları aldatmış ve “şakirt”lerine dünya ve ahiret saadetini vaat etme hokkabazlığını göstermiştir.
Vatan, millet, din ve ahlâk gibi mukaddes değerleri vird edinmiş, dillerine pelesenk etmiş cemaat mensupları, 15 Temmuz gecesi en çirkin ve en vahşi yüzlerini göstererek milletin tankını, uçağını, silahını yine millete, vatana, dine ve ahlâkî değerlere yöneltmişler; sinsi, hain ve kanlı tıynetlerini bir kez daha ortaya koymuşlardır.
Son hadiseler bir kez daha gösterdi ki Fethullah Gülen ve cemaati (FETÖ), tıpkı PKK gibi, tıpkı IŞİD gibi gizli ve hain bir projedir. Sureta bizden, ruh kökleri itibarıyla dışarıdan olan ve zamanla küresel hegemonik güçlerin kuklası ve maşası olmaktan başka bir vazife ifa etmemiş bu çete oluşum, asla saf ve masum değildir. Asla İslâmî, ahlâkî ve yerli bir “cemaat” değildir. İnsanları çeşitli telkin ve hipnoz yöntemleriyle uyutan ve uyuşturan bu haşhaşî grup ve “hocaefendi”leri, hemen her düşünce ve eyleminde, sürekli dem vurduğu “hakikat-i Kur’âniye”nin ve “sünnet-i Ahmediye”nin hilafına davranmış ve bunu da insanların maslahatı için yaptıklarını konuşma ve fetvalarında defaatle beyan etmişlerdir.
Vaaz ve sohbetlerinde kendisine usta bir şekilde gizli ve sırlı güçler atfeden, Allah’la peygamberle âlem-i gaybda konuştuğunu söyleyen, tevazu yaparken bile kibir hallerinden kurtulamayan, hep ağlayan ve ağlatan, hakikatleri hikâyeleştiren, dinin aslına dönük Kur’ân hakikatlerini, peygamber efendimizin (s.a.v.) ve sahabe-i kiramın hayatını bir bütün olarak hiçbir zaman anlatmayan, siyasal sistemlerin zulmüne dair tek bir kelime dahi etmeyen, Müslümanlarla sürekli niza halinde olup Müslümanların karşısındaki cenahla, “mele ve mütrefin” tabakasıyla, masonlarla, siyonistlerle, papaz ve hahamlarla hep muhabbetli ve dost olan, mensuplarını siyasetten uzak tutan ama gayr-i İslâmî otoritelere karşı muti, muhlis ve mülayim kılan; Müslümanlara karşı kapalı, sert ve şedid ama İslâm’a husumet besleyenlere karşı oldukça açık, yumuşak ve ılımlı bir birey olarak yetiştiren Fethullah Gülen, yerli ve yabancı güçler tarafından sürekli öne çıkarılmış, yazılı ve görsel medyada bir vird-i zeban gibi örnek ve model “hocaefendi” diye lanse edilmiştir. Fethullah Gülen ve cemaati bugüne kadar hiçbir zaman “Kur’ân ve hadise göre Müslüman şahsiyeti” oluşturmayı düşünmemiştir, hep azaltılmış, kırpılmış ve çarpıtılmış bir İslâmî anlayışı hayata hâkim kılmanın derdine düşmüşlerdir.
Onlar için aslolan şey İslâm ve Müslümanlar değil, kendi grup çıkarlarıdır. Müslümanlara zarar gelebilir ama cemaat ruhanilerine zarar gelemez. Çünkü onlar ruhani kutsilerdir. Takvaya giden yol takiyeden ve ikiyüzlü davranmaktan geçer. Aydınlık yarınlar için bugünün karanlıklarına sessiz kalınabilir, gelecek güzel günler için ânın vazifeleri, insanî ve İslâmî hassasiyetleri ötelenebilir. Hizmet için namaz terk edilebilir, içki içilebilir, hicap bırakılabilir, yalan söylenebilir, haramlar helal, helaller haram olabilir, farklı kimlik ve kılığa girilebilir.
