Fıtrat üzere yaşayanlara, insanlığını muhafaza edenlere ve tüm Müslümanlara çağrımdır! - Adaleti koruyunuz. Adalete zulüm bulaştırmayınız. Adil insanların adaletine sahip çıkınız. - Zalimlere meyletmeyiniz. Zulme karşı çıkınız, zalimler içinden...
İlim ve Mücadele ile Geçen Bir Ömür: Şeyh Yûsuf el-Karadâvî*
İlk olarak Şeyh el-Karadâvî'nin hayatı hakkında genel bir malumatı zikretmekle başlayalım.
Doğumu ve Vasıfları
Dr. Yûsuf el-Karadâvî, Mısır Arap Cumhuriyeti'nin köylerinden birinde dünyaya gözlerini açmıştır. Bu köy, Garbiyye ilinin Mahalletü'l-Kübra merkezindeki “Saft Turab” köyüdür. Bu köy İbn Hacer ve başkalarının da belirttiği üzere içinde sahabenin vefat edip defnedildiği köklü bir köydür. Bu sahabe Abdullah b. Cez ez-Zübeydi'dir. Karadâvî'nin burada doğumu miladi 9.9.1926 yılında gerçekleşmiştir. Kur’ân-ı Kerim'in hıfzını tamamlamış, tecvit ahkâmlarını mükemmel bir seviyeyle öğrenmiştir. Henüz 9 yaşındayken Ezher-i Şerif enstitülerine katıldı ve orada ilköğrenim ile ortaöğretimini tamamladı. Eğitim sürecinde daima ön sıradaydı. O dönemde başına gelen tutukluluk sürecine rağmen Mısır genelinde lise ikincisi oldu. Daha sonra Ezher üniversitesinde Usuli'd-Din Fakültesi'ne katıldı ve 1952-53 yıllarında en yüksek dereceyi aldı. Sayıları yüz seksen olan arkadaşlarının arasında birinci sıradaydı.
Daha sonra 1954 yılında Arap Dili Fakültesi'nde öğretim icazetiyle beraber doktoraya hâsıl oldu. Ezher'in üç fakültesinde mezun olan arkadaşları arasında yine birinci sıradaydı ki bu mezun olan arkadaşlarının sayısı beş yüze ulaşıyordu. 1958 yılında Yüksek Arap Dili ve Edebiyatı Enstitüsü diplomasını aldı. 1960 yılında Usuli'd-Din Fakültesi'nden Kur’ân ve Sünnet Bilimleri Anabilim dalında yüksek lisans derecesine eşdeğer yüksek hazırlık çalışmasına hâsıl oldu. 1973 senesinde “Zekât ve Zekâtın Toplumsal Sorunların Çözümündeki Yeri” kitabı üzerinden birinci onur belgesiyle beraber imtiyaz seviyesiyle doktoraya hâsıl oldu.
Resmi Çalışmaları
Dr. Karadâvî bir dönem mescitlerde hitabet ve tedris ile iştigal olduktan sonra Mısır'da Vakıflar Bakanlığı'na tabi olan İmamlar Enstitüsü'nün müdürü oldu. Daha sonra yayın ve eserlerini denetlemek, aynı şekilde davet ve irşad alanının idareciliğini yapmak için teknik ofiste çalışmak üzere Ezher-i Şerif'teki İslâm Medeniyeti'nin Genel İdaresi'ne geçiş yaptı. 1961 senesinde Katar'a “İkinci Düzey Din Enstitü” dekanı olarak atandı. Eski eğitim sisteminin faydalı tarafı ile modern sistemin uygun olanı arasını cem ederek buranın kalkınması ve sağlam temellerini atmasını için gayret sarf etti. 1973 senesinde Katar Üniversitesi'ne merkez mesabesinde kız ve erkek çocukları için iki ayrı eğitim fakültesi tesis edildi. İslâmi eğitim kısmını tesis edip orayı yönetmek için el-Karadâvî buraya intikal etti. Sene 1977'de Katar Üniversitesi'nde Şeriat ve İslâmi Araştırmalar Külliyesi'nin kurumunu ve dekanlığını üstlendi ve 1989/1990 akademik yılının sonuna kadar dekanlığını sürdürdü. Ayrıca Katar Üniversitesi'nde Sünnet ve Sîret-i Nebeviye Araştırma Merkezi'nin kurucu direktörü/müdürü oldu. Daha sonra 1990/1991 öğretim yılında Katar devleti tarafından geçici süreliğine üniversite ve akademilerinin ilmi meclislerinde yönetmenlik yapması için kardeş ülke Cezayir Cumhuriyeti'ne atandı ve tekrardan Sünnet ve Sîret-i Nebeviye Araştırma Merkezi'nin müdürü olarak Katar'daki görevine geri döndü.
