• BİR ÇAĞRI VEYA ÇIĞLIK

      Fıtrat üzere yaşayanlara, insanlığını muhafaza edenlere ve tüm Müslümanlara çağrımdır! - Adaleti koruyunuz. Adalete zulüm bulaştırmayınız. Adil insanların adaletine sahip çıkınız. - Zalimlere meyletmeyiniz. Zulme karşı çıkınız, zalimler içinden...

DUYURULAR

KİTAB-MÎZÂN-DEMİR

Adaletin Kaynağı ve Ölçüsü

Hak/hukuk, adalet ve güce ya da otoriteye tekabül eden “kitab-mîzân ve demir”in kiminle ve hangi kudretle irtibatlı olduğunu ortaya koymak gerekir. Böylelikle her bir kültür ve eğilimin kavramlara getirdikleri açıklama ve yorum karmaşası arasında şaşırıp kalmaktan kurtuluruz, zihnen ne demek istediğimizi daha açık ve net olarak ifade edebiliriz.

Başa aldığımız terimlerin tamamı hakkında Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye'nin açıklamaları ve sınırlarını tayin ve tespit etmeleri söz konusu olmanın yanında, İslâm'a iman etmiş olmanın bir gereği olarak da bunların bizim için ne anlama geldiklerini ortaya koymamız bir sorumluluk, bir yükümlülüktür.

İlmen bu terimlere başka anlayış ve yaklaşımların nasıl bir yorum getirdiklerini bilmek ve ortaya koymak gerekli olmakla birlikte, böyle bir yazının sınırları buna elverişli olmadığından, işaret ettiğimiz çerçeve içerisinde kalmakla yetinmek durumundayız.

Hak-hukuk ve adaletin ne olduğunu tayin ve tespit merciinin kim olduğu hususunda Kur’ân-ı Kerim'in bazı buyrukları şöyledir:

1. Hak ve hukuk hususundaki anlaşmazlıkların konu ile ilgili esaslara göre çözülmesi “hüküm verme”, adalet kurumunun ve adalet ilkelerinin bulunmasını, adalet kurumunun verdiği kararların uygulanmasını kontrol ve temin edecek bir gücün yani tarafsız bir kimlik ve uygulama ile adaleti ayakta tutan bir yapının bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Aşağıda kaydedeceğimiz âyet meâli bütün bu esasları fazlasıyla kapsayan bir mahiyettedir:

“Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”1

Buyrukta aralarında çıkan anlaşmazlıklar tabiri, insanlar arasında görülmesi mümkün hak ve hukuk ile ilgili bütün ihlâlleri ve davalarını kapsar.

Hakem yapma ve hüküm verme, ibareleri adalet merciini, gereğini ve görevini;

Teslim olmanın gereğini vurgulayan ifadeler haklarında hüküm verilen tarafların hükme karşı takınmaları gereken tutumlarını ortaya koymaktadır.

Verdiğin hükümden dolayı… ve sonrası İslâm nokta-i nazarından, tarafların hak, hukuk ve adaletin kendilerini alâkadar eden ciheti karşısında takınmaları gereken hâli ve tavrı tespit etmektedir.

2. Zikredeceğimiz âyet meâli, yukarıdaki hususları özellikle adaletin, hak ve hukukun hükmünün muhatabı olan kişinin göstermesi gereken teslimiyet tavrını aynı netlik ve sarahatle bir başka açıdan şöylece dile getirmektedir:

“Allah ve Resulü bir işi hükme bağladığında hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadına o işlerinde istediklerini yapmak hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse şüphesiz apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.”2

Bu buyrukta da Allah ve Resulü bir işi hükme bağladığında hakkın, hukukun, adaletin tayin ve tespit merciini ve bunu muayyen olaylara tatbik edip uygulayacak hak ve adalet mekanizmasını belirlemektedir.

Hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadına… buyruğu haklarında hak-hukuk ve adaletin gereği verilecek hükme karşı tutumlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

O hâlde bizim inanç ve anlayışımıza göre;

1. Hak-hukuk ve adaletin hangi hususlarda ne olup olmadığını tayin ve tespit yetkisi münhasıran Allah ve Resulüne ait bir hak ve selâhiyettir.

