Her kavramın kullanım alanı ve kullanım şekli vardır. TDK sözlüğüne göre kargaşa; Kışkırtma ve karışıklık yoluyla toplumda ortaya çıkan düzen bozukluğu, anarşi. Kalabalık, düzensizliğin yol açtığı karışıklık, kaos... Lisan ile dilin aynı anlamda...
İnsan bir ölçüye ihtiyaç duyar. Kendini aşan ve mutlak olarak ulaşılması imkânsız bir ölçü. Ama onu bir ömür belirlediği ilkelere kanalize edebilecek bir ölçü. Ancak böyle bir ölçü ile insan dışsal baskılardan uzak, kendi kendini kontrol edebilir. Bu ölçü, dinler tarafından belirlendiği gibi içselleştirilmiş kültürel birikimler de olagelmiştir. İnsanın bağlı kaldığı temel ölçüler, hayatı çekilir kılan unsurlardandır. Bu temel ilkeler ile hayatı anlamlı kılma çabasında olan insan, olumlu veya olumsuz her durumu bu ölçü ile değerlendirecektir.
Kapitalizmle beraber anlam yitimine uğrayan toplumlar kendilerini mihenk taşına vuracakları bir ölçüden yoksun kaldılar. İnsanın yalnızca gözlemlenebilen eylemleriyle ilgili bir ölçü geliştiren kapitalizm, toplumları kendi varlıkları içerisinde bir anlam yitimine, bir yokluğa mahkûm etti. İnsan, kendi kendisinin yegâne ölçüsü oluverdi. Varlığını anlamlı kılma çabasını ise büyük oranda insan için değişmez yapı taşlarından ziyade tüketimde aradı. Tükettikçe var olduğunu hissedebileceği bir anlam dünyası. Böyle bir toplum için “Tüketiyorum o hâlde varım.” sözü yanlış bir tanımlama olmayacaktır. Modern toplumu var eden, varlığını anlamlı kılan, yaşadığını hissettiren saik tüketmektir. Tükettikçe varlığının farkına varır. Bu tüketim yalnız ürettikleri ile sınırlı kalmaz, kendi bedenine, ruhuna kadar uzanır. Öyle ki tecrübe etmediği hiçbir ürün, ruhunun derinliklerinde dokunmadığı hiçbir mahrem alan bırakmamalıdır.
Kendisini diğerlerinden farklı kılacak her nesne kapitalist insan için ulaşılması gereken bir “değer”e dönüşür. Bir arabayı ele alalım; ilk bakışta insanın ihtiyacını gideren, işlerini kolaylaştıran basit bir araç olarak görünür. Oysaki tüketim toplumu için araba yalnızca ihtiyaç duyduğu işlerini kolaylaştıracak bir araç değildir. Bütün bir toplumun sahip olamadığı bir “simgesel ağlar bütünü”dür. O, artık sadece bir nesne değildir; aynı zamanda kişinin kendisi dışında şahsiyet bulmuş “ben”inin bir parçasıdır. Hayatı ve hayatını onunla anlamlı kılma çabasıdır. İnsanların ulaşmak isteyip de ulaşamadıkları böyle bir “simgesel ağlar bütünü”ne ulaşmış olmanın verdiği “yegânelik” hissi modern insan için güçlü bir motivasyon sağlamıştır.
Tüketim toplumu doyumsuzdur. Bu toplumun ulaşmak istediği mutlak bir hedef yoktur. Sadece kendisini bir sonraki hedefe taşıyacak ara hedefler vardır. Bu ara hedefler ne kadar uzaktaysa motivasyonu o kadar güçlüdür. Bunlara bir defa ulaşıldı mı kısa sürede anlam yitimine uğrar. Ölçüyü yitirmiş böyle bir toplum için Dostoyevski'nin tespiti ilginçtir: “Böyle bir insanın önüne bütün dünya nimetlerini serin, mutluluk denizine, başı kaybolana, hatta su üstünde kabarcıklar çıkana kadar gömün; geçim sıkıntısı çekemeyecek kadar da zenginlik verin. Ballı kaymakları yiyip, yan gelip yatsın; bunun yanında insan neslinin tükenmemesine de çalışsın… Bütün bunlara rağmen bu insan, nankörlüğü yüzünden inanılmaz rezillikler yapar.”1 Anlamı, sahip olduklarında arayan insan kendi paradoksunu kendisi oluşturmuştur. Sahip olma beraberinde amaç yitimini getireceğinden bir müddet sonra sahip olduklarının tükenirliği beraberinde anlamı da tüketecektir.
