Sünnetin anlaşılması ve yaşama geçirilmesinin keyfiyeti asırlar boyunca tartışılan bir mevzu’ olmuştur. Öyle ki sırf bu meseleden ötürü aynı düşünce ekolünün içinde dahi farklı gruplaşmalar meydana gelmiştir. Zira sünnet denilen olgu –genel kabul gördüğü şekliyle- Hz. Peygamber (s.a.)’in dinî ve dinî olmayan yaşantısının taklidi olarak algılanmıştır. Genel kabul gören düşünce kendini ehl-i sünnet olarak adlandırmış, diğer grupların her birine de mesafeli yaklaşmayı tercih etmiştir.
Ayrıca genel kabulün dışında bulunan anlayışlarla aralarında ilmî münakaşalar asrımıza değin etkisini zaman zaman azaltarak zaman zaman da artırarak devam etmiştir. Özellikle son asırda emperyal dünya güçlerinin İslam âlemini işgal etmesiyle azınlığı oluşturan bu karşıt görüş sahiplerinin sayısında bir hayli artış görülmüştür. Bahsi geçen azınlığın sünnet tanımındaki aykırılığı ve hatta sünneti tanımaması pek çok âlimin nazar-ı dikkatinden kaçmamış ve bu konu değerlendirilerek üzerine çok sayıda kitap, makale ve reddiye yazılmıştır. İşte bunlardan biri de sünnete ve hadise mesafeli, kuşkulu ve –kendi deyimleriyle-modern bakışların çok olduğu Hind alt kıtasında yaşayan Üstad Ebu’l A’la Mevdûdî’nin bu kitabıdır. Kitap aslında Üstad Mevdûdî’nin muarızı Dr. Abdulvedud ile aralarındaki mektuplaşmalardan ibarettir. Bu mektuplar Tercümanu’l-Kur’an dergisinin Peygamberlik makamı özel sayısında yayınlanmıştır. Daha sonra bir araya getirilmiş son kısmına da Pakistan’ın anayasasında sünnetin olamayacağını iddia eden yargıçlara verilen cevaplarla beraber basılmıştır. Kitap okunurken ya da kitaptan istifade edilirken yazarın üslubu ve ifadeleri dönemin siyasi ve toplumsal yapısı göz önünde bulundurularak anlaşılmaya çalışılmalıdır. Zira Üstad Mevdûdî, Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasını görmüş, bu dönemde yaşanan katliamlara, işkencelere şahit olmuştur. Bir de bunun üzerine fikri sahada da mücadelesini sürdürerek asla inandığı yolundan dönmemiştir. Bu yüzden de defalarca hapse girip çıkmış, zor bir hayat sürmüştür. Mevdûdî’nin daha iyi anlaşılabilmesi için kızı Hâmira Mevdûdî tarafından kaleme alınan “Babam Mevdûdî” ismiyle dilimize çevrilen kitabının okunması gerektiği kanaatindeyiz.
Yazar, henüz önsözü yazarken bile sünnetle ilgili farklı düşüncelere sahip olmanın nevzuhur bir durum olmadığını, ancak fitne ve fesat olduğunu, bunu ortaya çıkaran grupların da sicilinin pek temiz olmadığını hatırlatmıştır. Öyle ki -mektuplaşmanın seyrinde de görülebileceği gibi- daha baştan sert bir dille işe başlamış ve muarızlarını hadis inkârcısı ya da sünnet inkârcısı olarak adlandırmıştır. Sünnetin ve hadisin sarsılmaz güvenliğinin ise bizzat Kur’an’dan, bu işle titizlikle ilgilenen âlimlerden, onun tahammülünü yapan talebelerden ve bilhassa ümmetin yaşantısından ve zihninden geldiğini savunmuştur. Kendi deyimiyle hadis inkârcılarının bu delilleri görmezden geldiğini ya da çok uzak tevillerle konuyu kendi lehlerine çevirmeye çalıştıklarını iddia etmiştir. Önsöz kısmından sonraki kısım genel olarak-yayınevinin bir takım gerekçelerle çıkardığı kısımlar hariç-birbiriyle bağlantılı olan mektuplardan oluşmaktadır. İlk mektuplarda Dr. Abdulvedud sünnet tanımının muğlâk olmasını ve kitap gibi kesin belli olan bir şeye dayanmadığını iddia ederek henüz ilk mektuptan kendi düşünce yapısını izhar etmiştir. Üstat Mevdûdî de ona cevaben kitaptan, akıl ve mantıktan ve tevatürden deliler getirerek savunduğu sünnet tanımını ortaya koymuştur. Ayrıca-kitabın neredeyse tümünde olduğu gibi- hadis usulü niteliğinde uzun bir açıklamada bulunarak mensup olduğu mezhep olan Hanefîliğin de hadise bakış açısı üzerinden örneklendirmeler yapmıştır. Bir sonraki mektupta doktor Hz. Peygamber’in Kur’an’a uymaktan başka hiçbir görevi olmadığını ve hüküm koyma gibi bir yetkisinin de asla olamayacağını bir takım ayetlerle ispatlamaya çalışmıştır. Üstad da bu iddialara Kur’andan ve ümmetin icmasından örnekler vererek cevap vermeye çalışmıştır. Sözgelimi Doktora göre Kur’andaki emirler açık ve uygulanmaya müsaittir. Yani Hz. Peygamber(s.a.)’in herhangi bir müdahalesine hacet yoktur. Ancak Üstada göre en basit hüküm ayetlerinde dahi açıklanmaya gereksinim vardır. Örneğin temizlik, namaz, zekât, hac gibi emirlerin nasıl yapılacağı bir örnek olmadan asla anlaşılamaz. Bu mesele üzerinde durulduktan sonra