İNSAN HAYATINA ÖNSÖZ YAZMAK

"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır." (Tirmizî, Zühd 14; İbn-i Mâce, Zühd 3) Öğretmen ya da hoca dediğimiz kişi; bir bilim dalını, bir sanatı, bir tekniği veya belli bir bilgiyi öğretmeyi kendisine meslek edinmiş kimsedir. Bu mesleğe de öğretmenlik denir.

 

Öğretmenlik mesleği insan tarihinin en özel, en anlamlı en kutsî mesleklerinden biridir. Gayesi insan ve insanı en iyiye taşımak olan bu meslek acaba günümüzde hak ettiği değeri, itibarı geçmişteki gibi görebiliyor mu? Dünden bugüne bu mânâda neler, kimler değişti? Bu konuyu irdelemek ve üzerinde durmak isterim.
Eskiden öğretmen olmak her babayiğidin harcı değildi. Öğretmen dedin mi o kişi devletti, saygıdeğer bir zattı, onun her dediği makbuldü. Hele ki küçük beldelerde görev almışsa, tayini köylere, kasabalara çıkmışsa oranın en değerli yapıtaşıydı. Hatta öğretmen o halkın anası babası, doktoru oluveriyordu adeta. İnanılmaz bir sevgi gösterilir, saygıda kusur edilmez ve öğretmenin sözü herkes tarafından kabul görür ve dinlenirdi. Ama o dönemin öğretmenleri de bir başka idi… Canla başla o toplumu kalkındırmak adına üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirirdi. Tabi istisnalar yok muydu? Vardı elbet, ama onlar azınlıktaydı.

Peki, bu dönemdeki öğretmenler, onlara ne olmuştu? Sözüm meclisten dışarı… Hâlâ mesleğini çok güzel icra eden, örnek öğretmenlerimiz var çevremizde. Ama bazı öğretmen örnekleri de var ki “Sırf puanım buraya yetiyor diye bu mesleği seçtim.”, “Bir mesleğim olsun ayaklarım üzerinde durayım diye öğretmen oldum.”, “Paramı alayım, saatimi doldurayım, sonra hızla kaçıp gideyim bu mekândan.” diyor maalesef…

İşte ben buradan yola çıkarak toplumumuzda hızla yayılan yanlış metot ve davranışları dillendirmek ve sizlerle paylaşmak istiyorum. Kişilerde farkındalık duygusunu uyandırmak öğretmenlik mesleğinin en önemli parçalarından biridir. “Farkındalık”… Kimilerinin içindeki uyuyan devi uyandırma çabası belki de...

Beni bu sıralar etkileyen ve bu yazıyı yazmama sebep olan bir eser var. Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan beyefendiler, farklı mekânlarda öğretmen olmak ile alakalı sohbet ettikleri konuları toplayıp bir kitap haline getirmişler. Ben de bu kitabı okudum ve etkilendim, kitabın ismi “Öğretmen Olmak, Bir Can’a Dokunmak”… Orada vurgulanan bir cümle bu yazıyı yazmama sebep oldu:

“Kimileri öğretmenlik yapar, kimileri ise öğretmen olur…”

Kesinlikle katılıyorum… Kimileri bu kutsal mesleği yapmak için yapar. Derse gelir, anlatır ve çıkar gider. Ne öğrencisiyle duygusal bir bağ kurar, ne velisiyle iyi bir iletişim halindedir, ne de kendini mutlu hisseder. Yani sadece yapar, öğretmen “mış” gibi yapar. Saati dolunca o meslekten sıyrılır, yine özüne döner. Öğretmenlik onun için bir roldür aslında, sahneye çıkar rolünü oynar, oyun bitince perdeler kapanır ve o arkasına bakmadan, iç muhasebe yapmadan çeker gider.
Bir gün bir öğretmen arkadaşım benimle sohbet ederken öğrencisini ve yaşadığı bir olayı anlattı. Sonra dönüp bana dedi ki “Benim mi çocuğum, gitsin annesi babası ilgilensin, hiç de umurumda değil.”