Fitne, fücur ve nifakın simsarlığını yapan bu şakirtler örgütü, bugüne kadar kullandıkları dil ve yöntemle hep ümmetin geneline muhalefet etmişlerdir. Başlarındaki sahte mehdi ve ona inananlar hep ümmetten bağımsız bir yol izlemişler, hiçbir zaman ümmetçi olmamışlardır. Kur’ân ve sünnet çizgisinden hiçbir ulema, fikir ve dava adamıyla anlaşamamış ve pek çoğunu sapık, mürted, Vahhabi, İrancı, ajan, casus, devlet ve millet düşmanı, dalalet ehli, karanlık mahfil diye töhmet altında bırakmışlardır. Takiyeyi ve ketumiyeti bir ahlâk anlayışı haline getiren bu izole grup, sürekli kendilerini arzın merkezine koymuş ve sefine-i Nuh’a sadece kendilerinin bindiklerini/bineceklerini ihsas etmiştir. Böylece Efendimizin (s.a.v.) müjdelediği fırka-i naciye de kendileri olacaktır. Kendileri dışında kalan lider ve grupların kahir ekseriyeti ehl-i dâlldir, merduttur. Kurtuluş nuranilerden oluşan bu cemaattedir. Bu şakirtler ordusu, öteden beri Yahudi ve Hristiyanlarla kurdukları dostluğu da gayet istikrarlı bir şekilde Müslümanlardan esirgeyegelmişlerdir.
Düne kadar siyasetin şerrinden Allah’a sığınan bu “cemaat”, nasıl oldu da bu ülkenin istikbaline, din ve millet şuuruna kast edecek kirli, ahlâksız ve hain bir siyasetin piyonu oldu? Hoşgörü abideliğine soyunan, silm’den, barıştan, esenlikten bahseden bu güruh nasıl oldu da canavarlaştı? Her türlü otoriteye itaati esas kabul eden cemaat nasıl oldu da İslâmî nosyonu oldukça bariz, amaç ve gayesi belli bir otoriteye isyan etti? Üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir husustur.
İnançlarımız gereği her olup bitenden hayır murat eden bir ümmetiz. Türkiyeli Müslümanların öteden beri bildiği ama kamuoyuna bir türlü izah edemediği hakikatler, bugün cemaat mensuplarının kendi elleriyle yaptıklarıyla menfur ve meşum olaylarla bütün dünyaya ilan edilmiş oldu. Bu da az bir kazanım değildir. Düne kadar güvercin görünümlü şahinlerin, kuzu postuna bürünmüş kurtların, diyalog ve hoşgörü maskesi takan, çağdaş derviş suretindeki cellat ve katillerin gerçek şahsiyetlerinin su yüzüne çıkması ümmet için de büyük bir kamburdan kurtulma fırsatı olarak telakki edilmelidir. Şu bilinmelidir ki cemaatin ve liderinin dünü ile bugünü arasında esasta hiçbir değişiklik yoktur. Tek fark kendilerini daha önceleri bukalemun gibi kamufle etmiş olmalarıdır. Şartlar oluştuğu ve zamanı geldiği için, hamamda sıcak ve nemli havayı görünce üzerine yapıştıkları deriden çıkmayı bekleyen vücut kirleri gibi, habis bir ur misali gerçek şahsiyetlerini 15 Temmuz gecesi ortaya koymuşlardır. Tekrar belirtmek gerekir ki bu çete reisinin ve maiyetindeki kişilerin söylemleriyle eylemleri arasında esasta çok büyük farklar yoktur.
Fethullah Gülen fırsatını bulduğu her an İslâm’la ilgisi bulunmayan, Müslümanların hiç de lehine olmayan görüş ve düşüncelerini dermeyan etmekten çekinmemiştir. İşte onlardan sadece birkaçı:
1. Farz-ı muhal, Cebrail gelse Türkiye’de bir parti kursa ben onun partisini bile desteklemem.
2. Eğer Allah bana ahirette şefaat etme imkânı verirse bunu ilk önce Ecevit için kullanırım.
3. Başörtüsü füruattır. Başınızı açın, üniversitelere gidin, ilim öğrenmek daha önemlidir.
4. Burnu kırılsın, burnu yerde sürtülsün. (1975 yılında Erbakan’a ithafen.)
5. Beceremedin, bırak git, istifa et. (28 Şubat 1997’de Başbakan Erbakan’a ithafen.)
6. Allah evlerine ateş salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin… (Şubat 2014 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan’a ithafen.)
7. Mavi Marmara gemisinin İsrail onayı olmadan hareket etmesi otoriteye başkaldırıdır. Otoriteden izin alınmalıydı.
8. Önemli bir zat Peygamberle canlı görüştüğünü anlattı. Peygamber demiş ki Türkiye’nin meselelerini falanlara bıraktık.
9. Bana gelen mektuplarda peygamberin Türkçe olimpiyatların yapıldığı statlara teşrif ettiği yazıyor.
10. Hz. İsa’nın babası Hz. Muhammed’in ruhu olabilir.
11. Biz Pir-i Mugan’ı (Üstad Said Nursi) görmeye gitmedik, o Kürt’tü, biz Türk.
12. 1915 yılında Ermenilere yapılan büyük soykırımı lanetle yâd etmeden geçemeyeceğim. Öldürülen, katledilen insanların içerisinde ne kadar büyük insanların bulunduğunu derin bir hassasiyetle okuyor, onları saygı ile anıyorum. (Fetullah Gülen, Kırklareli Vaizi, Patrik Şinork Kalustyan’a ithafen yazılan mektup, 6 Mayıs 1965, Kırklareli.)
13. Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetleri ve bazı hadis-i şeriflerin tarihi süreci doldurduğu için bunlarla amel edilemez. Kur’an-ı Kerim’in gelmesiyle yürürlükten kalkmış olan İncil ve Tevrat’ın hükümleri hâlâ geçerlidir. Bugünkü Tevrat ve İncil’e inanan Yahudi ve Hristiyanlar da cennetliktir. Ehl-i Kitap ile ilgili ayetler, hadisler tarihseldir, dolayısıyla bugünkü Yahudi ve Hristiyanları değil, o dönemin insanlarını bağlar. (Fethullah Gülen, Hoşgörü ve Diyalog İklimi, s.155-156.)
14. Vahye dayalı, hayatın her alanını kuşatan İslam’ı tehlikeli ve milli birliğine zarar verici buluyorum. (Abant Toplantısı’na gönderdiği mesaj.)
15. Pek muhterem Papa Cenapları, Papa 6. Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan dinler arası diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olarak burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz… İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. (10 Şubat 1998 tarihinde Zaman Gazetesi’nde yayımlanan mektubu.)
Fethullah Gülen’in buna benzer daha pek çok şathiyeleri serdedilebilirdi lakin konumuz gereği bu kadarla iktifa etmeyi uygun gördük. Bunlar bile Pennsylvania’da meskûn bulunan zatın daha baştan itibaren hangi dünyalara ait olduğunu, tavrını kimden yana koyduğunu, tarafını kimlerden yana belirlediğini gözler önüne sermektedir.
15 Temmuz 2016 Cuma günü, Fethullah Gülen ve aveneleri, ABD ve NATO destekli bir darbe girişiminde bulundu. Millete kurşun attı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmeye teşebbüs etti, Meclis’i bombaladı, havalimanlarına bomba yağdırdı, köprüde, cadde ve sokaklarda masum insanları, silahsız sivil vatandaşları şehit etti. Bu melun ve menhus cemaat, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve devletler tarihinde emsali görülmemiş bir ihanet kumpası kurarak Müslümanları yok etmeye, yalında beslendikleri kapıya sadakatlerini ispat edercesine vazifelerini bihakkın yerine getirmeye çalıştılar. Bu ihanet, kuru bir darbe kelimesiyle tesmiye edilemez. Bu, darbenin çok daha ötesinde alçakça, haince ve kalleşçe bir arkadan vurmadır. Darbe kelimesi hafif kalır, bu ihanet doğrudan doğruya iç savaş çıkarmak ve kaos yaratmaya matuftur. Bu saldırı, sadece hükümete yapılmış bir saldırı değildir. Sadece Erdoğan’a da yapılmış değildir. Bu saldırı tüm dünya Müslümanlarına yapılmıştır. Ümmetin birliğine ve dirliğine, İslâm dünyasının istikbal ve istiklaline, yeşeren umutlara, vatana, millete, dine, medeniyete, iffet ve namusa yapılmıştır. Atılan bombalar sadece İstanbul’a atılmamış, aynı zamanda Halep’e, Şam’a, Bağdat’a, Kudüs’e, Buhara’ya, Mekke ve Medine’ye de atılmıştır. Bu böyle bilinmelidir.
Milletin bağrına eğri hançer saplamış bu vatan hainleri maazallah eğer kirli emellerine ulaşmış olsaydı bugün Türkiye’miz savaş alanına dönecek ve çok daha kanlı yeni bir Suriye olacaktı. Binleri, yüz binleri bulan katliamlar gerçekleştirilecek, darağaçları kurulacak, infazlar gerçekleştirilecek, ülke açık cezaevine dönüştürülecek, şehirler, mekânlar harabeye çevrilecek, camiler, medreseler, okullar, müzeler, kütüphaneler, arşivler yıkılacak ve yağmalanacak, din, namus, vatan ve millet, ABD ve NATO’ya peşkeş çekilecekti. Bu aziz topraklar ve devlet kademeleri hain sürüleriyle, ihanet çeteleriyle doldurulacak, insanımız belki asırlarca belki ebediyete kadar sefil ve sefih bir esarete mahkûm edilecekti. Ne var ki vatana ihanet eden şer şebekesinin ve kendilerine uşaklık yaptıkları büyük devletlerin hesaba katmadığı “millet” gerçeği ile ferasetli bir liderlik örneği sergileyen Recep Tayyip Erdoğan faktörü küresel dünyanın hevesini kursağında bıraktı. İki yüz yıldır medeniyetinden, asli kaynaklarından mahrum bırakılan bu millet, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetiyle birlikte bütün zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen imanlarını bir silah gibi kuşanıp meydanlara, cadde ve sokaklara akın ederek hainlerin tankına, silahına, jetine, helikopterine göğsünü siper etmiştir. Emsali görülmemiş cesaretin, fedakârlığın ve şehadet özleminin bu denli kuvvetli olması hiç şüphesiz imanın bir göstergesidir. Kadını erkeği, yaşlısı genci, doktoru akademisyeni, sağcısı, solcusu, partilisi partisizi yiğitçe, bu zulme başkaldırmışlardır. Zulme karşı direniş, uzun zamandır kurumaya yüz tutmuş umutları bir kez daha yeşertti. Zaman gösterecektir ki halkın bu şanlı direnişi, İslâm dünyasına da ilham kaynağı olacaktır. Bu yüzden 15 Temmuz sadece Türkiyeli Müslümanlar için değil, bütün mazlum ve mustazaf halklar için yeni bir milat olacaktır.