vahiy tanımı tartışması açılınca Dr. Abdulvedud genel tanım olan vahy-i gayri metluvu reddetmiştir. Tartışma bunun üzerine odaklanmış ve Üstad Mevdûdî gayet tatmin edici cevaplarla Kur’andan örneklerle ve aklen bu vahiy türünün varlığını ispatlamaya çalışmıştır. Zaman zaman konu ikilinin üslubuna gelince Üstad Mevdûdî, Dr.Abdulvedud’u laf cambazlığı yapmak ve konuyu sürekli değiştirerek tartışmadan kaçmakla suçlamıştır. Hatta ilerleyen mektuplarda açıkça Dr.Abdulvedud’u hadis inkârcılığı ile suçlamıştır. Sonraki mektupta doktor dört halifenin de kendilerinin hüküm verdiğini iddia etmiş, Mevdûdî de buna şiddetle karşı çıkarak onların nassdan asla ayrılmayan kişiler olduklarını ispatlamak için tarihten örnekler vermiş ve bu iddianın asılsız bir iftira olduğunu belirtmiştir. İlerleyen mektuplarda mesele zaman zaman ilmî mecradan çıkmış ve Mevdûdî muarızının sırf fitne çıkarıp kendi görüşünü desteklemek adına bir oyun oynadığını ancak başarılı olamadığını iddia etmiştir. Birkaç mektup boyunca üslup ve niyet okuması etrafında dönen mesele de zannımızca ehemmiyet arz etmektedir. Zira yazara göre meselenin aslı ilmî tartışma ya da bir konuda tatmin değil, boş bir cedel ve kamuoyu şaşırtmacasıdır. Ayrıca bu tür inanların bilerek veya bilmeyerek emperyalistlere de hizmet ettiğini savunmuştur. Bununla ilgili olarak da İngilizlerin Hindistan’a ayak bastığı dönemlerde bu tarz insanların ilk reddettikleri hadislerin cihat hadisleri olduğunun da dikkate şayan olduğu vurgulanmıştır. Sonraki mektuplarda Dr.Abdülvedud eski kararlılığını yitirerek aleni bir biçimde laf cambazlığına koyulmuştur. Konuyu sürekli değiştirip benzer yerlerde tekrar etmesiyle de Üstad’ı şaşkınlığa uğratmıştır. İlerleyen sayfalarda da Dr.Abdulvedud’un Mevdûdî’nin kitaplarından art niyetli bir biçimde yazılar alıntılaması ve söylemediği ifadeleri kendisine mal etmesi Mevdûdî’yi çileden çıkarmıştır. Genel itibari ile bu şekilde devam eden mektuplaşmalar kısa kısa özel bir takım meseleleri de tartışmış, zaman zaman konu yine dağılmıştır. Hatta yayıncının deyimiyle, bu yüzden Dr.Abdulvedud’un mektuplarının bir kısmı basılmaya değer görülmemiştir. Kitabın bu kısmının geri kalanındaki mektuplaşmalardan çıkarılacak genel kanının; yine vahyin keyfiyetinin tartışılması, dört halifenin fiillerinin temelleri ve sünneti reddetmenin Peygamberi reddetmek demek olacağı minvalinde döndüğünü söyleyebiliriz.
Kitabın geri kalan dörtte birlik kısmında Üstad Mevdûdî’nin anayasa değerlendirmesi ile ilgili olarak yaptığı itirazlar yer almaktadır. Zira yargıçlar sünnetin anayasa da yer alabilmesinin mümkün olmadığını iddia ederek Dr.Abdulvedud’a benzer mazeretler öne sürmüşlerdir. Yargıçlardan birinin yaptığı itiraz metni, hadise modern yaklaşımın birebir aynıdır. Hadislerin geç toplandığı, ittifak edilen hadis sayısının çok az olduğu, bununla beraber hadislerin politik amaçlara hizmet için var olduğu ve bunun sorumlusunun Emevî hanedanı ve bilhassa Muaviye b. Ebi Süfyan olduğu iddia edilmiş, bundan önceki dönemin tamamen demokratik ve özgürlükçü bir alan olduğu savunulmuştur. Ayrıca yargıca göre Hz. Peygamber’in eşlerinin yatak odalarını anlatmaları ya da cehennemliklerin çoğunun kadın olması da imkânsızdır. Mevdûdî bu iddialara ve bilhassa yargıçların kendilerinin Hanefî fıkhından beslendiği iddiasına şiddetle karşı çıkarak 1400 yıldır kabul edilen bir yasalar bütününün mahkemece değiştirilemeyeceğini ve bunun herkesin yetkisini aştığını savunmuştur. Hem de İngilizler gelene kadar bu meselenin 1400 yıldır çözülememiş olmasının hiç akla yatkın olmadığını da belirtmiştir. Ardından kitabın son kısmında yargıç tarafından verilen birkaç hükmün yanlışlığına dikkat çekilmiş, hadis, hadis toplayıcıları, hadisin tarihi ve gelişimi hakkında kısa bilgiler ve tablolar verilerek kitap sona erdirilmiştir.
Bu kitap bize gösteriyor ki; hadis ve sünnetle ilgili eleştiriler, tartışmalar geçmişten beri süregelen ve bizden sonrakilere de miras kalacak olan bir meseledir. Asıl önemli olan ise tartışmanın düzgün bir üslup ve saf bir niyetle yapılması ve gerçekten ilmî sayılabilecek argümanlar sunulmasıdır. Bugün hızla ilerleyen ve yayılan Hadis ve Sünnetin güvenilirliği sorunu üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur. Üstat Ebu’l-Ala Mevdûdî’nin kitabı da hatırı sayılır bir öneme sahiptir.
Muhammed Raşid Akbulut