2. Allah ve Resulünün tespit ve tayin ettiği bu hak-hukuk ve adaleti sahiplerine verecek, teslim edecek ve gerektiğinde hakka aykırı ve adil olmayan tecavüz ve ihlâllere karşı koruyacak bir mekanizmanın, örgütlenmenin bulunması da vakıanın dayattığı bir zorunluluktur. Başka türlü zulmün önlenip adaletin ve hakların sahiplerine dağıtılmasına imkân yoktur. Buna da -tercihe göre- devlet, hilafet ya da uygun başka herhangi bir isim verilebilir. Şu âyet meâline dayanarak, “hilâfet” teriminin İslâm'ın toplumsal ve siyasal alanda uygulanıp korunmasını sağlayacak örgütlenme ve otoriteye daha uygun olduğu söylenebilir:

“Ey Davud! Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldık. O hâlde insanlar arasında hak ile hükmet, sakın hevâya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah'ın yolundan sapanlara hesap gününü unuttuklarından onlar için çok çetin bir azap vardır.”3
Bu âyette, önceki iki âyet meâlinden farklı olarak:

a. Hakka uymamak hâlinde hevâya uyulmuş olacağı ve doğru yoldan sapılacağı

b. Buna bağlı olarak böyle yapanların ahirette nasıl bir azap ile karşılaşacakları belirtilerek, “Rabbânî adalet”e iman edenlerin gereğini yerine getirmemeleri hâlinde müeyyidenin ne olduğuna dikkat çekilmektedir ki, bu, laik hak-hukuk ve adalet anlayışlarının sahip olmaları imkânsız büyük bir imkândır.

Hak/Hukuk, Adalet

Terim olarak hak/hukuk ve adaleti kısaca tanıyalım. Merhum Ö. Nasuhi Bilmen, “hak”kın çeşitli tanımları olduğuna dikkat çektikten sonra, şu açıklamaları yapmaktadır -bazı yerlerde kullandığı lafızlar daha anlaşılır olanları ile değiştirilerek ve bazı tasarruflarla-:

“Hak: Birçok manaları ifade eder ve muhtelif itibarlar ile birçok anlamlar hakkında kullanılır. Bir kısmı şunlardır:

Hak, esasen mutabakat ve muvafakat demek olup bir şeyin gerektiği gibi olması demektir. Yüce Allah'ın varlığının sabit, rububiyeti mütehakkıktır; bu sebeple O'nun yüce isimlerinden birisi de Hak'tır…

Hak, İslâm, Kur’ân, ilâhî vahiy, hikmet, ilahî yardım, saadet, teyid/destekleme, büyük iş, doğru maksat manalarında da kullanılır…

Hak, hikmet gereğince meydana gelen hüküm manasına gelir. “Bu karar haktır”, denilmesi gibi.

Hak, hal ve fasledilmiş, hükmü verilmiş olan herhangi bir işe denir. Emr-i hak denir ki, kazaya (ilâhî takdire) uygun hadise demektir.

Hak, adalet manasına gelir. “Hak yerini buldu” denilmesi gibi. Bu sebeple adaletli kimselere “hak ehli” denir. “Hakkaniyet” tabiri de bu anlamda kullanılır…

Hak, mal ve mülk hakkında da kullanılır. Şu filânın hakkıdır, denilmesi gibi…

Hak, bir akarın merafıkına (bir nevi altyapısına), meselâ, bir eve tabi şeylerden olup ondan ayrılamayacak olan şeyler hakkında kullanılır. Yol hakkı, akar sudaki hak gibi.

Hak, bir kimseye özel olan manevî bir kudrettir ki, bununla tasarruf salâhiyetini veya malikiyet vasfını elde eder.

Diğer bir tabir ile hak, bir iktidar-ı şer‘îdir ki, insanlar bununla bazı şeyleri icra ve mutâlebe (isteme) salâhiyetini elde ederler.

Hak kelimesinin çoğulu hukuktur. Bu haklardan bahseden ilme “Hukuk İlmi” denilir.”4

İslâmî ilimlerin en önemlilerinden biri olan Fıkıh ise, hukuku da kapsayan ama ondan daha geniş bir manayı ifade eder.5

 

Adalet

Arapçada adalet anlamında olmak üzere adl mastarı kullanılır.

Adl (adalet); sözlük anlamı itibarıyla doğruluk, eşitlik anlamlarını ifade eder.6 İstikamet, cevr ve zulümden uzak, istikamet vasfına sahip olmak, yapılması lâzım olan şeyleri yapmak, haklılık, hakka uygunluk, herkese hakkını tanıma hususunda kesin istek sahibi olmak. Adalet vasfına sahip kimseye de adil denilir.7

Adl (adalet) lafzı üç husus hakkında kullanılır:

1. Adalet vasfına sahip kimseler;

2. İnsanlar arasında eşitlik sağlamak. Bu anlamda adaletin birçok fiilî uygulaması söz konusudur:

a. Müslüman yönetici ve emir yetkisine sahip kimselerin, hâkimlerim görev ve yetki alanlarında eşitlik ilkesine riayet ederek yetkilerini kullanmaları (Bkz. Mâide, En’âm, 152);

b. Nafaka ve diğer hususlarda zevceler arasında eşitlik. (Bkz. Nisâ, 2)

c. Bağış vb. hususlarda çocuklar arasında ayırım gözetmemek.

