İslam’ın, hayata hükmetmek yani öngördüğü yapı ve mahiyette bir toplum ortaya çıkartmak, Allah tarafından gönderilmiş olduğu bilinen gerçeklerdendir. Bu yüzden İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda, İslam’ın egemenliğini gerçekleştirmek, İslam’ın Müslümanlara yüklediği bir sorumluluktur.
Bu sorumluluk, Müslümanların çevrelerini kuşatan ve İslami olmayan her durumu, İslam’ın öngördüğü yöntem ve üsluplarla İslam’ın amaçları doğrultusunda değiştirmeyi ve dönüştürmeyi gerektirmektedir.
İslami Hareket; İslam’ın gösterdiği hedefleri ve İslam’ın meşru kabul ettiği araçları kullanarak İslam’ın öngördüğü düzenlilik içinde hedefe ulaşmak amacıyla harcanan bireysel ve kitlesel çabalardır.
İslam’ın gösterdiği hedef, dar anlamda Müslüman’ın yaşadığı coğrafi alanda, geniş anlamda ise tüm dünyada Allah’ın şeriatının egemen olmasını sağlamaktır. Böylelikle “din”in yani insanların boyun eğdiği egemenlik kaynağının ve bu kaynaktan alınan hükümlerin sadece Allah’ın olmasının sağlanması ve yeryüzünden “fitne”nin kaldırılması amaçlanır. Bütün peygamberler ve son Peygamber Hz. Muhammed de bunun için gönderilmiştir.
1.Bilgilenme
Her bir hareketin yapısına uygun olan ya da o hareketi ortaya çıkaran birtakım bilgi kaynakları vardır. İslami Hareketin bilgi, eğitim ve dinamik kaynağı, Kur’an-ı Kerim ve sünnettir. Bilgilenmesi, eğitilmesi ve kimliğini bulması Kur’an ve sünnet ile gerçeklemiş nitelikli mü’minler, İslami Hareketin muteber sermayesidir.
İslami Hareket de diğer hareketler gibi fertlerle ayakta durur. İslami hareketin sağlıklı bir varlık olarak ortaya çıkması ve aynı şekilde varlığını sürdürebilmesi, işte bu potansiyelin hem keyfiyet/nitelik hem de kemiyet/sayı itibariyle yeterli olması şartına bağlıdır.
Keyfiyete/niteliğe öncelik tanımamızın gerekçesi, “Nice az sayıda birlik Allah’ın izniyle çok sayıda birliği yenmiştir.(Bakara;249)” ayetinde niteliğin önemine yapılan vurgudur. Bu gerçek hem tarihte hem de günümüzde o kadar büyük boyutlarıyla ortaya çıkmaktadır ki buna “ilahi bir sünnet (Allah’ın değişmez yasası)” nazarıyla dahi bakabiliriz.
İşte böyle bir sünnetin gerçekleşmesi, İslami Hareketin “bilgilenme sorunu”nu, Kur’an ve sünnetten hareketle ve onların gösterdiği istikamette çözmüş olmasına bağlıdır.
Kur’an’la birlikte çağdaş herhangi bir dine muhtaç değiliz. Bizim, demokrasiye, kapitalizme, laikliğe vs. ihtiyacımız yok. Bunları İslamileştirmek gafletine düşmenin de aynı şekilde Kur’ani hidayetten uzaklaşmak anlamına geldiğine inanıyoruz. Buna karşılık deneysel ilimlerin gerçekleştridği keşiflerin Kur’an tarafından haber verilmiş olduğunu belirterek Kur’an’ı –yarın nasıl bir kimliğe büründürüleceği belli olmayan- bir fizik ya da kimya kitabı seviyesine indirmeyiz.
Kur’an ve sünnetin doğru bir şekilde anlaşılması için en önemli şart da “kalpte eğrilik(zeyğ) bulunmamasıdır. (Al-i İmran 3/7) yani Kitaba ve Rasul’e, kendini tam anlamıyla teslim edebilmektir. En doğru yolun ve en üstün, en kâmil rehberlik ve hidayetin onlarınki olduğu kabul edilerek, “Allah ve Rasulü’nün hüküm koyduğu alanlarda kendi seçimiyle iş yapmamak” (Ahzab 33/36) ve “Her türlü anlaşmazlıkta onların hükmüne tam anlamıyla teslim olmak” gerekir.