Sahip olmamanın beraberinde getirdiği sahip olabilme güdüsü insanı sürekli peşinden sürüklemiştir. Bu nedenle her ne kadar bir şeyleri elde etmek için çaba sarf ettiğimizi söylesek de bu, yalnızca geçici bir yanılsamadır. Çünkü elde etmek istediğimiz şeye yüklediğimiz anlam kendisine ulaştığımızda artık eski göndergelerini yitirecektir. Göndergesini yitiren bir “nesne”nin yok olmaktan başka bir kaderi de yoktur. Benzer anlam göndergeleri, farklı nesneler üzerine aktarılacak, böylece ulaşılması gereken yeni hedefler kendiliğinden belirecektir. Mutluluk; hedefin “ne”liği hakkında düşünmek değil; hedefin gerçekleştirilmesi uğruna verilen uğraştır. Sonu kestirilemeyen bu hedef, sarmal bir döngü içerisindeki maceranın kendisiyle özdeşleşir.
“Evlilik kuralları toplumsal grup içerisinde kadınların dolaşımını güvence altına alma, yani biyolojik kökenli bir kan bağı ilişkileri sisteminin yerine sosyolojik bir ittifak sistemi yerleştirme biçimlerini temsil eder. Böylece evlilik kuralları ve akrabalık sistemleri bir tür dil gibi, yani bireyleri ve gruplar arasında belli bir iletişim tipini güvence altına almaya adanmış bir işlemler bütünü gibi düşünülebilir. Tüketim için de aynı şey söz konusudur: Bir biyoişlevsel ve biyoekonomik mallar ve ürünler sisteminin (ihtiyacın ve hayatta kalmanın biyolojik düzeyi) yerine sosyolojik bir göstergeler sistemi (tüketimi özgü olan düzey) geçer. Ve nesneler ve malların kurala bağlanmış dolaşımının temel işlevi kadınlar ya da sözcükler için söz konusu olanın aynısıdır: Belli bir iletişim türünü güvence altına almak.”2 Artık neyin ihtiyaç olduğu neyin ihtiyaç olmadığına karar veren insanın doğal yapısı değil değer yargılarıyla kuşatılmış bir toplumdur. Tüketici toplum dünyanın örgütlenmemiş en büyük birlikteliğidir. Bu toplumun fertleri arasında bilinçli bir bağ olmamakla birlikte toplu tepki vermeye iten bir bilinçaltı var. Bu toplumsal bilinçaltı, örgütsüz olsa da ortak amaçlar doğrultusunda hareket etmekte. Toplumun ihtiyaç kabul ettiğini ferdin de ihtiyaç kabul etmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Burada ihtiyaçların bizzat toplumun kendi dinamikleriyle belirlediği ve fertlere dayattığı bir şey olduğunu iddia etmiyorum. Toplumun bizzat kendisinin de neyi ihtiyaç olarak belirlediğinin bilincinde olduğunu da sanmıyorum. Yönlendirmeye açık olan toplum, neyin ihtiyaç olduğunu hâkim paradigmadan bağımsız bir şekilde belirleme gücünden yoksundur.
Geleneksel toplumlarda hemen herkes içinde yaşadığı toplumda ortalama bir insan neye ihtiyaç duyuyorsa ona ihtiyaç duyuyordu. Bu ihtiyaçlara binaen tüketim gerçekleşiyordu. Modern zamanla beraber doğal ihtiyaçların yerini “etkileşimli ihtiyaç” aldı. Tüketim toplumlarında reklamlar, genel toplumsal beğeniler, modalar vs. bu tür “etkileşimli ihtiyaç”ları belirler. Tüketim toplumlarının dinamikleriyle bir ürüne karşı beğeni oluşturulur. Bu beğeni nesnel bir deneyimlemeye müsait değildir. Tüketim toplumunun kültürel kodlarıyla örülüdür. Bu ürün toplum fertleri tarafından kısa sürede benimsenir(se) ve her fert bu ürünün, hayatı için zaruri bir ihtiyaç olduğu kanaatine varır. Bu ihtiyacı gidermek için o ürünü satın almak zorundadır. Böylece doğal bir ihtiyaçtan suni bir ihtiyaca geçiş gerçekleşti.