Hicrî 1411 yılında “İslâm Kalkınma Bankası İslâm Ekonomisi” ödülünü aldı. Ayrıca 1413 yılında İslâm Araştırmaları alanına katılımıyla “Kral Faysal Uluslararası Ödülü”nü aldı. Yine 1996 yılında Malezya Uluslararası İslâm Üniversitesi rektöründen özel bir ilmi ödül aldı. Son olarak 1997 yılında İslâm hukukunda/fıkhında Sultan Hasan el-Balkiyye'den bir ödül almıştır.
İslâm'a Hizmetinde Gayret ve Faaliyetleri
Dr. Yûsuf el-Karadâvî, günümüz İslâm dünyasının doğusunda ve batısında ilim, düşünce, davet ve cihatta İslâm'ın önde gelen şahsiyetlerinden biridir. Hiçbir Müslüman yoktur ki illa onun bir kitabını, risalesini, makalesini ve fetvasını okuyarak veya bir camide, üniversitede, herhangi bir toplantı yerinde, televizyonda, kasette ve benzeri araçlarla bir konferansını, hutbesini, dersini, konuşmasını, bir soruya verdiği cevabını işitmek suretiyle onunla karşılaşmış olmasın. Onun İslâm'a hizmetteki faaliyetleri sadece bir yönle, muayyen bir alanla veya özel bir kısımla sınırlı değildi. Bilakis faaliyetleri bundan daha geniş bir kitleye, farklı yönlere ve birden çok alana yayılmıştı. Tüm bu alanlarda kendisine işaret eden açık izler bırakmıştır. Biz burada sadece bu alanlardan en mühim ve en belirgin olanlarına dikkat çekmeye çalışacağız ki bu alanlar şunlardır:
- İlmî telif alanı
- Davet ve rehberlik alanı
- Fıkıh ve fetva alanı
- Konferans ve seminer alanı
- Ziyaret ve tedris alanı
- Konsey ve kurumların üyeliğine katılım alanı
- İslâmî İktisat alanı
- Sosyal Hizmetler alanı
- Uyanışın rasyonelleştirilmesi alanı
- Kinetik ve cihadî çalışma alanı
İlmî Telif Alanı
Yazarlık ve telif Dr. Karadâvî'nin öne çıktığı en bariz alanlardan biridir. Çünkü Ebu'l-Hasen en-Nedvî'nin “Resâilu'l-A‘lâm” kitabında da vasfettiği gibi o, muhakkik ve müellif bir âlimdir. Şeyh Abdulaziz b. Bâz'ın hak ile tanımladığı üzere kitaplarının ağırlığı ve tesiri İslâm âleminde aşikârdır. Onun kitaplarını, araştırmalarını ve teliflerini inceleyen kimse onun köklü bir yazar ve düşünür olduğunu yakinen görür. Aynı şekilde onun başkalarını taklit etmediği gibi sürekli aynı bilgileri de tekrar etmeyen, yanlış bir anlayışı düzeltmek, doğru bir düşünceyi kökleştirmek, kapalı kalanı açıklamak, mücmel olanı tafsilatlandırmak, bir şüpheye cevap vermek veya bir hikmeti beyan etmek gibi bir sebep olmaksızın bir mevzuya değinmediğini de görür. Dr. Karadâvî İslâm medeniyetinin farklı birçok alanında elli küsur telif sunmuştur. Bu telifler, alanında asıl mesabesinde olup, İslâm âleminde ilim ehli tarafından da kabul ve takdirle karşılanmış teliflerdir. Bu sebeple defalarca Arapça olarak basılmış ve birçoğu İslâmî ve uluslararası dillere çevrilmiştir. Herhangi bir İslâmî beldeye gitmiş olmayasın ki ancak orada el-Karadâvî'nin kitaplarını ya Arapça ya da bölgedeki dilde görmüş olmayasın.
Bu kitaplar birkaç özellikle göze çarpmaktadır:
1- Esas olarak İslâmî ve ilmî mirasımızın asılları olan Kitap ve sünnete ve selef-i salihinin menhecine dayanmıştır. Bununla beraber içinde bulunduğumuz çağı göz ardı etmemiş ve asıl (Kur’ân ve sünnet) ile çağdaş konumu (koşulları) bir araya cem etmiştir.
2- Derin ilmi incelemeyi, düşünceye dayanan tevcihatı ve yenilikçi yaklaşımı.
