Kişiler olarak her birimiz/özümüz, ailemiz, akrabalarımız, çevremiz, mensubu bulunduğumuz camiamız, içinde yaşadığımız şehrimiz, ülkemiz, bölgemiz, medeniyetimiz, dünyamız yeni bir durumla karşı karşıya. Buna yeni bir kuşatma, yeni bir saldırı...
Nihat FERAH
Kadim şehrin güneybatısındaki tekkede; avluda, koca dut ve çınar ağaçları altında mezarlardaki ulu şeyhlerle iç içe yaşanan bir hayat ve bu hayatın vazgeçilmezi müminlere feyz kaynağı olan sohbetlerden biri yapılıyordu. Şeyh Mehmet Vakıf Efendi pür dikkat kendisini dinleyen müritlerine sorar:
—Namütenahi mal varlığınız olsa nasıl değerlendirirsiniz?
Cevaplar muhteliftir. Kimi okul, kimi yol, kimi imaret, kimi de çeşme yaptırarak insanlara hizmet edip ecrini yüce Mevla’dan bekleyeceklerini söylerler. Pekmez hane işletmecisi Hafız Ragıp Efendi, Şeyh Efendiye hitaben:
Efendi Hazretleri, siz olsaydınız ne yapardınız?
“Tüm paramla kitap alır, onları okur ve okuyanlara dağıtırdım.” der Şeyh Efendi.
Hafız Ragıp Efendi: “Tuhaf! Bizim pekmezhanede çalışan Nihat, işten arta kalan zamanlarda ek işler yaparak oradan kazandığı paralarla geçinir. Benden aldığı aylık üç yüz liranın tümünü de kitaplara yatırır.” der. Şeyh Efendi: “hangi Nihat?” diye sorar. Hafız Ragıp Efendi: “Hacı İbo’nun oğlu Ahmet Efendi’nin oğlu Nihat!” der. Şeyh Efendi: “Haa, şu bizim deli müezzin… Vallahi o hepinizden daha akıllıymış.” der.
27 Mayıs darbesi olmuş tüm iktidar partisi milletvekilleri ve bakanlar kurulu üyeleri tutuklanmıştır. Sıkıntılı bir güne uyanan şehir ahalisi duvarlara yazılan yazılarla sarsılır. Duvarlardaki yazılarda; Halk, özgür iradesiyle seçip iktidar yaptığı insanlara sahip çıkarak cuntacılara direnişe çağrılmaktadır. Haber Ankara’ya ulaştığında o şehirde isyan endişesine kapılan darbeciler, panikleyerek, savaş uçaklarını şehrin semalarında alçak(!)tan uçuş yaptırıp, şehirdeki devrilen iktidar ileri gelenlerini tutuklayarak, sindirme operasyonu başlatırlar. Onlarca kişi tutuklanarak işkencelerden geçirilir. Nihat Hoca karakola gider ve yazıların tümünü kendisinin yazdığını söyleyerek günahsız insanların salıverilmesini sağlar. Evet, yazıları kendi yazmış, halkı cuntacılara karşı direnmeye davet etmiştir. Tutuklanarak ağır işkencelerden geçirilir. Bu başkaldırı girişiminin arkasında birileri aranmaktadır. Bireysel bir hareket olduğu kanaati hâsıl olunca, önce Malatya’ya, oradan askeri kargo uçağıyla âlimlerin ve devrin en zorlu cunta muhaliflerinin toplandığı Sivas Cezaevi’ne nakledilir.
Sekiz ay cezaevinde kalır. Bu süreç tam bir “Medrese-i Yusufiye”dir Nihat Hoca için. Doğu ve Güneydoğu’nun en değerli âlim ve kanaat önderleri ile yapılan sohbetler ve edinilen bilgiler cezaevinin soğuk, rutubetli ve kasvetli havasını baharistandaki gülistana çevirmiştir.
Çıkarıldığı mahkeme tarafından beraatına karar verilir. Cezaevinden çıktığında tutuklanma ve içeride yapılan işkencelerden çok, halkın korkudan kendisine selâm vermemesi kahretmiştir onu.
