• BİR ÇAĞRI VEYA ÇIĞLIK

      Fıtrat üzere yaşayanlara, insanlığını muhafaza edenlere ve tüm Müslümanlara çağrımdır! - Adaleti koruyunuz. Adalete zulüm bulaştırmayınız. Adil insanların adaletine sahip çıkınız. - Zalimlere meyletmeyiniz. Zulme karşı çıkınız, zalimler içinden...

DUYURULAR

GERÇEK İKTİDARIN YOLU ÇARŞI-PAZAR VE MEKTEPLERDEN GEÇER

gerçek iktiddarın yolu   kemal özer
Hükmetmek, melekler dışındaki her tür canlı varlığın tabiatında var olan bir haslet. Hükmetmek kimi zaman fıtrî bir vecibe, kimi zaman da hırs mahsulü olarak ortaya çıkmakta. Hükûmet, başkaları adına onların bugünü ve geleceği hatta bazen geçmişi hakkında karar verme makamıdır.

Müslümanlar açısından hükûmet veya hükmetme, dünyevî ve uhrevî mesuliyetleri olan bir yük. Evet, her zaman çokça taliplisi olsa da Ömer bin Abdülaziz (r.a.) örneğinde olduğu üzere başkaları hakkında hüküm vermekten dolayısıyla da iktidar olmaktan içtinap edenler de yok değil.

Aile reisi -belki de- hükmetmenin en alt düzeydeki temsili olup bu da kaçınılmaz ilâhî bir mükellefiyettir. Bu mükellefiyette kişi dilediğini yapmaya muktedir olsa bile böyle davranma hakkına sahip değil. Aile fertleri ile istişare etmek, âdil davranmak ve karısını, evlatlarını ve diğer mensupları nefsinin önünde tutmak da bu vecibelerin en başında yer alır.

Hepimiz “çoban” olduğumuza göre güttüğümüz sürüden, idare ettiğimiz müesseseden hesaba çekileceğiz. Burada çoban bir mecaz ise de esasta çobanlık yapan bir kimse bir gün mutlaka o sürüden hesaba çekilecektir ve çobanın bu şuurla hareket etmesi icap eder.

İslâm tarihinde de iktidar çekişmeleri diğer kimliklere mensup insanlarda olduğu üzere çekişmeli ve hatta bazen kanlı geçmiştir. Burada Müslüman olmadan da öte insanın ihtirası ne yazık ki, Anadolu tabiriyle “baş olma sevdası” başların kopmasına sebebiyet vermiştir.

İslâm Tarihinin İlk Siyasi Darbesi

Hz. Ali (k.v.)'nin hilafeti sırasında baş gösteren hâdiseler, Müslümanların ilk iktidar mücadelesi olarak kayda geçse bile halef Müslümanların burada ciddi anlama hatalarına sahip oldukları bir gerçektir. Hz. Ali (k.v.)'nin hilafeti, Hz. Osman (r.a.)'ın şehit edilmesi ile neticelenen İslâm tarihinin ilk siyâsî darbesinden sonra başlamış ve Hz. Ali'nin sadece dört buçuk yıl süren, çoğu fitne ve kargaşalarla devam eden hilafet dönemi genellikle Şia inancının propaganda amaçlı bilgileri ile gölgelendiği için net olarak anlaşılamamaktadır.

Hz. Ali (r.a.)'nin Haricileri bertaraf etmek için verdiği büyük mücadelenin bir neticesi olarak şehid edilmesiyle, iktidar mücadelesi farklı bir hüviyet kazanacaktır. Hilafet-saltanat tartışmaları şüphesiz derin bir meseledir ve bu kısa yazının hacmini katbekat aşar. Ancak bir şehir devletinde bugünkü mânâda seçim yapmak mümkün ise de toprakları binlerce hatta on binlerce km uzağa ulaşmış bir devlette o gün seçim yapmanın imkânsızlığının tartışılmasının âlemi yoktur. Halifeyi halk değil, şûranın/ meclisin, valilerin yâhut da seçkinlerin reyi ile seçmenin güçlük ve sıkıntıları da ortadadır.

