Kir, kirlenmek, kirletmek kavramları ilk bakışta çok açık ve sarih bir kelime veya kavram. Buna biraz daha yakından ve farklı bir yerden bakma gereğine kaniyim. Kir; vücudun veya nesnelerin üzerinde oluşan pislik. Utanılacak hal. Pis- pislik ise;...
Allah düşmanları, İslam ve Müslüman karşıtları, fıtrat bozucular, kâinata savaş açanlar hep birlikte harekete geçtiler. Herkes, bulunduğu yer ve mevkiine göre ehl-i İslam’a ve İslam’ın kendisine cephe açmış durumda.
Yeni Zelanda’da Cuma günü cami cemaatine yapılan saldırı haçlı zihniyetin ve vahşetin açık ve örtülemez bir göstergesidir.
Bu zihniyetin gelecekte de neler yapabileceğinin ipuçlarını veriyor. Saldırganın manifestosu başlı başına ibret verici bir vahşet ve kin kusuculuk taşır.
Yüce Rabbimiz bunların ruh halini bize şöyle tanıtıyor; “Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size ayetleri açıkladık.” (Al-i İmran 118)
Hamdi Yazır tefsirinde; “Evvela size fesat ve zarar yapmakta hiç kusur etmezler. Size meşakkat ve zahmet veren şeylerden memnun olurlar. Buğuzları ağızlarından taşmış, aleyhinize devamlı propaganda yapmaktadırlar. Halbuki sîne (göğüs, kalp)lerinde gizledikleri öfkeler, kinler daha büyüktür” der.
Üstad Seyyid Kutub ilgili ayetin tefsirinde şöyle haykırır; “Bu, gizli duyguları, görünen davranışları ve gidip gelen hareketleri gösteren ve ruhların derinliklerinde görünen izlerini konuşturan net ve mükemmel bir portredir. Bu suretle her zaman ve her yerde benzeri görülen bir insan tipini canlandırıyor.
….
Oysa onlar, Müslümanlar için ızdırap ve fitneden başka birşey dilemezler. Gece gündüz, fırsatını buldukça, Müslümanlara eziyet etmekten, yollarına diken serpmekten onlara hile ve desiseler hazırlamaktan geri durmazlar.
….
Kur’an-ı kerimin çizdiği bu manzara, İslâm ve Müslümanlar hakkında besledikleri korkunç kini, tasarladıkları kötülüğü ve göğüslerinde kaynayan kötü niyetlerini ustaca çizmektedir.
…
Bu aydınlatma ve sakındırma, belli bir tarihsel dönemle sınırlı olmayıp, her zaman pratik hayatta karşılaşılan sürekli bir hakikattir. Şu andaki durumumuz bunu açıkça doğrulamaktadır.”
İşte Yeni Zelanda saldırganının ağzından çıkan kin dolu sözleri bunları doğrulamaktadır.
Ehl-i küfrü razı etmemiz, onlarla dost olmamız mümkün değildir. Kitabımız onların ruh hallerini izah ederek bizi uyarmakta, lakin kapıldığımız “Batılılaşma Serüveni” bizi kör eylemekte, gerçekleri göremez hale sokmaktadır.
Şimdi son birkaç gün içinde peşpeşe yapılan İslam karşıtı eylemler ve söylemlerine kısa bir bakalım;
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun oğlu babasının sözlerini alıntılayan Yair Netanyahu şu ifadeleri kullandı: “Ona (Türkiye Başkanı Tayyip Erdoğan’a), İstanbul'un adının Konstantinapol olduğunu ve Türk işgalinden önceki bin yıl boyunca Bizans İmparatorluğu'nun ve Ortodoksların başkenti olduğunu hatırlatırım. Türkler, Yunanlara, Süryanilere ve Ermenilere soykırım yapmış, Anadolu'daki tüm Hristiyanlara etnik temizlik uygulamıştır. Onlar etnik olarak bütün Hristiyanları küçük Asya'dan temizlediler.”
Elli yıldan fazladır kapısında beklediğimiz AB (Avrupa Birliği) son AP Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınması önerisinde bulunan kararı Strasbourg’daki genel kurul oturumunda oy çoğunluğuyla kabul edildi. Oylamaya katılan 622 parlamenterden 370’i karar lehinde, 109’u ise karar aleyhinde oy kullandı. 143 parlamenter çekimser kaldı.