***
O, kariyerin ve imajın her şey kabul edildiği bir dünyada, sadece orta ikiye kadar okuyabilen biridir. Babasının çifti çubuğu uğruna okuldan ayrılmış; ama içindeki okuma aşkını ve âlimlere olan derin saygısını hiçbir zaman yitirmemiştir. Fotografik bir zekâya sahiptir. Okuduğu bir sayfayı bilgisayar belleği gibi hafızasına kaydeder, 40 yıl sonra en ince ayrıntısına kadar nakleder. İslâmi ilimleri, Hadis, İslâm hukuku, İslâm tarihi başta olmak üzere batı klasikleri ve felsefi akımları, batılı felsefecileri, bu akımların mukayeseli yorumlarını yapacak şekilde bilir. Yakın çağ tarihine, olaylara ve kahramanlarının hayat hikâyelerine en ince detaylarına varıncaya kadar vukufiyeti ile şaşırtır dinleyenleri.
Şairdir. Şiirlerinde heceyi ve aruzu aynı maharetle kullanabilir. Zalimlere, haksız ve hukuksuzlara yazdığı taşlamalarda; Kaygusuz Abdal, Eşref, Neyzen Tevfik ustalarından hiç de geri kalmadığını ispatlayan enfes şiirleri vardır. Şiirleri “Divan-ı Nihat ”adlı kitapta yayınlanmıştır.
Kitaba alınanın en az iki katı nefis taşlamalar, dava konusu olacağından sayfalara konmamıştır.
Musikişinastır. Türk Sanat Musikisi eserlerinin önemli bir bölümünü bestekârı, güftekârı, makamı, yazılış hikâyesine kadar bilir ve icra eder.
Nihat Ferah bir “Safahat” hafızıdır. Onu, bir panelde Mehmet Akif’i anlatırken, bir konferansta eğitim fakültesi öğrencilerine ‘Türk Şiiri ve Edebiyatı’ hakkında hitap ederken, “Taceddin Dergâhı”nda fıkhi ve tarihi soruları cevaplarken görebileceğiniz gibi, tarihi bir caminin satın alınarak yıkılmasını önlemek için, şehrin tüm insanlarını sokağa döken bir halk önderi veya Ankara kapalı cezaevinde Marksist sanatçı Yılmaz Güney’i, İslâm’ın insanların eşitliğine verdiği önemi tasdike mecbur bırakan bir ikna edici olarak da görebilirsiniz. Nihat Ferah, katıksız bir mürteci(!) olduğu halde en yakın arkadaşı komünist Avukat Nafiz Sanlı’dır.
O, ne yaşarsa onu söyleyen, ne söylerse onu yaşayan bir âlim, iflah olmaz bir demokrat, su götürmez bir entelektüel, usta bir şair, sevgilisi Mehmet Akif Ersoy gibi tevazuda toprak, zalim ve hukuksuzlara karşı öfke ve celadette yanardağdır.
27 Mayıs’ı “eşkıya baskını” olarak ifade eder. Başta 27 Mayıs, 12 Eylül olmak üzere fikir suçlusu olarak 163. Maddeden defalarca zindana atılmış, yıllarca hapis yatmış, ağır işkenceler görmüş, bu işkencelerden sakat kalmış ve sonunda tüm duruşmalardan beraat etmiştir.
Seçtiği insanların darağacına gitmesine suskun kalan halka karşı kırgındır. Hayatı boyunca cuntacıların tanklarının üzerine yürüyen bir halk tahayyül etmiştir. Ne acıdır ki 15 Temmuzdaki kahramanlık destanını görmeden ebedi âleme göç etmiştir. Uğrunda yıllarca hapis yattığı hayali, Türk halkı tarafından dünyaya örnek teşkil edecek kadar muhteşem bir direnişle gerçekleştirilmiştir. Bu direnişi görseydi halkına olan kırgınlığının, hayranlığa dönüşeceğine şüphe yoktur.
2 Nisan 2016 Cumartesi günü ikindi namazını eda ettikten dakikalar sonra 84 yaşında (zalimler hariç) herkese helallik vererek vuslata erdi.
Avukat Nafiz SANLI
1974 Kışı, Kilis’te büyük toplumsal olayları da beraberinde getirmişti. 459 yıllık tarihi Hacı Derviş Camii 1940’lı yıllarda satıldıktan sonra, o kış, satın alanlarca yağmurlu bir gecenin karanlığında, gizlice, minaresi ve kubbesi başta olmak üzere yıkılmaya başlanınca halkın tepkisi bir gün sonraya da taşarak, şehrin gördüğü en büyük protestoya dönüşmüştü. 20 bin kişinin katıldığı bu protestolar, gayesinden uzaklaşıp yıkımı yapanların ev ve iş yerlerinin tahribi ve kısmi yağması ile sonuçlanmıştı.