İktidar Mücadeleleriyle Kaybedilen Asırlar

Peygamberlerin kurdukları devlet idareleri ve Hülefâ-i Raşidin gibi istisnalar dışında zaten dünya hep liderlik vasıflarına hâiz güçlü şahıs ve onun aile halefleri tarafından idare edile gelmiştir. Kimilerine göre ise ilk saltanat Hz. Muaviye'nin yerine oğlu Yezid'in geçmesi ile değil, Hz. Hasan'ın Hz. Ali'nin yerine halife olmasıyla başlamıştır ve bu nedenle Emevî hanedanı ilk olmakla suçlanamaz.
İslâm tarihinde saltanatın ne zaman başladığı elbette ehemmiyet arz eder ise de saltanatın da güç mücadelesi için kansız bir çözüm olmadığı ortadadır. Roma İmparatorluğu, Endülüs Emevîleri, Selçuklu örneklerinde olduğu üzere saltanat sürekli el değiştirerek devletin çökmesine de neden olmuştur.

İnsan var olduğu müddetçe hiçbir idare biçimi onun hükmetme sevda ve mücadelesini bitiremeyeceği gibi hiçbir model de kesin bir çözüm ortaya koyacak değildir. Monarşiler/saltanatlar, diktatörlükler, demokrasiler veya başka usullerde hep maraz çıkacak ve kan dökülecektir. Kısa cumhuriyet tarihinde bile az kan dökülmemiştir. Üstelik seçimlerle iktidara gelen başbakan sudan bahanelerle ipe çekilmiştir.

Yönetme ihtirası, asabiyet, kin ve diğer devletlerin uşaklığı neticesinde veya silahlı güçlerin kendi kendilerine verdikleri “rejimi koruma” görevlerinin bir neticesi olarak ortaya çıkan darbeler de ne yazık ki, İslâm dünyasındaki yönetim krizlerine sebebiyet vermiştir.

İslâm'ı sindirmemişlik, kavmiyetçilik veya aynı kavim içindeki boy çekişmeleri ve iktidarın sağladığı nimetlerden faydalanma dürtüsü, hükmetme mücadelesini ateşlemektedir. İslâm tarihi de bunun örnekleriyle doludur.

Müslüman Türkler ve Devletlerinin Akıbeti

Mesela ta Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında İslâm'a girmeye başlamış ama büyük kitlelerin Müslüman olması zaman almış olan Türklerin İslâm dünyasının en başat milleti olduğu tartışmasız bir konudur.

Her ne kadar Karahanlılar ilk Müslüman Türk devleti olarak bilinse de gerçekte bugünkü Ukrayna topraklarında kurulan İdil-Bulgar Hanlığı ilk Müslüman Türk devletidir. Müteakiben onlarca devlet kurulmuş, bunlar arasında en uzun ömürlü olanı altı asır ile Osmanlı olmuş ve üstelik tek hanedanlıkla ömrünü tamamlamıştır. Birkaçı istisna edilirse Müslüman Türk devletlerini de Müslüman Türk devletleri yıkmıştır. Mesela Timur'un Osmanlıya verdiği zarar ortadadır. Ayrıca Altın Orda Devleti'nin Timur tarafından yıkılmasıyla Rusların Türk topraklarını işgali hızlanmış, Kafkaslar ve ötelerindeki topraklarda Müslümanlar bir daha gün yüzü görememiştir.

İnsan Havuzunuz Yoksa Siz de Yoksunuz

Herkes bilir ki, zayıf karakterli insanlar makam, kadın ve para karşısında dik duramazlar. Bu yüzden demokrasilerde zayıf karakterli kimseler iktidar odaklarının tercih sebebidir. Çünkü onların zafiyetleri, güç sahiplerinin hükmetme kabiliyetini artırır. Güçlü veya zayıf yöneticilerin çevreleri genellikle bazen bilinçli bir tercih bazen de kuşatma şeklinde bu kişilerden teşekkül eder veya ettirilir. Tarih ve günümüz bunun örnekleriyle doludur.