3- Batıdan ve doğudan ithal edilmiş mezheplerin öğreti ve düşüncelerine tabi olmaktan soyutlandığı gibi, mezhepsel tutuculuktan ve taklitten de soyutlanmıştır.
4- Dini konularda katı ve dar görüş sahipleri ile dini hükümleri telakki etmede müsamahakâr olanlar arasında orta yollu olmayla nitelenmiş ve ifrat ile tefrite kaçmaksızın, kolaylaştırılmış bir vasatiyet ile belirginleşmiştir. Bu nedenle “Ümmet” dergisinin müdürü, “Ilımlılık ile Aşırılık Arasında İslâmî Uyanış” kitabının takdiminde onun hakkında şunları söylemiştir: “Şüphesiz ki o, İslâm düşünürlerinden, itidal ile temeyyüz eden ve şeriatın sabit hükümleri ile çağın gerektirdiklerini bir araya getirebilen nadir şahsiyetlerdendir.”
5- Yazıdaki üslubu Arapların “es-Sehlu'l-Mumteni” diye tabir ettikleri (kolay görünüp zor çözümlenen) üslubu temsil eder. Dolayısıyla üslubu âlim ve mütemekkin bir edibin üslubudur.
6- Dışarıdan yıkım ve baskın çağrıları, içerden de çarpıtma saptırma çağrıları önünü kesmek ve engellemek için var güçleriyle durdular. Tüm bu çağrılara rağmen tek başına doğru İslâm anlayışı üzerine bağlı kaldı. Aşırıların tahrifini, bozguncuların sokuşturmalarını ve cahillerin tevillerini def etti.
7- Kitaplarını okuyan kimse onlarda bir heyecan ve ihlas kokusu alır. Tıpkı hutbelerini, konferanslarını ve derslerini dinleyen kimsenin bunu hissettiği gibi… Onun hakkında yazan herkes şu husus üzerinde hem fikirdirler: Onun kitapları ve yazıları, fakihin ince anlayışını, edibin nurunu, davetçinin gayret ve coşkusunu ve bir müceddidin bakışını görür.
Ayrıca ilmi kitaplarının yanında Saîd b. Cubeyr'in Haccac'ın taşkınlığına karşı sebatını âdeta oynanan bir tiyatro sahnesi gibi temsil ettiği “Âlim ve Tâğut” gibi edebi nitelikte edebi bir senaryoyu temsil eden kitapları da vardır. Yine eski kasidelerinden kalan birkaçını içeren “Nefehât ve Lefehât” başlığında bir divanı ve buna ilaveten yeni kasideleri ve dini bir ilkeye yönelten ezgi ve marşları mevcuttur. Hatta basılmazdan evvel bazı kaside ve marşları tüm İslâm âleminde yayılmış ve farklı münasebetlerde gençler terennüm etmişlerdir.
Tüm bunlara ilaveten telifinde Katar Terbiye Bakanlığı'na, özellikle de dini enstitüye iştirak ettiği diğer kitapları da vardır. Sayıları yirmiye ulaşan bu kitaplar tefsir, hadis, tevhid, fıkıh, İslâm toplumu, İslâmî araştırmalar, ahlâk felsefesi ve benzeri birçok alanı kapsamış ve Katar Terbiye Bakanlığı bu kitapları okullarında onaylamıştır. Tüm bunların dışında yıllık, mevsimlik, aylık ve haftalık olarak ilmi dergilerde yayılan İslâmî araştırmaları mevcuttur.
Bu kitaplar arasında:
1- İslâm'da Helaller ve Haramlar
Bu kitabı büyük imam Şeyh Mahmûd Şeltut döneminde ve Dr. Muhammed el-Behî dönemindeki İslâmî kültürün genel idaresinin gözetimi altında Ezher şeyhlerinin teklifiyle kaleme almış, kitap uzman bir komisyon tarafından da onaylanmıştır. Kitap, benzeri görülmemiş bir şekilde Arap ve İslâm âleminde yayılmış ve büyük seçkin âlimlerin birçoğu tarafından methedilmiştir. Hatta büyük üstad Mustafa ez-Zerkâ şöyle demiştir: Bu kitabı tedarik etme her Müslüman ailenin üzerine farzdır. Yine Üstad Muhammed el-Mübarek şöyle ifade buyurmuştur: Bu alanında en iyi kitaptır. Büyük Üstad Ali Tantâvî'de Mekke-i Mükerreme'nin Terbiye Fakültesi'nde talebelerine okutmuştur. Keza meşhur muhaddis Şeyh Nâsirüddin el-Elbânî kitabın hadislerini tahric etmeye ihtimam göstermiştir.
