Kir, kirlenmek, kirletmek kavramları ilk bakışta çok açık ve sarih bir kelime veya kavram. Buna biraz daha yakından ve farklı bir yerden bakma gereğine kaniyim. Kir; vücudun veya nesnelerin üzerinde oluşan pislik. Utanılacak hal. Pis- pislik ise;...
Türkiye İslâmcılığını dünyadan, bilhassa İslâm dünyasından kopararak ülke sınırlarına hapsetmek, yerele çakılmak anlamına gelir. Osmanlı’nın devamı olan bu toplumu İslâm dünyasından koparmak için İslâm coğrafyasında gelişen kültürel, sosyal, siyasal, teknik gelişmelere kendini kapatıp sadece batı değer yargılarına mahkûm ve mecbur etmek, İslâm dünyasındaki İslâmî düşünce ve yapılanmalara sırtını dönmek arzusunda olanlar kökü dışarıda kavramına sığınıyorlar.
İslâmcılığı hangi anlamıyla alırsak alalım, hangi tarihten başlatırsak başlayalım, Türkiye bunun merkezindedir. İslâmcılığı; ister dini naslara uygun yaşama olarak kabul edelim, ister İttihad-ı İslâm’ı sağlamak diye anlayalım, ister, İslâmî bir idare biçimi olarak anlayalım, ister toplumu İslâm ahlakıyla ahlâklandırmak olarak anlayalım … her anlayış biçiminin bu ülke ile alakası vardır. Osmanlı batı ile İslâm adına hesaplaşan son İslâm devleti idi. Elan bile batı ile hesaplaşma dönüp dolaşıp İslâm ile batılı değer yargılarının karşılaşmasına, bir yerde hesaplaşmasına dayanıyor ve bu ülke bu konuda batı ile hesaplaşmada bir yere sahip. Bu karşılaşma/hesaplaşma; fikri, siyasi, kültürel, ekonomik tüm yönleri bünyesinde taşır. Bu hususta İslâmcılığı; kendi kültür havzalarında durarak, yeni gelişmeleri de hesaba katarak modern dünyayı önce anlama sonra sapkınlıklarına karşı durma, çare arama, alternatif sunma olarak anlamalıyız.
Halkı Müslüman olan ülkelerin dünya siyaset sahnesinde özlü varoluşu ancak öz ve orijinal kimliği olan İslâmcılıkla mümkündür.
İslâmcılık bütün Müslüman kavimler için, üst kimliktir, bu üst kimlik yerel unsurları da beraberinde taşır, özelliği ve orijinalliği de bundadır ve bundandır.
Batıdan gelen düşünceler, anlayışlar, yaşayışlar, icatlar, idare biçimleri ne hikmetse kökü dışarıda diye kabul edilmiyor. Batı veya doğu sosyolojisi, psikolojisi, tarih felsefesi, iktisat anlayışı ve düzenlerini savunmak bir nevi yerli, bu topraklara aitmiş kabul görüyor. İslâm dünyasına ait bir fikir, düşünce, anlayış, yaşayış, giyim tarzı vb. hususlara şüphe ile bakılıyor.
Mesela “faizsiz bir ekonomi” den bahsedilirse bu kökü dışarıda olmuş oluyor, ama kapitalizmin azgın faizcilik ve sömürü düzeni bir nevi yerli sayılıyor. Meseleye insanlığın bugünü ve geleceği açısından bakmak yerine batıyla uyumlu olup olmamasına bakılıyor. Batı değer yargıları Türkiye’nin de vazgeçilmez değerleri sayılıyor. Buna biraz şüphe ile bakanlara yafta hazır “kökü dışarıda” bir yerlere yamıyorlar.
Bu ruh halinden kurtulmamız lazım; insanlığın geleceğine olumlu katkı sunan her şey bizimdir. İslâmcılık; fıtratı muhafaza eden, gelecek nesilleri maddî ve manevi olarak donatan her türlü olumlu ameliyenin kendisidir. Bugünün dili ile ve bugünün problemlerini göğüsleyerek ıslah için atılan adımların tümü İslâmcılık dairesindedir.