Bu nedenle İslâm ahlâkıyla ahlâklanmamış, nefs terbiyesi görmemiş kimselerin elindeki güç bu kişilerden çok Müslümanlara dolayısıyla da İslâm'a zarar verir. İslâm'ın yanlış anlaşılmasına, kötü gösterilmesine, hakarete mâruz kalmasına yol açar ve açmaktadır.

İnsan; Midesi, Gönlü, Beyni ve Ruhuyla Beslenir

Bir kişi midesi, gönlü, beyni ve ruhuyla beslenir. Bunlardan birinin eksikliği, o unsurun hastalanma, çürüme ve ölümüne neden olur. Özellikle günümüzde Müslümanlar bunları mütemmim olarak besleyememiş ve terbiye edememiştir. Bunun bir neticesi olarak da iktidarlarında ileri gidildiği sanılan pek çok hususta aslında geri gidilmiştir. Bunca yatırıma rağmen bütün insanların sağlığı bozuktur. Bunca bolluğa rağmen insanlar açtır. Bunca bilgiye rağmen insanlar cahildir. Bunca dinî faaliyete rağmen insanlar ilmihal bilgisine bile sahip değildir. Bunca refah artışına rağmen mutlu da değildir.

Netice ortadadır. Müslümanların, Müslümanlar iktidara geldiklerinde bütün meseleleri halledecekleri şeklindeki iddia ve inanışları da çökmüştür. Bu sloganik yaklaşımın işe yaramadığı ortadadır. Çünkü ilk düğme yanlış iliklenmiş ve kaybedilen zamana da geri dönüş güçtür. Şüphesiz imkânsız değilse de düne göre daha güçtür. Vadedilen geleceğin maddi mânâda bir ölçüde sağlandığı gerçektir. Ancak maneviyatsız madde, şüphelerle dolu kazançlar, makamların yanlış ellere teslimi, nitelikli insan havuzu oluşturulamaması pek çok kalenin de yıkılmasına sebebiyet vermiştir.

Gerçek ve Kalıcı İktidarın Yolu

Müslümanların ve iktidarlarının istatistikî masallara itibar etmesi, şeyleri manevî değil büyüklüğü ile ölçmeleri, inançta olmasa da akılda düşmanına benzemesi, tarihle olan bağının zayıflaması, Peygamber (s.a.v.)'i kılavuz edinememesi, Kur’ân ve Sünnet'le bağının sloganik kalması, midenin, aklın, gönlün ve ruhun beslenmesinin yanlış ve tehlikeli şeylerden sağlanması, şüphesiz iktidar olup muktedir olamamaya sebebiyet vermiştir. Muktedir olduğunuzu sandığınızda yaşadığınız kuşatılmışlık ise büyük tehlikenin habercisidir.

Aslında iktidarı başkentlerde aramak büyük bir hatadır. Gerçek iktidar; çarşı-pazara, mektebe-medreseye, camiye-tekkeye, sokağa-bürokrasiye, askere-polise, adliyeye-meclise maneviyatın hâkim olması ile mümkündür. Herkes arkasına yaslanıp baksın, biz Müslümanlar bunların hangisine hâkimiz?

Maddî gücün olması, çarşı-pazara hâkimiyet sağlamaz. Makamlara dilediğinizi tayin etmek; adliyede, bürokraside, silahlı unsurlarda hâkimiyet sağlamaz. Camilerin, tekkelerin harıl harıl olması maneviyatın yükseldiğine de işaret etmez. Savunma sanayiinde veya başka alanlarda elde edilen başarıların kalıcı olması; mekteplere, çarşı-pazara ahlâkın yerleştirilmesine bağlıdır.

Vesselam!

Kemal Özer

tefsir dersi 2020

whatsapp takip edin

Yazanlarımız