3. Bir şeyi olması gereken, hak ettiği yere koymak.8

İslâm nokta-i nazarından adaletin terim olarak tanımı da şöyle yapılagelmiştir: Sahibini büyük günahlardan uzak kalmaya, küçük günahlar üzerinde ısrar etmemeye ve kişiyi alçaltan hallerden uzak durmaya iten nefsî bir sıfattır.9

Bu tanımların tespit ettiği çerçeveye göre, mükellef her kişinin -bulunduğu konumu ve yetkisi ne olursa olsun, o konum ve yetkisine göre- adaletin gereklerini yerine getirmekle yükümlü olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.

 

İnsan Gerçeği ile Adaletin İlişkisi

İnsanların aynı hakikat ve vakıa karşısında aynı tavırları takınmadıkları, aynı tepkileri vermedikleri, aynı duruşları sergilemedikleri açık ve bilinen bir gerçektir. Bu gerçek dolayısıyla insanlar arasında çeşitli ihtilâf ve ayrılıkların ortaya çıktığı da bir başka gerçektir. Bu farklı tavır, duruş ve tepkilerin tamamının aynı zamanda doğru ve adaletli olmayacağı da açıktır. İnsanların bu farklı tavır, tepki ve duruşlarının sebepleri üzerinde durmak ayrı bir husustur. Ancak bu hâlde acil ve öncelikli olan da bu tavır, tepki ve duruşların tarafsız bir güç tarafından üzerinde mutabık kalınmış bir takım esaslara göre de hall ü fasl edilmesi toplunun huzuru, selâmeti, bekası ve geleceği açısından elzem, hatta zaruridir.

Aşağıdaki âyet-i kerimeler ihtilâfın sebebi ve hall ü fasl yolu hakkında esas meselenin ne olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

“İnsanlar tek bir ümmetti.10 Allah da nebileri müjdeleyici ve korkutucular olmak üzere gönderdi. Beraberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında aralarında hükmetmek için de hak ile Kitabı indirdi. Hâlbuki kendilerine o Kitabın verildiği kimseler, ancak apaçık deliller onlara geldikten sonra (ve yalnızca) aralarındaki kıskançlıktan dolayı ona (o hakka) dair anlaşmazlığa düştüler. İşte Allah böylece izniyle iman edenleri, hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah, dilediğini dosdoğru yola iletir.”11

“İnsanlar ancak tek bir ümmetti. Sonradan ayrılığa düştüler…”12

İhtilâf, beşeriyet tarihinde çok eski dönemlerden bu yana bir gerçek olduğu gibi, ihtilâfların temelinde yatan asıl sebep de çözüm merciinin hangisi olduğu ve hangi usullere göre çözüme kavuşturulacağı da gösterilmiştir.

 

Adaleti Sağlamanın Yolu

İşaret ettiğimiz buyruklar ve onların ışığında dikkat çekmeye çalıştığımız hususlar bunu göstermekle birlikte buna dair çok açık olan buyruklardan yalnızca birisinı hatırlatmamızın yerinde olacağını düşünüyoruz:

“Muhakkak Biz sana Kitabı Allah'ın sana gösterdiği şekilde, insanlar arasında hükmetmen için hak olarak indirdik. Hainlerin bir savunucusu olma.13
Adalet, Allah'ın Kitabı ile, Allah'ın gösterdikleri ile ve irşad buyurduğu şekilde, her durumda hakkın ve adaletin yanında yer alarak gerçekleştirilebilir
Şahitlik adaleti gerçekleştirmenin yollarından birisidir. Bu husustaki şu buyruk adaletin zorunluluğunu ve bu husustaki titizliğin boyutlarını ortaya koyması açısından gerçekten fevkalâde dikkat çekicidir:

“Ey iman edenler, kendinizin yahut ana babanızın ve yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutanlar ve Allah için şahidlik edenler olun. Onların her biri zengin yahut fakir olsunlar. Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Artık adaletten vazgeçerek hevâya uymayın. Eğer dilinizi eğip büker veya yüz çevirirseniz şüpheniz olmasın ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”14

 

Adaletin Önemi

Adaletin toplum açısından önemine en ileri derecede dikkat çeken buyruklardan birisi de sanırım: “Göğe gelince, onu yükseltti ve mizanı koydu.”15 meâlindeki âyet-i kerimedir.