Ben şok oldum, ne demek benim çocuğum değil, o hepimizin çocuğu. O toplumun çocuğu. Yarın öbür gün geleceğimizi yapılandıracak şahsiyetler onlar… Bunu nasıl der, nasıl böyle bir zihniyetle hareket eder? Kişi öğrencisini kendi çocuğu gibi görmedikçe onları her bakımdan koruyup kollamadıkça ne dünyada iz bırakabilir ne de ahiret gününde bunun hesabından kurtulabilir? Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ne buyuruyor:

"Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir: Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse. Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 10; Müslim, Zikir 39; Ebu Davud, İlim 1)

Kimi öğretmen de vardır, yüreğiyle öğrencisinin can’ına ince dokunuşlar yapar. Onu en iyiye taşımak için var gücüyle çalışır, çabalar. O artık “öğretmen” olmuştur, mesleğini iyice içselleştirmiştir. Bütünleşmiştir mesleğiyle, o artık Ahmet değil, Ahmet Öğretmen olmuştur. İşte o zaman kendisini de elinden tuttuğu öğrencilerini de göklere çıkarmıştır ama belki de haberi bile yoktur bundan…

Ahmet Öğretmen, geleceğin doktorlarını yetiştirecektir, yarının bilim adamlarını yetiştirecektir, örnek olacak “anne-babalar” yetiştirecektir. Hepsinden önemlisi iyi bir insan, iyi bir kul yetiştirecektir ve yaptıklarıyla geleceğe ışık tutacaktır. Her zaman saygıyla anılacak o öğretmen bıraktığı eserlerle ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu gösterecek, birçok ağız onun hayırla anacak ve bir gün eceli gelip Hakk’a yürüdükten sonra bile topluma kazandırdığı örnek kişilerden ötürü sadaka-i cariyesi baki kalacaktır. Ne mutlu bunu hakkıyla başarabilmiş öğretmenlere…
Tanıdığım bir öğretmen; kendisinden çok güzel şeyler öğrendiğim bir büyüğüm bana dedi ki “Hocam ben öğrencilerim arasında hiç ayırım yapmam, kızlarımı severken hepsini birden severim. Onlara, hoşlarına gidecek güzel sözlerle sesleniyorum. Erkek öğrencilerime de aynı şeyi yapıyorum, ben yeniliğe çok açık birisiyim, benim hâlâ öğreneceğim çok şey var, yıllarımı bu mesleğe vermiş olabilirim, bu alanda iyi bir tecrübeye de sahip olabilirim, ama benim hâlâ stajyer bir öğretmenden, yeni mezun olmuş genç arkadaşlardan öğrenmem gereken şeyler var ve öğreniyorum da…”

Benimle bunları paylaşınca çok duygulandım. Neden çok duygulandım, çünkü bu kişi 40 yıldır bu mesleğin içinde ve çok yönlü bir kişi olmasına karşın hep kendini yeniliyor, çocukları için dertleniyor, iletişimi gerek velilerle, gerekse öğretmen arkadaşlarıyla çok iyi…

İşte ben bu örneklerin çoğalmasını, öğrencilerimizin dört bir yandan kuşatılmasını istiyorum, onlara en doğru rol model olmak ve onları toplumda en üst noktaya taşımak bir öğretmenin ana hedefi olmalı diye düşünüyorum. Onlar bizim varisimiz, onlar bizim geleceğimiz, onlar bizim eserlerimiz… Bu bilinçle yola çıkalım, bu bilinçle yürüyelim ve bu bilinçle mesleğimizi “AŞK” la yapalım…

Rasûlullah (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır. Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)

Bu güzel hadisten de anlayacağımız gibi öğretmenlik aslında öylesine özel bir meslek ki bunu hakkıyla yerine getiren, öğrencisinin ufkunu açmayı başaran, onun dünyasında iz bırakan öğretmen hem bu dünyada her zaman saygıyla anılacak, hem de ahiret gününde hak ettiği mevkide kendini bulacaktır. Aslında burada ince bir çizgi var. Hangi meslekte olursak olalım, yaptığımız her şeyin bir gün bir karşılığı olduğunu hiçbir zaman unutmazsak işte o vakit doğru olanı yapmak için ciddi çaba harcar ve vicdani boyutumuzu huzurlu kılarız.

Rabbim, rızasına göre davranmayı, ağzımızdan çıkan her kelimenin hayrı teşvik etmesini ve önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’i örnek alarak onun yolunda yürümeyi hepimize nasip eylesin… Âmin.

ZUHAL GÜNEY

 

tefsir dersi 2020

Yazanlarımız