Kitap, Kahire, Beyrut, Kuveyt, Cezayir, Fas ve Amerika'da birden fazla yayın evi ile en az kırk defa Arapça olarak basılmıştır. Diğer taraftan çalınmış olan baskıları vardır ki bunların takibini yapıp bir sayıyla sınırlamak oldukça zordur. Kitap ayrıca İngilizce, Almanca, Urduca, Farsça, Türkçe, Malayca, Endonezyaca, Malaybarca, Svahili, İspanyolca, Çince ve diğer dillere çevrilmiştir.
2-İslâm Zekât Hukuku
Bu kitap iki büyük cüzden oluşmaktadır. Kur’ân ve sünnet ışığında zekât hükümlerinin, sırlarının, toplumu ıslahtaki etkilerinin konu edildiğini ansiklopedik bir çalışmadır. Çağımızdaki yapılan ilmi çalışmaların en önemli eserlerinden sayılır. İslâm mirasında uzmanlar, bunun gibi bir telifin kaleme alınmadığına şahitlikte bulunmuşlardır. Ebu'l-A'lâ Mevdudî kitap hakkında şöyle demiştir: “Bu kitap İslâm hukukunda bu yüzyılın kitabıdır. (yani hicri on dördüncü yüzyıl).” Üstad Halîl el-Hâmidî bu sözü kendisinden nakletmiştir. Yine Muhammed el-Mübarek “Nizamü'l-İslâm” serisinin “el-İktisat” kitabının mukaddimesinde kitap hakkında şöyle der: “Bu mislini getirmenin hukuk enstitülerine ağır gelen bir çalışma olup hukuk telifinde de önemli yenilik olarak kabul edilen bir eserdir.” Cidde'de Kral Abdülaziz Üniversitesi'ndeki İslâmî İktisat Araştırma Merkezi, kitabın İngilizce çevirisini üstlendi ve bilfiil tamamladı. Ayrıca Urduca, Türkçe, Endonezyaca ve diğer dillere çevrilmiştir.
Şeyh'in birçok kitabı gibi Yüce Allah kendisiyle birçok ülkeye fayda vermiştir. Nitekim birçok kitabı Müslüman aklının ihtiyaç duyduğu muasır problem ve meselelerde adeta bir ilaç işlevi görmüştür. Aynı zamanda içerden ve dışardan gelen İslâm muhaliflerinin karşısında fikri savaşlar da vermiştir. Arap solcuların isimlendirdikleri “Toplumsal Çözümün Kaçınılmazlığı”na çağırdıklarında, bu çağrıyla beraber bazılarının (Devrim okuması) diye isimlendirdiği “el-Misak” (Mısır tüzüğü) yayınlanınca Dr. Karadâvî bu yönelime cevap vermek suretiyle üç cüzden oluşan “İslâmî Çözümün Kaçınılmazlığı” adında bir seri yayınladı.
“en-Nekse” (Hezimet) diye isimlendirdikleri Miladi 5 Haziran 1967 faciası gerçekleştiğinde ve bazıları bu hezimetin arkasında dinin olduğu zannına kapıldığında Dr. Karadâvî “İkinci Afetin Dersi: Neden Hezimete Uğradık ve Nasıl Galip Geliriz?” kitabını yayınladı.