Yani böyle bir karar aldı, dahası; AP, Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi de savunmakta. Ancak bu güncellemeyi reform sürecine ve insan hakları ve temel özgürlüklere saygı koşuluna bağlıyor.
Demek oluyor ki; bizimle ortaklık ve ticaret yapabilmeleri için bizim kendileri gibi olmamızı istiyorlar. Kendileri gibi olmaya çalıştığımızda da ne kendimiz kalabiliyoruz ne de tam onlar gibi olabiliyoruz. Yani araftayız. Bu arafta kalmak bize daha neler kaybettirecek.
Kararı yorumlayan raportör Kati Piri, Türkiye’yle katılım müzakerelerinin askıya alınmasını istediklerini belirterek, “Başkan Erdoğan’la bu üyelik müzakerelerini yürütmek bir saçmalık…” diyor.
***
Yeni Zelanda Saldırganın tehditleri de hafife alınacak cinsten değil; değişik ülke başkanlarına ve itibarlı kişilere hakaretler yağdırıyor, tehditler savuruyor. Türkiye’ye özel bir bölüm açmayı ihmal etmemiş; “Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz'ın Doğu yakasında. Ama Boğaz'ın Batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz, Avrupa'ya gelirseniz sizi öldüreceğiz. Konstantinopolis’e gelir, tüm Cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak.”
Cuma vakti iki camiye otomatik silahlarla saldırılması sonucu en az 49 kişinin hayatını kaybetmesine, 20’den fazla kişinin de yaralanmasına sebep olan terör saldırısını “Avustralya ve Yeni Zelanda’da artan Müslüman varlığıyla” açıklayan Senatör Anning, “Açık olalım, genelde katil olmalarına rağmen bugünün kurbanları Müslümanlardır. İslâm inancı başlı başına altıncı yüzyıldaki despot bir dini liderin şiddet ideolojisinden ibarettir.”gibi sözleriyle İslâm ve Hazreti Muhammed hakkında hadsiz ifadeler kullandı. Senatör hızını alamayarak; “İslâm dinine mensup olanların bugünkü saldırıda katil pozisyonunda bulunmamaları, kendilerini suçsuz yapmaz” ve çirkin sözlerini tamamlamadan önce İncil’den de bir alıntı yaparak, “Silah kuşananlar, silahla öldürülmelidir. Şiddet dinine mensup olan ve bizi öldüreceğini söyleyenler, birisi çıkıp da kendilerini kendi sözleriyle vurunca şaşırmamalıdır.” pasajını paylaştı.
Mescid-i Aksa’da Siyonistler (Siyonist olmayan kaç Yahudi var?) hergün neler yaptıklarını dünya görmektedir. ABD’nin, AB’nin Rusya’nın, Çin’in İslam dünyasına yapmakta olduklarını saymaya kalkışırsak ömrümüz biter yapılan saldırıların, haksızlıkların, öldürmelerin, talanların, kaçırılan tarihi eserlerin, harap ettikleri tarihi mirasın tayin ve tesbitleri bitmez.
Biz ne yaparsak yapalım onları (İslam ve Müslüman düşmanlarını) memnun edemeyiz.
Vakıayı, olmakta olanları yok sayamayız. Söylediklerimiz hayal ürünü, masabaşı uydurulmuş veya tarihte yaşanmış olmuş bitmiş şeyler de değildir. Hepimizin gözü önünde cereyan etmekte ve hergün yenileri eklenmektedir.
Şimdi yeni durumla karşı karşıyayız; kendi değer yargılarımızı sorgulayarak başlattığımız batılılaşma serüveni son noktasına varmış durumunda. Yani biz kendimiz kalarak batıyla entegre olamıyoruz. Batı -İslam dışı tüm güçler- önce bizi var kılan imandan, ahlaktan, yerel değerlerden, onların hayat tarzlarına uymayan yaşantı biçimimizden, aile yapımızdan, örf–adet ve geleneklerimizden, esatirimizden, tarihi birikimimizden, İslam ilim geleneğinden vazgeçmedikçe bizi asla kabul etmeyecek, kendine denk görmeyecek.