Olayların ardından geniş tutuklamalar yapılmıştı. İçlerinde AP, MSP, MHP ilçe başkanları da olan suçlu-suçsuz onlarca insan geceyi Kilis Kapalı Cezaevi’nde geçirmenin şaşkınlığıyla uyanmışlardı yeni güne. Her kafadan bir ses çıkıyordu. AP İlçe Başkanı Sabit Erentürk; lideri Süleyman Demirel’in derhal olaya müdahale ederek kendisini savunmak üzere hukukçu parlamenterleri Kilis’e göndereceğini söylerken, MHP’liler; ilk gelen ziyaretçilerin kendi hukukçuları olacağını savunuyorlardı. MSP ilçe başkanı Selim Diyarbakırlı söze karışarak şunları söylüyordu:
“Arkadaşlar! Hiç yere kendinize boş hayaller kurmayın. Buraya parti genel merkezlerinden hiç kimse ilk gelen olmayacaktır. İlk gelecek olan bizim Nihat Ferah Hocamızın “komünist” lakaplı arkadaşı avukat Nafiz Sanlı olacaktır.”
Bir süre sonra gardiyan Nihat Ferah Hoca’nın yanına gelerek müdürün odasında ziyaretçisinin olduğunu söyler ve Hoca’ya refakat ederek götürür. Gelenler, gerçekten avukat Nafiz Sanlı, kütüphane müdürü Hüseyin Polat Demir ve Bilim Kitapevi sahibi Recep Gerekol’dur. Zıt kutupların iki devi odada nemli gözlerle kucaklaştıktan sonra aralarında şu diyalog geçer:
—Nihat, bana hemen bir vekâletname ver. Tutuklanmana itiraz eder seni hemen buradan çıkarırım. Zira herkes gibi bütün güvenlik güçleri de gördü senin cansiperane bir şekilde yağma ve talanı önlemek için yaptığın mücadeleyi.
—Nafiz Bey, biz bir ortak dava sonucu buradayız. Tüm arkadaşlarımın savunmasını alacaksanız hemen vekâletnamemi vereyim, aksi halde, arkadaşlarımı satmam anlamına gelecek böyle bir şey için beni zorlamayınız lütfen.
—Hocam, gözünü seveyim inat etme! Ben bunların savunmasını alamam. Camii için mücadele eden yalnızca sen ve birkaç arkadaşın. Diğerleri kapitalizm ve faşizme ya kalpten ya mideden ya da beyinden bağlıdırlar. Vekâletini ver, hemen mahkemeye itiraz edeyim bir dilekçeyle seni özgürlüğüne kavuşturayım.
—Avukat bey, hiç ısrar etmeyin. Bunca yıllık arkadaşız. Bunu yapmayacağımı en iyi sen bilirsin. Beni anlamalısın. Ya hepimizin savunmasını al ya da bizi kendi kaderimize terk et. Bu gibi davalarda münferit hareket etmek ancak korkak ve acizlerin kârıdır.
—Sabahın ilk ışıklarıyla geldim. Gece gözüme uyku girmedi. Sen dünyanın en mazlum kişilerinden birisin. 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, çektiklerin yetmedi mi? Aylarca hapis yatıp ağır işkenceler gördün. Hâlâ inat ediyorsun. Vekâlet vermeyeceksen bari tutuklanmana şu dilekçeyle itiraz et. Belki işe yarar.
Dilekçe işe yaramamış; bu iki kadim dost, bu iki zıt kutupların; ama aynı idelerin adamı 8 ay birbirinden ayrı düşmüştü. Onların idealleri; sömürü ve zulüm, adaletsizlik ve hakkaniyetsizlik kimden ve nasıl gelirse gelsin, onların karşısına onurluca çıkmak ve sonucu ne olursa olsun buna direnmektir.
Nafiz Sanlı 1919 yılında Kilis’te Hasenek çıkmazındaki evde doğmuştur. Babası “Acar Kafa” lakabıyla tanınan, Arapça ve Kürtçe bilen, büyük toprak sahibi ağalardan Tahir Ağa’dır. Nafiz Sanlı, ilk ve orta mektebi Kilis’te, lise tahsilini Gaziantep’te tamamladıktan sonra askere gitmiş. Bu görevini üç yıl yedek subay olarak Konya Ereğli’de yapmıştır. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olmuş, iki yıl Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesinde ‘hazine avukatlığı’ yapmış. Bu görevinden istifa ederek ayrılıp ömrünün sonuna kadar doğduğu şehirde avukat olarak çalışmıştır. 1981 yılının 28 Ekim günü, yanındaki kadim dostu Nihat Ferah’a: “Hocam; sen bizi din karşıtı mı sanırsın? Bizim karşıtlığımız dini kullanarak bir yerlere gelen istismarcılara idi. Hadi beraber bir Yasin-i Şerif okuyalım.” der ve o halde ruhunu Rahman’a teslim eder.