Son yıllarda şiddetlenen “İslâm ve laiklik” ya da “Şeriatın uygulanması” savaşında, İslâm hukukunun tahkim edilmesini talep eden kitlelerin seslerinin yükseldiği ve laiklerin geniş kapsamlı milli İslâmî akıma düşman durdukları, medyayı yalanlarını tanıtmak ve şüphelerini süslemek için kendilerine sunulan platformlar olarak gördükleri bir zamanda Karadâvi'nin sesi, özellikle Mısır'daki “Doktorlar Sendikası” tarafından çağrılan ve Kahire'deki Daru'l-Hikmet'te düzenlenen ünlü tarihi sempozyumda yalanlarını ortaya çıkaran en yüksek seslerden biriydi ve İslâmcıları Şeyh el-Gazali ve Şeyh el-Karadâvî temsil etti. Bu sempozyum göze çarpan fikri yeniliklerden biriydi. Mısır'da harici ülkelerde günlük, haftalık gazetelerde ve aylık dergilerde yayınlandı. Bu seminerin etkilerinden biride Fuat Zekeriya ve Mısır'daki laiklerin grubuna ilmi ve tarafsız reddiye mahiyetinde olan “İslâm ile Laiklik Karşı Karşıya” adlı kitabı olmuştur. Banka faizinin ve buna bağlı sertifikaların tahlillerin analizi konusundaki son savaşta mukavemet göstermede sesi en yüksek ve en güçlü seslerden biriydi ve bu direnişin meyvelerinden biride “Fevâidu'l-Bunuk Haram Olan Faizdir” kitabıdır. (Faizi meşru kılmak isteyen o zamanın belam bilginleri faizi fevâid diye isimlendiriyorlardı ki bu kelime faiz ve fayda gibi manalara geliyordu. Onlar faiz/riba yerine bu ifadeyi kullanarak meşrulaştırmak istiyorlardı. Bu ara açıklamadan sonra kitabın isminin daha doğru anlaşılacağını umuyoruz)
Fıkıh/Hukuk ve Fetva Alanı
Dr. Karadâvî'nin göze çarpan gayretlerinden biride özellikle fıkıh ve fetva alanındaki fetvalarıdır. Bir konferansa, toplantıya ve seminere tanıklık etmiş olmasın ki orada cevaplaması için kendisine çeşitli alanlarda birçok İslâmi sorular yöneltilmiş olmasın. Cevapları ise, ilmi nazariyeye, vasatiyete eğilimli ve ikna kabiliyetli olduğu için Müslümanlardan münevver olanların geneli tarafından kabul ile karşılanır. İslâm dünyasında ve haricinde birçok Müslüman tarafından itimat edilen mercilerden biri hâline gelmiştir. Şeyh'i yakından tanıyanlar, kendisine ulaşan çok sayıda mektup ve fetvalardan şikâyet ettiğini ve bunlara cevap veremediğini, çünkü tam bir donanıma ihtiyaç duyduklarını ve kapasitesi ve yeteneği ne olursa olsun bir kişi tarafından güç yetirilemeyeceğini duymuşlardır.
Fetvadaki menhecini “Çağdaş Fetvalar” kitabının mukaddimesinde açıklamıştır. Bunu, fetvaya girişenlerin üzerinde bulundukları kaygan zeminini açıkladığı “Katı Kurallar ve Kayıtsızlık Arasındaki Fetva” adlı tezinde de açıklamış, delil ve misallerle açıkça ortaya koymuştur. Bu menhecin özeti zorlaştırma değil kolaylaştırma üzerine kaim olması, hüccet ve delile itimat ediyor olması, muteber fıkhi mezheplerin içerisindeki ilmi zenginliğiyle beraber taassup ve taklitten uzak olması, insanların içerisinde oldukları çağın diliyle hitap etmesi, yine onların işlerini ıslah edip onlara fayda sağlamayacak meselelerden uzak durması, aşırı kaçanlar ile mülayimi olanlar arasında orta yollu olması ve şerh edip izah etmek ve illetlerini zikretmek suretiyle fetvanın hakkını vermesidir. Bu, çağdaş ictihadın kaygan zeminlerini ortaya koyduğu ve doğru bir çağdaş ictihad için gerekli özellikleri ve kuralları ortaya koyduğu “İslâm Hukukunda İctihad, Çağdaş İçtihada Çözümsel Bakışlar” adlı kitabında bahsettikleriyle tamamlanmaktadır. “İslâm'da Helaller ve Haramlar”, “Zekât Hukuku”, “İslâm Toplumunda Gayri Müslimler”, “Murabaha Alım Satımı” ve “Oruç Fıkhı” gibi fıkıh alanında yazdıkları kitaplarda bu kurallara bağlı kalmaya özen göstermiştir. Bu, yıllar önce vadettiği fıkhı kolaylaştırma serisinden bir halkadır. Müslüman Dünya Birliği Fıkıh Konseyi üyesi ve İslâm Kongre Cemiyeti İslâmi Fıkıh Cemaati uzmanı olarak seçilmesi garipsenecek bir durum değildir.
Davet ve Rehberlik Alanı
Dr. Karadâvî, akademik çalışma ile idari ve kültürel çalışma arasında birçok alanda çalıştı ve birçok faaliyet uyguladı. Hukuk, fetva, edebiyat, şiir vb. alanlarda çalıştı. Ancak o her şeyden önce bir davet adamıydı. Allah'a davet tıpkı belindeki et misali kendisinden ayrılmayan, kafasını en çok meşgul eden şey ve düşüncesinin, dikkatinin, ilminin ve çalışmasının odak noktasıdır. Gençliğinin başlangıcından itibaren davet etmeye başladı. Tanta Ortaöğretim Enstitüsü'nde ilköğretim öğrencisiyken ve yaşı henüz 16 iken köyünden başlayarak, köyün çevre bölgelerine oradan da tüm dünyanın doğusuna ve batısına kadar daveti uzandı.