Fakat “etkileşimli ihtiyaç” da postmodern dönemle birlikte değişmeye başladı. Nihayet, “tüketim” modern insan için bir ihtiyaç hâline geldi. Geleneksel ve modern toplumlarda doğal veya etkileşimli ihtiyaçlarda nesneye sahip olma vardı. Postmodern toplumlarda ise “tüketim yapma”nın kendisi bir ihtiyaç hâline geldi. Postmodern insan; doğal veya etkileşimli ihtiyaçları yokken bile haftada en az bir gününü alışveriş merkezlerinde geçirme ihtiyacını duymaya başladı. Elbette, bu ihtiyacın merkezinde nesne tüketimini bulunmuyor. Daha çok psikolojik bir ihtiyaç şeklinde beliriyor. Fakat bu psikolojik ihtiyaç da son tahlilde bir nesnede tezahür etmek zorundadır.
Postmodern toplumlardaki bu psikolojik ihtiyacı gören/belirleyen kapitalist yatırımcılar gerekli çözüm yollarını da sundular. İlk çözüm, tüketim ihtiyacı ile yaşam alanları arasındaki mesafeyi daraltmakla gerçekleşti. Yeni alışveriş merkezleri artık, şehirlerin dışına inşa edilmiyor. Şehir merkezlerinde herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bir yer tercih ediliyor. Ayrıca alışveriş merkezleri eskiden olduğu gibi sadece alışveriş merkezleri olarak da inşa edilmiyor. Yüzlerce dairelik binaların genellikle en alttaki birkaç kat yüzlerce dükkâna ev sahipliği yapan devasa alışveriş merkezlerine dönüşüyor. Güncel hayat ile alışveriş alanı böylelikle iç içe giriyor.
Geleneksel toplumlarda tüketim ihtiyaca binaen gerçekleşirdi. İnsanlar; biyolojik, ruhi veya entelektüel olarak ihtiyaç hissettikleri ürünlerle doyuma ulaşmak isterlerdi. Postmodernizmle birlikte tüketim alışkanlıklarında ve tüketimin niteliğinde değişimler yaşandı. Kapitalizmin temel meselesi ihtiyaçların giderilmesinden ziyade toplumlar için ihtiyaçlar yaratmaktır. Kapitalizm böylelikle bir tüketim toplumu oluşturabilmiştir. Sürekli tüketen, tüketmekten zevk alan, tüketmek için tüketen bir toplum.
Postmodern toplum, ürünün pazarlama şeklini de değiştirmiştir. Artık, metalar psikolojik baskı temelinde pazarlanmaktadır. Postmodern toplumda kapitalizm tüketimi hayalle pazarlama yoluna gider. Bunu da reklamlar yoluyla yapar. Çünkü reklamlar insanların ihtiyaçlarından ziyade hayallerine hitap eder. Reklam aracılığıyla sermayedar kendi amaçlarını toplumların amaçlarına dönüştürür. Böylece kişiler görmedikleri, dokunmadıkları sadece ürünün göndergeleriyle hayallerini süsleyen ve hayallerinde yaşadıkları tatmini tecrübe etme teşebbüsüne girerler.
Klasik dönemde tüketimdeki tatmin; kişinin sahip olmak istediği, ihtiyaç hissettiği herhangi bir şeye sahip olmanın verdiği mutluluk olarak tanımlanırdı. Fakat günümüzde tüketimin daha soyut bir alana çekildiğini görüyoruz. Herhangi bir grup içinde yer edinme kaygısı, sınıf arayışı gibi unsurların tüketimde mutluluk sağladığını söyleyebiliriz. Buradaki örtük tezi Baudrillard şöyle özetler: “Tüm insanlar ihtiyaç ve tatmin ilkesi önünde eşittir. İhtiyaç kullanım değerine endeksli olduğu için ortada bir nesnel faydalılık ya da doğal ereksellik ilkesi vardır ve bu ilkenin önünde toplumsal ya da tarihsel eşitsizlik yoktur. Biftek söz konu olduğunda proleter ya da ayrıcalıklı diye bir şey yoktur.3 ” Kapitalizmin günümüz dünyasına salık verdiği şey, tüketimdeki mutluluğun somut bir tatmin duygusundan ziyade “iç haz” şeklinde kendisini göstermektedir.