2.Ahlâk
İslami bilgilenme öncelikle bilenlere ahlaki sorumluluk yükler. Bu bakımdan yüce ahlâkın, zühd, takva, sabır, hakkı tebliğ ve Allah’ın dinini yaşayıp yüceltmek yolunda kınayanın kınamasından çekinmemenin, birinci derecede sorumluları hareketin âlim kadrosudur.
İslami bilgilenme doğrultusundaki ahlâki bir yaşantı, eğitimle çözümlenebilecek bir olaydır. İslami eğitimin en belli başlı araçları ise Kur’an-ı Kerim, sünnet, hayırlı ümmetin güzel yaşantısı ve bu eğitimi gerçekleştirmekle yükümlü kadroların bu doğrultudaki yaşayışıdır. Gözler önünde fiilen gerçekleştirilen pek çok kahramanlığın, kahramanlık kıssasından daha etkileyici olduğu unutulmamalıdır.
3.Kavramlar
Bir düşüncenin, bir sistemin anlatılmasında, açıklanmasında ve bir kültürün başkalarına taşınmasında kavramlar önemli olduğu kadar, bu kavramların doğru kullanılması da önemlidir. Ödünç kavramlar, ödünç alındıkları düşünce sistemlerinin etkilerini, tarihi gelişim ve arka planlarını da beraberinde taşırlar. Bu gerçek, ödünç kavramlarla açıklanmaya çalışılan tezin bulanıklaşmasına ve anlaşılmaz bir hal almasına sebep olur. Ya da ulaştırılmak, anlaşılmak istenen mesaj, ödünç alınan kavramlara uygun bir kimliğe bürünür.
Bu yüzden İslami Hareketin hareket olarak kendini, kendi kavramlarıyla ifade etmeye çalışması muhatapları tarafından doğru anlaşılması açısından önem taşır. İslami Hareketin, İslami kavramların yaygın ve etkin olmadığı bir ortamda kendi kavramlarıyla, kendini izah etmesi elbette ki zor, ancak emin bir yoldur.
İslami Hareketin, kendi öz kavramlarını bırakıp ödünç ve harekete yabancı kavramlarla kendini ifade etmeye kalkışması;
a.Ödünç ve yabancı kavramların muhtevasını ve tarihi birikimlerini İslami harekete mâl etmek gibi potansiyel bir tehlikeyi de beraberinde taşır. (İslâm demokrasisi, İslâmi laiklik terkiplerinden tutun da İslâm radikalizmine kadar…)
b.İslami Hareketin kendini aslına uygun şekilde ifadelendirmesine engel teşkil eder. Eksik ve çarpık bir ifadelendirmeye sebep olur.
“İslâmi tebliğ sürecinde insanlara, anlayacakları dilden hitap etmek işimizi kolaylaştırır” gibi çok basit bir gerekçe, bu iki tehlikeyi göze almak için yeterli değildir.
Büyük cihadı nefisle cihad diye yorumlarsak, ribatı da şeyhle rabıta diye anlatırsak Müslüman, İslâmi Hareketin önemli özelliklerinden biri olan Allah’ın dinini hâkim kılmak için mücadele gereğini nasıl anlayacaktır? Bu gerçek böyle bir durumda hangi yollarla anlatılabilecektir?
4.Ümmet Anlayışı
İslâmi bakış açısına göre, insanlar arası farklılığın esasını inanç farkı teşkil eder. İnsanların farklı bir hukuka sahip olmalarını haklı kılacak tek gerekçe inanç farkıdır. Bu farklı hukukun asla gayr-i adil ve gayr-i insani olmadığını belirtmekle yetinelim. İslâm, yeryüzünde inancın belirlendiği iki ayrı beşeri topluluğu ortaya koyar. Bunlar İslam ümmeti/milleti ile küfür milletidir. Mü’minler tek bir ümmettir, küfür de çeşitliliğine rağmen tek bir millet hükmündedir.
İslâm’ın, beşeriyeti bu şekilde ayırımını gözden tutarak başka beşeri tasniflere girmek İslâmi Hareketi “İslâmilik” vasfından soyutlayacak kadar büyük bir tehlikedir.
Irk, sınıf ya da herhangi bir sosyal katman esas alınarak yapılacak bir tasnifle bu ırk, sınıf ya da katmanın menfaatlerini esas almak, yalnızca onların mazlumiyetlerini bayraklaştırarak, önceleyerek ya da hak etmedikleri yeri vererek yapılacak savunmalar ve bu doğrultuda gösterilecek gerekçeler, savunulan kanaatleri haklı çıkarmadan önce İslâmi Hareketi ümmet olma vasfından uzaklaştıracaktır.
