Her kavramın kullanım alanı ve kullanım şekli vardır. TDK sözlüğüne göre kargaşa; Kışkırtma ve karışıklık yoluyla toplumda ortaya çıkan düzen bozukluğu, anarşi. Kalabalık, düzensizliğin yol açtığı karışıklık, kaos... Lisan ile dilin aynı anlamda...
İslâm coğrafyasını iyi bilen bir kimse batıdan -özellikle deniz yoluyla- gelmesi muhtemel tehlikenin iki farklı noktada yoğunlaştığını görür:
1. Afrika bölümünün Akdeniz’deki sahilleri ve özellikle “Mısır”,
2. Bugünkü Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün’ün de yer aldığı bölüme tekabül eden Bilâd-ı Şam.
Afrika’dan gelecek olan tehlikelerin Afrika’nın sınırını aşmadan bertaraf edilebilme ihtimali birçok bakımdan daha yüksektir. Bunun için batıdan deniz yoluyla gelecek tehlikelerin İslâm coğrafyasının büyük bir bölümünü ciddi manada tehdit etmeden önlenebileceği kolaylıkla anlaşılır. Tarihsel vakalar da bunun böyle olduğunu göstermiştir.
Ancak şehir olarak Kudüs’ün ve Kur’ân-ı Kerim’in tabiriyle “mübarek kılınmış çevresi” nin güvenliği; hem İslâm coğrafyasının Afrika bölümü için hem de Bilâd-ı Şam’ın kuzey, batı ve güneyinde bulunan İslâm coğrafyalarının güvenliği için çok önemli bir kilit noktası teşkil ettiğini görecektir.
Durumun böyle olması, Filistin topraklarının, Kudüs’ün ve bu coğrafyanın manevi kalbini teşkil eder. Mescid-i Aksa’nın düşmesi ve kontrolünün Müslümanların elinden çıkması, çevredeki bütün İslâm coğrafyası için çok önemli bir güvenlik noktasının ortadan kalkması anlamına gelir. Aynı zamanda İslâm dünyasına büyük tehlikelerin sızabileceği çok önemli bir kapının da ardına kadar açık kalacağı anlamına gelir.
Bu kapının güvenliğinin sonuna kadar korunması ve her geçen gün daha da tahkim edilmesi her şeyden önce İslâm ümmetinin geleceği ve İslâm coğrafyasının güvenliği açısından son derece önemlidir.
Durum böyle iken İslâm coğrafyasındaki yapay ve kukla yönetimlerin Filistin davasına, Kudüs ve Mescid-i Aksa davasına karşı vurdumduymaz ve umarsız politikaları akıllıca bir politika değildir.
Bu yönetimler her şey bir tarafa sırf kendi hayatlarının devamı için bile şu anki politikalarını baştan sona değiştirmeleri gerekir. Çünkü bölgedeki işgalci, terörist, siyonist İsrail devletinin güçlenmesi sadece Filistin, Filistinliler, Kudüs ve Mescid-i Aksa için bir tehlike değildir. Kukla yönetimlerin bunu çok iyi anlaması gerekir.
Bundan dolayıdır ki bölgenin güvenliği, Kudüs’ün ve çevresi mübarek kılınmış bulunan Bilâd-ı Şam’ın güvenliğini üst düzeyde sağlanmayı zorunlu kılmaktadır. Yani Kudüs başta olmak üzere, Bilâd-ı Şam’ın güvenliği olmadan Irak’ın güvenliğinin sağlanması da mümkün değildir. Hatta Ürdün’ün, Lübnan’ın, Arap yarımadasının, Anadolu coğrafyasının, İran ve daha doğudaki İslâm diyarlarının güvenliğinin de sağlanması mümkün değildir.
Peki, ilgisiz ve umarsız politikaların, bu tehlikeli gidişin önü nasıl alınabilir?
Öncelikle bu yönetimlerin kendilerine gelmesi gerekir. Kudüs’ün ve çevresinin siyonist işgale karşı korunmasının, işgal ve yayılmacılığın derhal durdurulmasının gerekli önlemlerini almaları gerekir.
Gerekli politikalar, plan ve projeler, siyasi ittifaklar oluşturulmalıdır. Bu politika ve planların halkın temel düşünce ve anlayışlarıyla uyum içinde olmasına azami derecede dikkat edilmelidir. Kudüs ve Mescid-i Aksa davasının halka ve daha büyük kitlelere iyice anlatılmasına özel gayret gösterilmelidir.
Kudüs’ün ve çevresinin güvenliğinin sağlanması demek; ümmetin deniz, hava ve karadan gelebilecek tehlikelere karşı korunması demektir.
Bunun için ne yapılmalıdır?
Kudüs fatihi Selahaddin-i Eyyubi’nin ve Nureddin Zengi’nin yaptığı gibi ümmetin birliğini sağlamak, atılması icap eden ilk adımdır. Ümmetin maşeri vicdanında Kudüs sevgisinin ve davasının kök salması gerekmektedir.