Adeta kâinatın düzeninin mîzân ile ifade edilen Rabbanî adaletin uygulanmasına bağlı olduğu ifade edilmek istenmiş gibidir. Ya da hakların verilip dağıtılmasında (sıradan alışverişlerde ölçü ve terazinin doğruluğuna titizlikle riayet dâhil olmak üzere) adalet sağlanmayacak olursa, adaletin verdiği huzur, güven ve itminanın yerini zulümlerin karanlığının ve keşmekeşliklerinin egemen olacağı ifade edilmek istenmiş gibidir.

Adaletin Kaynağı Kitab, Ölçüsü Mîzân, Teminatı Demir'dir

Kur’ân-ı Kerim, adaletin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz üç temel unsura şöylece dikkat çekmektedir:

“Andolsun ki biz resullerimizi apaçık delillerle gönderdik. Onlarla birlikte insanlar adaleti ayakta tutsunlar (ya da insanlar adalet ile dimdik/dosdoğru ayakta durabilsinler) diye Kitabı ve Mizanı indirdik. Ayrıca kendisinde hem çetin bir güç, hem de insanlar için faydalar bulunan demiri de indirdik ki Allah kendisine ve resullerine gaybda kimin yardım edeceğini ortaya çıkarsın. Muhakkak Allah güçlüdür, hükmüne karşı konulamayandır.”16

Buna göre;

1. “Adaletin Kaynağı Kitab, Ölçüsü Mîzân, Teminatı Demir'dir ve üçü de Allah tarafından indirilmiştir. Allah'ın indirdiği her bir şey ise -değeri bilinmek ve gereği yerine getirilmek şartıyla- ancak bir rahmettir.

2. Resullerin getirdiklerinin hakkı ve adaleti temsil ettiği apaçık delillerle ortadadır.

3. İnsanların adaleti nasıl ayakta tutacakları ve bunu hangi yolla gerçekleştirecekleri de tespit edilmiş, bu konuda -gerçekte kendilerini aşan- bir arayışa girmek zahmetine sokulmamışlardır. Bu da ilâhî bir rahmettir.

4. Adalet, uygulanması hayatî olan bir ilke ve sistem olarak bazen haddi aşan insanların insafına terk edilmeyecek kadar önemli olduğu için adaletin ve adaletin esasını teşkil eden Kitab'a iman edenlere onu korumak yolunu göstermiş ve bunun sorumluğunu tıpkı Kitab'ın gereği ile hükmetmek gibi yüklemiştir. Yani “yeryüzünde hükmetmekle yükümlü olan “halife-insan” bunun için güç ve otoriteyi temsil eden “demir”i de hakkaniyetli bir şekilde ve adaletin emrinde olmak üzere kullanmakla yükümlüdür.

M. Beşir Eryarsoy


1 Nisâ, 65
2 Ahzâb, 36
3 Sâd, 26
4 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahâtı Fıkhiyye Kamûsu, İstanbul 1967, I, 12-13.
5 Fıkıh sözlükte bilmek iyice anlamak demek olup terim olarak “insanın amel olarak lehine ve aleyhine olan amelleri (hak ve görevlerini)” diğer bir ifade ile “ibadetleri , suçlarına verilecek cezaları, ve muâmelâtı ile ilgili Şer‘î hükümleri etraflı delilleri ile bilmesidir.” (Ö. N. Bilmen, age., I, 13-14)
6 Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Tarih ve Hukuk Istılâhları Kâmûsu, İstanbul 2018, s. 31 7 A. Akgündüz, age., s. 22
8 Prof. Dr. Muhammed Revvâs Kal‘acî, el-Mevsûatu'l-Fıhiyye el-Muyessere, Beyrut 1426/2005, II, 1380-1381
9 M. R. Kal‘acî, age., II, 1367
10 Âyetin devamından da, meâline işaret edilecek Yunus, 19 dan da anlaşılacağı gibi insanlar, İslâm fıtratı üzerinde ve İslâm Dini'ne bağlı tek bir ümmetti. Örnek olmak üzere: Kurtubî, İbn Kesîr ve Nesefî tefsirlerine bakılabilir.
11 Bakara, 213
12 Yunus, 19
13 Nisa 105
14 Nisâ, 135
15 Rahmân, 7
16 Hadid, 25

tefsir dersi 2020

whatsapp takip edin

Yazanlarımız