Dil, renk, coğrafya farklılıkları, İslâm açısından zenginliktir. Osmanlı’nın son dönemlerinde bu farklılıklar gündeme getirilerek devletin çökmesine vesile kılındı, bu konudaki tereddütleri anlamak mümkün lakin Osmanlı’nın yıkılışını sadece bu farklılıklara bağlamak biraz ırk merkezli, kavim, soy-sop bağnazlığını da taşır.
Bu o kadar ileri götürüldü ki, Türkiye’de herkes Türk’tür, diyerek ülkenin önü tıkandı ve içeride başka ırkçılıkları körükledi. Ayrıca elan bile ülke içinde bir yerlilik ve sonradan o ile yerleşme diye ayırımlar yapılmaktadır. Bu ırkçı bakış Türkiye’yi sadece İslâm dünyasından koparmakla kalmadı içeride, Türk ve Türk olmayan diye ayırımcılığa dönüştü. Bu hal siyasete, bilime, iktisadi ilişkilere, devlet kademelerinde yer edinmeye kadar yer edindi. Bu bakış açısı meslekler arası kayırmacılığa ve meslek taassubuna da dönüştü. Siyasalcılar, İTÜ’lüler, ODTÜ’lüler, Boğaziçi’liler… şehir milliyetçiliğine kadar indi. Bütün bu dar kafalılığın temelinde “kökü dışarıda” saplantısı vardır.
Yetenek, çalışkanlık, adalet, ahlâk, dürüstlük, işine odaklanma, aldığı vazifeyi icra etme kaldırıldı yerine sadakat ve bağlılık getirildi. Ahlâktan, yetenekten, liyakatten, dürüstlükten, adaletten yoksun, ondan arınmış bir sadakat neye yarar ve ülkeyi nereye götürür.
Evvela Türkiye’deki İslâmcılar, ülkeyi bu tür hastalıklı ruh halinden ve bu hasta ruhlulardan temizlemekle vazifelidir ve bu vazifeyi ifa etme mecburiyetindedirler. Mecburiyetler tahtında kurulan ve o zamanın şartlarına göre dayatılan bazı cumhuriyet ilkeleri ve kuruluş anında tesbit edilen bazı düşünce ve anlayışların bugün geçerliği kalmamıştır, elan o günün korkuları ile bugünü değerlendirmek ve bugün o şartlar devam ediyor diye düşünmek, bakmak elimizi kolumuzu bağlar.
İster içeriden dışarıya doğru bakalım; fert, aile, sop, kabile, mahalle, toplum, devlet, medeniyet ve insanlık. İster yukarıdan aşağıya doğru bakalım; insanlık, İslâm medeniyeti, devlet/İslâm devleti, toplum, mahalle, aile, fert. Nereden hareket edersek edelim bunlar birbirine bağlı ve iç içe girmiş halkalardır, bunları birbirinden koparmak ise inkıta doğurur. Kesinti beraberinde boşluk getirir. Boşluk büyüdükçe telafisi zorlaşır. Eğer biz kökü dışarıda diye genel insanlık âleminden koparsak küçülürüz ve davamız varsa onu insanlara/insanlığa ulaştıramayız. İslâm medeniyetinden koparsak kendi varoluşumuzdan kopmuş oluruz. Bunun acı tecrübesini bu ülke harf inkılabıyla yaşadı aradaki boşluğu, kesintiyi bir türlü kapatamıyoruz. Medeniyetimizden kopmak, kendimizden kopmak ve yabancılaşmak olur. Bu yabancılaşmayı meşrulaştırmak için İslâm dünyasıyla irtibatlandırılan bağlara eğer kökü dışarıda diye bakarsak sonu İslâm medeniyetin kopmak olur. Medeniyetten kopuş beraberinde bütün İslâm anlayışından kopuşu getirir. Medeniyet çökerse veya biz medeniyetimizden ayrılır başka medeniyetlere bağlanırsak İslâm devleti de İslâm toplumu da, Müslüman aile de, İslâm ahlâkı da, İslâm adaleti de çöker, telafisi de mümkün değildir. Bunların çöktüğü yerde insanlığımız da, gücümüz de çöker değersizleşiriz. Çünkü biz değerimizi dinimizden, medeniyetimizden alıyoruz.