Kudüs’ü ümmetin her ferdinin sonuna kadar sahiplenebilmesi için yollar aranmalıdır. Gerek bilimsel, gerek enformatik, gerekse İslâmî anlamda ve gerekese ümmetin zihnen dönüştürülmesi anlamında yapılması gereken neyse hepsinin en mükemmel şekliyle programlanıp faaliyete geçirilmesi gerekir.
O halde ümmetin bütün fertleri için;
1. Kudüs davasının, ilmi, siyasi, ahlâkî ve ümmetin geleceğini ilgilendiren yollarını bilmek,
2. Bütün bu yönleri ve boyutlarıyla sahiplenilmesini sağlamak için gerekli çalışmaları ve faaliyetleri yapmak ve alt yapıyı zenginleştirmek,
3. Kudüs davasını sahiplenmeyi ümmet düzeyine taşımak ve yaygınlaştırmak,
4. Kudüs’ü özgürleştirmekle ümmeti özgürleştirmek arasında tartışılmaz bir denklem olduğunu anlamak ve anlatmak zorundayız.
Dava, kuru bir özgürlük davası değildir. Kudüs ve Kudüs’ün özgürleştirilmesi davası, aynı zamanda ümmetin de bütün nihai boyutlarıyla özgürleştirilmesi demektir. Maksat ve hedef, ümmetin kendi inancını hiçbir zulüm ve engellemeye maruz kalmadan yaşamasıdır.
Bu hedefin gerçekleştirebilmesi yolunda ise;
1. Kudüs’ün etrafında birinci halka olarak Filistin’in, ikinci halka olarak da çevresi mübarek kılınmış Bilâd-ı Şam’ın güvenliğinin sağlanması,
2. İsrail terör devletinde somutlaşan emperyal zulüm, baskı ve işgalin ilk fırsatta sona erdirilmesi için gerekli bütün tedbirlerin acilen alınması,
3. Kudüs’ün, bütün Bilâd-ı Şam’ın özgürlüğünün aynı zamanda İslâm topraklarının ve İslâm ümmetinin güvenlik hedefinin şartı olması itibarıyla ümmet açısından güvenilir siyasi bir vakanın ortaya çıkması için gerekli bütün hazırlıkların yapılması;
4. Siyasi, fikri, ahlâkî olarak, sosyal kitleleşme ve bir ayara gelme anlamında yapılması gerekenlerin bütün ayrıntılarıyla yapılması,
5. Son olarak ümmetin tümünün Kudüs ve çevresini özgürlüğe kavuşturmak yolunda kendisinin de her türlü emperyal baskıdan zulümden kurtulabilmesi için gerekli bütün alt yapının hazırlanması, imkânların seferber edilmesi,
6. Bu uğurda ümmetin siyasi temsilcilerinin, ilim adamlarının, fikir adamlarının, sosyal ve siyasal liderlerinin, önderlerinin ittifak edecekleri, İslâm’ın da öngördüğü ve onaylayacağı bir faaliyet programının ortaya konulması gerekmektedir.
Evet, gerçek manada Kudüs’ün ve Filistin’in kurtulması isteniyorsa ve bu yolda ciddi tedbirlerin alınması düşünülüyorsa acilen en azından bu üç hususun dikkate alınarak devreye sokulması bizim bakış açımıza göre hayati bir zorunluluktur. Yoksa şu anda vakada gördüğümüz ve İslâm ümmetinin başındaki İslâm coğrafyasının her yerinde hemen hemen ciddi hiçbir politika üretemeyen bu yönetimlerin izlemekte olduğu vurdumduymaz siyaset, değil Kudüs ve Filistin’i kurtarmak, mevcut halini korumak için bile yeterli değildir.
Bütün tedbirlerin hikmetle ve hassasiyetle uygulamaya konulması gerekmektedir. Günü kurtarmaya yönelik, yüzeysel, derinliksiz, ufuksuz politikalarla bir yere varılamaz. Gösterilerde atılan “Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesidir.”, “Hepimiz Filistinliyiz.”, “Kanımız aksa da Kudüs bizimdir.” gibi sloganlar samimiyet itibarıyla bir değer ifade etse bile pratikte bir karşılığı yoksa -ki olmadığı bunca zamandır açıkça görülmektedir- pek bir anlam ifade etmemektedir.
Sloganların ötesine geçmeliyiz. Yapılması gerekenleri geciktirmeden ve hikmete uygun bir şekilde yapmalıyız. Kudüs’ün, Filistin’in ve etrafı mübarek kılınmış çevresinin, buna bağlı olarak da ümmetin, sağlam ve ciddi bir geleceği için yukarıda ana hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığımız plan ve programların derhal uygulamaya konulması gerektiğine inanmaktayız.
Bu alanda herhangi bir kimsenin davet ve teşvikine gerek kalmaksızın herkesin üzerine düşeni yerine getirmesi gerektiğini de bilhassa vurgulayalım.
Şüphesiz ki gelecek, nihai olarak İslâm’ındır.
M. Beşir Eryarsoy