Unutulmasın ki bu topraklar bizimdir. Üzerinde yaşadığımız suyunu içip havasını soluduğumuz aziz toprakların havasında, suyunda, toprağında şehit kanı, İslâm şiarı vardır. Yedi düvel bilsin ki bu coğrafya ilelebet İslâm yurdu olarak kalacak ve bugün de yarın da İslâm medeniyetine beşik olacaktır. “Biz her dem yeniden doğarız.”, bu soysuz ihanetin de bizi kendimize getirdiği şüphe götürmez bir gerçektir. Milletçe görüşlerimiz daha keskin, şuurumuz daha yerinde, ferasetimiz daha açıktır. Vatanın dört bir yanında başlatılan şanlı direniş, ne zamandır küllenmiş cihat ve şehadet sevdamızı bir kez daha ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Öyleyse yarınlara artık daha bir umutla bakabiliriz. Ümmet olarak, millet olarak birbirimize kenetlendikçe hiçbir harici ve dâhili güç bizi mağlup edemeyecektir. Yeter ki tefrikaya düşmeyelim, yeter ki ağaca takılıp ormanı gözlerden ırak etmeyelim.
Yine unutmayalım ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır ama her şey daha olduğu gibi de yerli yerinde durmaktadır. Kula, metaa, güce kulluk yani adı konulmamış gerçek bir esaret hayatı hâlâ devam etmektedir. Zihnî ve fiilî egemen güçlerin, azgın azınlıkların ülkemiz ve İslâm coğrafyaları üzerindeki kirli emelleri henüz izale edilmiş değildir. Hak-batıl, Tevhit-şirk, İslâm-küfür mücadelesi de kadimdir ve bakidir. Gevşememek lazımdır. Lokal başarılar bizi şımartmamalı ve davamızdan uzaklaştırmamalıdır. Elde edilen zafer, Allah’ın yardımıyla kazanılmıştır. “Millet, halk, zafer” gibi kavramlar putlaştırılmamalıdır. Bunların Hakk üzere olduğu sürece kıymetli olacağı unutulmamalıdır. İslâmî kelime ve kavramların içi boşaltılıp beşerî ideolojilerle de doldurulmamalıdır. Zafer Allah’tandır, sayıya, kalabalıklara, güce kuvvete aldanıp kibirlenmemek gerekir. Geçmişten dersler almalı, Uhud, Hendek, Huneyn akıllardan çıkarılmamalıdır. Biz, “biz” kaldığımız, kardeş ve ümmet olduğumuz sürece kimse bize zarar veremeyecektir. Kâfirlerin, hainlerin plan ve tuzakları kıyamete dek hep olacaktır, olmuştur da. Bunda tasa edilecek bir şey yoktur. Allah’ın da bir planı ve tuzağı vardır. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
İman edip imanına sadık kalan ve tek şiarı Tevhid’i yüceltmek olan bizler; vatanımıza, milletimize, kardeşliğimize kurşun sıkan bütün darbeci zihniyete, milletini ve devletini arkadan hançerleyen hain ve zalimler ordusuna, şer odaklarına, çetelere, yeraltı ve yerüstü örgütlerine, din ve ahlâk kisvesi altında dini bozan, ahlaksızlık yayan, kutsallarımıza leke süren, topluma fitne, fesat ve nifak tohumları eken karanlık güçlere, müstebitlere, cibt ve tağuta, Firavunlara, Belam ve Karunlara ve yeryüzü müstekbirlerine en gür seda ile şöyle sesleniyoruz:
“Yenileceksiniz ve cehenneme yuvarlanacaksınız.”
“Zalimler için yaşasın cehennem!”