Bugüne kadar kulağımıza üfürülen batı düşünce tarzı, demokrasi havariliği, batı tarzı eşitlik, batı tarzı kadın-erkek iletişimi/irtibat kurma biçimi, batı ilim geleneği, batı tarzı akıl yürütme şekli, akıl-nakil ilişkisi, batının vahye bakışı, kısacası kainata, olaylara, insan-Allah ilişkisi, insan-insan ilişkisi vb. son noktaya gelmiş bulunmaktadır.
Yeni bir anlayış ve bakış açısıyla batıya bakmamız lazım gelir. Dünya Müslümanları kendilerini yeniden inşa etmenin yollarını aramalıdırlar.
Bu genel değerlendirmeden sonra Türkiye özeline gelirsek; ilk önce acilen AB ile ilişkiler tekrar gündeme gelmelidir. Yeni baştan AB ile müzakere kriterleri belirlenmeli. AB bize ev ödevi vererek hizaya sokma anlayışını sürdürürse Türkiye bunları asla kabul etmemelidir. AB’den alacağımız hiçbir insanî değer kalmamıştır. Biz insanlıktan, ahlaktan, imandan, aileden, İslam ilim geleneğinden, İslam devlet yapısı biçiminden, faizin, rüşvetin haram oluşundan vazgeçerek bunlardan kaçarak veya bunları vahiyden kopararak batının hoşuna gidecek kalıba sokarak batıyla irtibattan fayda sağlayamadık bunların zararlarını da gördük.
Türkiye, kendisini tarih sahnesine çıkaran ve itibar kazandıran İslam’ın temel değerlerine dönmenin vaktinin geldiğine inanmalıdır.
Aslına bakılırsa; İslamcılar, muhafazakârlar, Türkçüler, millilik iddiasında bulunan her kesim batıcılıktan medet ummamalıdır. Tarih boyunca batıcı akımlara karşı olan bu kesimler ne hikmetse AB ile uyum programlarından rahatsızlık duymuyorlar. AB’ye girmek/ girebilmek batılılaşmanın en zirve noktasıdır. Jön Türklere, İttihatçılara, Batıcı-Türkçülere karşı çıkıp AB’ye (bu şartlarda) girmeyi olumlulamak, bunun için taviz üstüne taviz vermek büyük bir çelişkidir.
Batı medeniyetini mutlak doğru kabul etmenin çağı kapanmıştır, bunu hâlâ anlayamayan, haçlı zihniyetine meftun olmuş, cazibesine kapılmış batıya ruhunu teslim etmiş zevattır. Batı ve doğu ile ilişkiler, iki eşit ve iki farklı insanın, devletin, medeniyetin ilişkileri seviyesinde olursa bizim için bir değer ifade eder. Batı durduğu yerde durarak bizi kendine çekerek, kendine benzeterek kendi içinde eriterek bir diyalog bir ilişki biçimini istiyor. Bugüne kadar bu konuda başarılı da olmuştur.
Bir de haçlılık sadece askeri ve fiili işgal ile tek başına izah edilemez, ne zaman bize fiili saldırı yapılırsa haçlılık aklımıza gelir. Halbuki, haçlılık bir zihniyet meselesidir, bir hayat tarzı meselesidir. Bunun kültür yönü vardır, ahlak yönü vardır, toplumsal örgüleme biçimi vardır, bir aile anlayışı vardır, eşyaya ve kainata bakış açısı vardır. Devlet düzeni vardır, iktisadi anlayışı vardır.
Batıcılıkla haçlılık ruhunu birbirinden tamamen ayırmak da yanlıştır. Haçlı zihniyeti batı değer yargılarının ürettiği bir haldir. Modern batı dünyasının son zamanlarda yapıp ettikleri bunu fazlasıyla kanıtlamaktadır. Ama takatten düşmüş İslam dünyası bunu görmek istemiyor, adını koymaktan çekiniyor. ABD’nin Rusya’nın, Fransa’nın Almanya’nın, İtalya’nın, İngiltere’nin bu asırda çağımızın bu teknolojik döneminde bütün dünyanın gözü önünde yaptıkları ile Haçlıların yaptıkları arasında ne fark vardır?
Bunun farklı olduğunu kim söyleyebilir.
Öyle ise ne yapmamız gerekir?
….