Kendisinin muhtelif davet kürsüsü ve vasıtaları vardır. Bazıları şunlardır:
-Tarihsel ve özgü olan kürsülerdir. Bunlar hutbe ve ders irat etmek suretiyle istimal edilen mescitlerdir.
Dr. Karadâvî “Usulu'd-Dîn” fakültesinde bir öğrenciyken, Mahalletü'l-Kübra şehrinde, insanların Şeyh Yûsuf'un Mescidi diye isimlendirdikleri “Âli Taha” mescidinde hutbe irat ediyordu. Cuma namazında binlerce kişi namazda kendisine tabi oluyordu. Süveyş Savaşı'ndan sonra 1956'da tutukluk hâlinin bitmesinin akabinde Evkaf Bakanlığı tarafından Kahire'deki Zamalek Camii'nde vaaz vermek üzere çağrıldı ve Abdül Nasır döneminde konuşması engellenene kadar geniş bir kitle kendisine tabi olmaktaydı.
1961'de Katar'a intikal ettiğinde daveti yaymak için mescidi aracı edindi ve hutbe irat etmeye, dersler vermeye, vaazlar irat edip fetva vermeye başladı. Hâlen bugüne kadar da Ömer b. Hattab mescidinde Katar televizyonlarında canlı olarak yayınlanan Cuma hutbesini irat etmeye devam etmektedir. Bu hutbeler kaydedilmiş ve İslâm âlemin dört bir yanında yayılmıştır. Aynı şekilde Ramazan ve Kurban bayramında irat ettiği hutbeler böyledir. (…) Ayrıca yayın organlarından da davet için kendisine bir minber edinmişti. “Mişkatü'n-Nübuvve” programı gibi radyo ve televizyonlarda kendisinin birçok dersleri ve konuşmaları mevcuttur. Bu derslerin bazıları Kur’ân tefsiri hakkında bazıları hadis-i şeriflerin şerhleri hakkındadır. Aynı şekilde tefsir ve şerhlerin haricinde, yönlendirici dersler ve Müslüman erkek ve kadınların İslâm'a ve hayata dair sorularına cevaplarda yer almaktadır. Keza Katar radyosunun açılışından beri “Nurun ve Hidaye” isminde kendisine ait bir programı vardır.
Çeşitli İslâmî dergilerde makaleleri ve araştırmaları yayınladı. Birçok ülkede haftalık ve günlük gazetelere ek olarak, bir inanç, hukuk, medeniyet ve millet olarak İslâm hakkındaki soruları cevapladığı makaleler, fetvalar veya röportajlar yayınladı. Şeyh el-Karadâvi'nin kendi bağımsız kişiliği, özgün karakteri ve özel etkisiyle İslâm'ın önde gelen çağdaş vaizlerinden biri olduğu ve böylece tüm özellikleriyle seçkin bir davet medresesi olarak kabul edildiği tartışmasızdır. Avama fehmettirme, havası (Âlimleri ise) ikna etme kabiliyetiyle apayrı bir şahsiyettir.
Yine akla hitap etme, duyguyu coşturma, ilmi mirastan ilham alma, asrın tüm kültürlerinden istifade etme, davet ile cihad hareketini bir arada sürdürme, bireysel dindarlığı büyük İslâm ümmetinin kaygılarına bağlama, daveti fıkıh ile fıkhı da davet ile ilişkilendirme gibi birçok kabiliyete sahip bir şahsiyettir. Öyle ki vaiz ile hukukçu arasında bir ikilik hissedilmez. Genel olarak, hukuk ve düşüncede olduğu gibi davette de eşsiz bir modeldir.
İlmi Seminerler ve Konferanslar Alanı
Dr. el-Karadâvî, âlimler, vaizler ve düşünürler arasındaki konumundan dolayı kendisi davet edilmedikçe İslâm düşüncesi veya İslâmi davet üzerine bir konferans, forum, seminer veya seminer düzenlenmezdi. O da vaktinin müsaade ettiği farklı alanlardaki bağlantılardaki koşulların kendisine el verdiği bu davetlere icabet eder ve hazırlanmış araştırmalarla veya samimi olumlu tartışmalarla veya her ikisiyle de o seminerlere katılırdı. Bu ilmi ve davet içerikli toplantılara şahit olanlar Dr. Karadâvî'nin bu toplantıları etkinlik ve zenginlik olarak arttırdığını tekit ederler.