Ümmet anlayışına sahip olmak, göz önündeki problemleri görmezlikten gelip pratikte hiçbir etkisi görülmeyen, çok uzaktaki problemlerle ilgili spekülasyonlar üretmek demek değildir. Ümmet anlayışına sahip olmak, ümmetin problemleriyle ilgilenmeyi ve sıralama alanına koyup ilgi alanına alırken –inanç ve stratejik fikirlerin- dışında beşeri karakterli herhangi bir fikre etkileyicilik şansı tanımamayı gerektirir.
Ümmetin her türlü problemini kucaklamayı önleyecek ya da problemlerin yanlış bir şekilde sıralanmasına ve öncelenmesine neden olacak hizp, mezhep ve meşrep taassuplarına karşı da dikkatli olmak gerekir. Bunlara müsamaha gösterilmemeli, bu tür taassupların ayrımcı, bölücü br karaktere bürünmesine fırsat verilmemelidir. İslâmi Hareketin, hassasiyet göstermesi gereken önemli tehlikeler arasında bunlar da yer alır.
5.Ferdilik
İslam’ın mü’minlerin karşısına koyduğu hedefler, ancak mü’min fertlerin belli bir şekilde bir araya gelmeleriyle gerçekleşebilir. Bunun yanında mü’minlerin bütün hayırlı amellerinde adeta tek bir bedenmiş gibi Allah’a yönelmeleri istenen bir husustur. Namazımızı tek başına kıldığımız zaman vakit bile bu duygudan uzaklaşamayız. Çünkü çoğul kipiyle “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” diye seslenir, “Bizi dosdoğru yola ilet” diye niyaz ederiz. Tek başımıza oruç tutarız fakat oruca aynı zamanda başlar, aynı zamanda orucu bitiririz.
Bütün bunlar Müslüman’ın fert planında tek başına kalamayacağını, diğer mü’minlerle birlikte olması gerektiğini ortaya koyan gerekçelerin bir kısmıdır. Ancak diğer mü’minlerle beraber olmak, ne olursa olsun bir arada olmak diye anlaşılamaz. Mü’minlerin birlikteliğinin birtakım esaslar çerçevesinde olması kaçınılmazdır. Bu esasları ise genel ve kapsamlı şekliyle Kur’an ve sünnet belirler. Gerek anlayış gerekse de yaklaşım ve metot itibariyle İslamilik vasfından uzaklaşan hareketler, en başından mü’minlerin kendileriyle birlikte olmalarını isteme hakkını kaybetmiş olurlar.
İslam’ı eksik, çarpık, yanlış anlayan ve yansıtan bütün cemaatler de bu eksikliklerini tamamlamadıkça, çarpıklıklarını gidermedikçe ve yanlışlıklarını da düzeltmedikçe böyle bir hakkı elde edemezler.
Bu tür yanlışlıkları bünyesinde barındırmayanların bir arada olmasını ve İslam’ın kardeşlik hukuku ve ümmet anlayışı çerçevesinde bir araya gelmesini temenni etmek, bunun için gayret göstermek de İslami duyarlılığın bir göstergesidir.
Müslümanlar kumda kaybolup giden yağmur damlaları olmak yerine, görünen ve görünmeyen kollarıyla, besleyici sızıntılarıyla gittikçe büyüyerek asli yatağında hedefine doğru akan bir ırmak gibi olmalıdır.
6.Siyasal-Sosyal Ortam
İslami Hareketi kuşatan siyasi ve sosyal ortam ne olursa olsun, hareketin metot ve stratejisinde özünü etkileyecek değişikliklere sebep olmamalıdır. Siyasi ve sosyal ortamın başka türlüsüne elverişli olmadığını ileri sürerek yeni metot ve stratejiler üretmek İslami Hareketi saptırmaktan başka bir sonuç vermez.
Siyasi ve sosyal ortamın İslam’a uygun olmaması, ters ve zıt olması, esasen hem iman ve küfür çatışmasının tabii bir gereğidir hem de İslami Hareketin var olma sebebidir. Sosyal ve siyasi bir ortamın bir noktadan sonra tümüyle İslami olması halinde bile İslam, “Yeryüzünden fitnenin ortadan kaldırılıp dinin yalnızca Allah’ın olması”nı (bakara, 193; enfal, 39) cihadın nihai hedefi olarak tespit etmiştir.
BEŞİR ERYARSOY