Kapitalizmin insan üzerindeki en derin tesiri, tüketmek için tüketen bir toplum inşasına kalkışması ve büyük oranda da bunu başarmasıdır, diyebiliriz. Postmodern insan bir tasarımdır. Kapitalist yatırımcıların dünya pazarlarını parselledikten sonra yeni pazar kıtlığında can simidi olarak ortaya çıkan bir tasarım. Yeni pazarlar bulunamıyorsa aynı pazar içerisinde sonu gelmez bir tüketim döngüsü oluşturma tasarımı. Toplum mühendislerinin kapitalist bir sistemde bazı ürünleri tüketicinin ihtiyaçları hâline getirmekle - belki ilk zamanlar böyleydi - yetinmediler. Kapitalist sistemin her türlü ihtiyaçlar sistemini kuşattığı ve insanları bunların tüketimi noktasında kanalize etme çabasını sürdürdüğü doğrudur. Fakat bizim burada dikkat çekmek istediğimiz, tüketici konumda olan geniş halk yığınlarının kendisinin de aslında bir ürün olduğu. Kendi anlam arayışından uzak; toplum mühendisleri tarafından tüketilen ürünlerle hayata anlam katma çabası kimliksizleşen kapitalist toplum ferdini nihayet fert olma statüsünden tasarlanmış bir ürün statüsüne oturttu. Artık kapitalistler için her şey çok daha kolaydı. Kendi tasarladıkları bir ürünün kullanması için gerekli olduğunu düşündükleri ürünleri piyasaya sürmek. Kendi tasarımlarının neler istediğini en iyi bilen bizzat tasarımcının kendisidir. Postmodern insan için; tasarlanmış, önü sonu kestirilebilen bir varlık olduğu iddiasında bulunabiliriz.
Kapitalist toplumdaki bir fert kendisini kuşatan değerler sistemi içerisinde sürekli tüketmek zorundadır. Tüketim bir malın maksimum düzeyde kullanılmasından sonra yenisinin alınması değil. Her malın toplumca örtük bir şekilde belirlenmiş bir ömrü olduğu ve bu ömrü tamamlayan her malın yenisiyle değiştirilmesi gerektiği fert tarafından bilinir. Kullanım değeri devam etse de “toplumsal kullanım zamanı”nı tamamlamış mal tedavülden kalkar. Bu ömür; bazen renk seçimleri bazen moda bazen de toplumsal belirlenimlerle kendini gösterir. Kapitalist üretim sistemi de bu hassasiyetler ölçüsünde üretim yapar.
Kapitalist tüketici ürün çeşitliliğini tek başına kullanıma dâhil etmez. Her ürün çağrıştırdığı diğer ürünlerle birlikte kullanılmalıdır. Spor tarzı giyinen birinin ayakkabısı ve saati de sportif olmalıdır. Resmi kıyafetin de kendi çağrıştırdığı diğer ürünlerle birlikte kullanılması gerekmektedir. İnsanı bu çağrışımlara muhalif tutumlar sergilemeye toplumsal baskı izin vermez. Toplumsal hafızada her şey yerli yerindedir; beğeniler, iğretiler, kabuller, retler, uyum ve uyumsuzluklar. Toplumsal hafızaya ters düşen fert toplum dışına itilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Modern beğenilerin dışına çıkan fert toplumsal duyguları incitmiş kabul edilir; toplumsal vicdan kendisine uygun yaptırımı uygular. Bu yaptırım ferdin işlediği suça bir bedel ödetmek için değildir; yaralanan toplumsal vicdanı tamirdir. Fert; toplumsallaşan bir beğeniye karşı gelerek toplumsal vicdanını yaralamıştır. Yaralanan vicdanın tamir edilmesi ferdin cezalandırılmasından daha önemlidir. Fert; yalnızca kendisini temsil ederken toplum “sistem”i temsil etmesi hasebiyle bu tamir daha da önem taşımaktadır. Ferde uygulanan yaptırım cezalandırıcı olmaktan ziyade, Durkheim'in belirttiği gibi, kişisel yükümlülükleri hatırlatan “onarıcı yaptırım”dır.4
Resul Alan
1 Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar, Şule Yayınlar, İstanbul, 2013, s. 40 41.
2 Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 92
3 Bkz. Baudrillard, a.g.e., s. 53
4 Emile Durkheim, Toplumsal İşbölümü, Cem Yayınevi, İstanbul, 2014, s. 143.