Şeyh Karadâvî, Asya ve Afrika'daki çok sayıda Arap ve İslâm ülkesinin yanı sıra Avrupa, Amerika ve Avustralya'daki birçok Müslüman topluluğu, azınlığı ve topluluğu ziyaret etti. Burada özellikle gençler ve Batı'da öğrenip de kuzey ve güneyden esen fitne rüzgârlarına maruz kalanlar arasında iyi bir etki bırakan konferanslar, toplantılar ve konuşmalar yaptı.
Uyanış Gençlerini İrşat Etme Alanı
Dr. Karadâvî'nin gücünü ve enerjisini yönlendirdiği, etkisinin ortaya çıktığı ve son yıllarda dilini, kalemini, düşüncesini, ilmini ve çabasını bunun için topladığı en önemli alanlardan biride Çağdaş İslâmî uyanış gençliğinin alanıdır. Bizatihi kendisi İslâm beldelerinin içerisinde ve haricinde uyanış gençleri tarafından düzenlenen kamplara, konferanslara ve toplantılara katılıyordu.
Yine bu alandan sayılabilecek bir gayreti de; bir zamanlar Arap ve İslâm ülkelerinde revaç bulan ve insanları tümden tekfir etme üzerine kurulan “Tekfir Dalgası” karşısındaki duruşudur. Bu konuda “Tekfirde Aşırılık Olgusu” diye isimlendirdiği risalesi yayınlanmıştır. Bu risalesi yüz binlerce defa basılmış ve aynı şekilde birçok dile tercüme edilmiştir. Kendileriyle buluşmalarında veya yazdığı yazılarında gençleri; çok konuşup tartışmaktan ihsanda bulunmaya ve amel etmeye, furûî ve cüzî meselelere ihtimam göstermekten asıl ve külli kaidelere odaklanmaya, ihtilaflı meselelerle iştigal etmekten üzerinde ittifak edilen meselelere vurgu yapmaya, gökyüzünde hayali uçuşlardan yeryüzündeki vakıaya inmeye, toplum üzerindeki üstünlükten onunla yaşamaya ve sorunlarını çözmesine yardımcı olmaya, kaba ve sert davetten nezakete ve en güzel üslup ile davet etmeye ve Yüce Allah'ın hayattaki kanunlarını ihmal etmekten, şeriatın asılları ışığında sünnetullahı gözeterek Allah'a kullukta bulunmaya çağırıyordu. En netice çağrısı gençlerden bir kabul gördü ve sadık âlimlerin çağrılarıyla beraber uyanışın gidişatı hakkındaki irşatlarının büyük bir etkisi oldu.
Cihat ve İslâmî Hareket Alanı
Dr. Karadâvî gençliğinin baharından beri yaptığı dersler, seminerler ve konuşmalar ile akide, yönetim ve hayat nizamı olarak kabul edilen bir İslâm çağrısında bulundu. İhvân-ı Müslimîn Hareketi ile erken teması ve Şehid Hasan el-Benna ile tanışmasının bu konuda kendisine büyük bir etkisi/yardımı olmuş ve İskenderiye'den Asvan ve Sina'ya kadar Mısır kentlerini gezip görmesini sağlamıştır. Aynı şekilde henüz Usûlü'd-Dîn fakültesinde öğrenciyken, daveti yayması için İhvan-ı Müslimîn'in ikinci mürşidi Üstad Hasan el-Hudaybi'nin teklifiyle Suriye, Lübnan ve Ürdün gibi Arap ülkelerini ziyaretleri yapmıştır. Şeyh 1949 Faruk döneminde daha lise öğrencisiyken, yine Ocak 1954 devrim döneminde ve aynı yılın kasım ayında ve daha sonraları 1963'te olmak üzere birçok kez davet yolunda defalarca ezaya, işkenceye tutukluğa maruz kalmıştır.
Şeyh El-Karadâvî için şunu da diyebiliriz; İhvân-ı Müslimîn Hareketiyle olan ilişkisine, erken bağlılığına, uğruna çektiği sıkıntılara, ilme, davete ve eğitime dair çabalarına ve destekçilerinin içerisindeki büyük konumu konusundaki fikir birliğine rağmen; hareketin gidişatını yönlendirmek, performansını güzelleştirmek ve üzerinde olduğu menheci geliştirmek için yumuşak bir üslupla özeleştiriden geri durmamıştır. Aynı şekilde ihlaslı bir şekilde diğer İslâmi hareketlerle yardımlaşmaya çağırdığını ve İslâm için çalışan cemaatlerin ihtilaf ve uzlaşmazlıktan kaynaklanmadığı müddetçe özel bir alanda çalışma yapmak veya salt çeşitliliği gerektiren çokluğu ve bunların kendi aralarında uzlaşmalarını ve Kur’ân ve sünnet hükümlerine dayanan İslâm'ın esasları dairesinde ihtilaflı meselelerde hoşgörülü olmalarında bir sorun görmediğini görmekteyiz. O'nun bu yapıcı ve adil eleştirel eğiliminin, birçok kitabına, araştırmasına, makalesine, konferansına ve basın röportajına yansımıştır.