Şehrin tanınmış ve zengin ailelerinden biri olan Sanlı ailesine mensup olmasına rağmen, O, hayatı münzevi bir derviş gibi yaşamış, Kilis’te Marksist düşüncenin duayen ismidir. Hiç evlenmemiştir. Dostları, onun sık sık mektuplaştığı İşçi Partisi lideri Behice Boran’a platonik bir aşkla bağlı olduğunu söylerler.
Meslek hayatında, hiçbir kaçakçının, hırsızın, namusa tasallut edenin davasını almamış ve onları savunmamıştır. Ama mazlum ve biçarelerin her davasına “başını açarak” koşmuş, mazlumun kimliğine, etnisitesine, inancına, düşüncesine bakmaksızın onları savunmuştur. Dürüst, kul hakkına azami ölçüde dikkatli, haksızlığa ve haksızlara hiç tahammülü olmayan asabi mizaç bu insanın gençlere öğütleri hep şu olmuştur: “Gençler! Haksızlığa karşı şahlanın ve hakkı teslim edene kadar mücadeleye devam edin. Minareden düşseniz bile dik düşmelisiniz. Haksızlığa karşı, haksız kim olursa olsun haklının yanında direnin. Haklı, sizden çok uzak düşüncelerde olsa bile.”
Kilis’te düşünce bazında derin izler bırakan “komünist” Nafiz ile “şeriatçı” Nihat Hoca’nın tanışıp arkadaş olmaları da ilginç bir tesadüfün eseridir. 1970’li yıllarda dinin ve devletin en büyük düşmanı olarak gösterilen büyük bela ve düşman kominizim olarak nitelendirilmektedir. Resmi ağızların bu söylemi, milliyetçi-muhafazakâr (o zaman ayrışmamışlardı) kesimlerde karşılık bulmuş ve her ilde, ilçede “Komünizmle Mücadele Dernekleri” kurulmuştu. Kilis’te de postanenin karşısındaki Sanlı Pasajı’nın alt katındaki bir mekânda, Nihat Ferah önderliğinde bir gurup tarafından bu dernek kurulur. Pasaj sahibi Nafiz Sanlı’nın yeğeni olan zat, Nihat Hoca’ya bir teklifte bulunur:
—Hocam, şu benim komünist amcama dört sille çekin, sizden bir yıl işyerinin kirasını almayayım.
—Oğlum bizim satılık sokak kabadayısı olduğumuzu size kim söyledi? Sen nasıl edepsiz bir adamsın? Böyle bir şeyi teklif etme cesaretini kimden alıyorsun? Yoksa cebindeki senin gibi ikiyüzlü kâğıt parçalarının çokluğu mu seni cesaretli kılan? Şunu bil ki senin amcan ne senin gibi kul hakkı yemiştir ne de kaynağı belli olmayan servetin sahibidir. Bizim düşüncelerimiz farklı olabilir ama senin amcan bana göre ailenizdeki en dürüst kişidir.
Bu olay, bir tanık tarafından Nafiz Bey’e anlatılınca: “Yahu getirin de şu adam gibi adamla tanıştırın beni. Tam benim meşrebimdenmiş.” der. Tanıştırılırlar ve bir daha ölünceye kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Bir gün Nafiz Bey, Nihat Hoca için: “Yahu ömrü hayatım boyunca bir kafa dengi adam buldum, o da şeriatçı çıktı. Bir kafa dengi sosyalist bulamadım.” diyerek dertlenir.
Gece yürüyüşleri ünlüdür Nafiz Sanlı’nın. Kendisini can kulağı ile dinleyen gençlere bilgi ve birikimini tükenmez bir sabırla anlatır. Bazen durur sokak lambaları altında, soluklanır puslu ışıklarda. Hiç de tekin olmayan, siyasi cinayetlerin en yoğun olduğu gecelerde umursamaz tehlikeyi ve sürdürür söylevini.
Çok yönlü bir ideal adamını “karşı kamptan” bir kişi ancak bu kadar anlatabilirdi. Gönül ister ki “kendi kampından” olan ve en dürüst yerli sosyalist Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kitaplarını ülkemiz kültür hayatına kazandırmaya çalışan sevgili Ahmet Kale, yıllar sonra gelip Nafiz Sanlı’nın mezarını yaptırdığı gibi, onunla ilgili hatıralarını da yayınlasın.
Mahmut KAÇARLAR