O, İslâmi hareketin; ümmetin kalbinden çıkan ve kişiliğini, acısını, umutlarını, fikirlerini, sabit değerlerini, yenilenen beklentilerini ve vahdete doğru çabasını içtenlikle ifade eden halkçı ve toplumsal tüm amelleri kapsadığını düşünür. Ayrıca, günümüz Müslümanlarının tüm kayıplarından, kopuşlarından ve geri kalmışlıklarından İslâmî hareketi sorumlu tutmanın adil olmadığını, bilakis bunun durgunluk zamanlarının ve sömürgeci dönemlerin sonucu olduğunu düşünmektedir. Şüphesiz ki tüm bunlarla beraber Yüce Allah'ın kendilerine olan maddi ve manevi sebepler ve imkânlar nispetince bir sorumluluk düşmektedir. Bunların bazılarını kullanmış, bazılarını ihmal etmiş ve kötü kullanmış olsa da!
Yine Şeyh, İslâmi hareketin kendisini düzeltip gözden geçirmesi için nefsiyle baş başa kalması gerektiğini, acıda olsa nasihat etmeye teşvik etmesi ve yine acıda olsa (gerektiğinde) eleştiri yapabilmesi gerektiğini savunur. İslâmi hareketler ile İslâm'ın bizatihi kendisini birbirine karıştırıp ikisini bir tutmak caiz değildir. İslâmi hareketi eleştirmek, İslâm'ı, hükümlerini ve yasalarını eleştirmeyi gerektirmez. Muhakkak ki Yüce Allah ümmeti sapıklık üzere bir araya gelmekten korumuştur. Ancak hiçbir cemaati, özellikle görüşleri değişebildiği ictihadî hata edip yanılmaktan korumamıştır.
Yine o şöyle der: “Bazı ihlaslı erler eleştiri kapısının açılmasıyla, eleştiriyi iyi yapan ile bu işi yapamayan herkesin girmesinden korkarlar. Bu ise bazı âlimlerin içtihat kapısının kapatılması için öne sürdükleri bir bahanedir. Vacip olan ise kapının işin ehline açılmasıdır. Bu durumda netice olarak ancak faydalı olan kalıp ancak sahih olanlar sabit kalır.”
O, İslâm için çalışan cemaatlerin çokluğuna karşı çıkmıyor, çeşitlilik ve belirli bir konuda ihtisas yapmak üzere bir çalışma yaptıkları müddetçe farklı yerlerde çok kitleleri barındırmaya bir engel görmüyor. Bir cemaat akideyi şirk ve hurafelerden arındırmakla, diğeri ibadetleri bidatlerden temizleyip arındırmakla, bir üçüncüsü ailevi problemlerle, bir dördüncüsü ise eğitim ve terbiye çalışmalarıyla ilgilenmesinde bir beis yoktur. Herkesin birbirini hakkında iyi düşünmesi, anlaşmazlık alanlarına tahammül etmesi ve önemli konularda birleşmiş olması şartıyla cemaatlerden bazılarının halk ile bazılarının ise aydın ve münevver olan farklı topluluklarla çalışması mümkündür.
Yine İslâmî hareketin (sadece) konuşma merhalesinden, İslâm'ın ve içinde bulunduğu çağın miyarında amel merhalesine geçmesi gerektiğini ön görür. Buna ek olarak İslâmi hareketin döngüsünün sadece âlimlerin ve seçkin insanların etrafında olmaması, bilakis âlimlerle beraber halk çerçevesinde bir hareketin olması gerekir. İşte bu durumda, yani İslâmî Hareket sadece Müslümanlardan bir grubun değil de tüm Müslümanların hareketi olduğu vakit başarıya ulaşacaktır. İslâm için -çalıştıklarını zanneden- bazı kimselerin arzu edilen İslâm devleti ikame edilene dek kendilerini insanların hayrı için çalışmaktan veya onlara yardım etmekten mahrum kılmalarından ötürü kınanırlar. Şeyh Karadâvî onların yaptığı görevlerin beklemekten olduğunu düşünür. Onlar vaatlerinin gerçekleşmesi için zikredilecek bir amel olmaksızın bekleyiş kuyruğunda/sırasında hareketsiz bir şekilde beklemektedirler!
Mütercim: İbrahim Al