GAZZE'NİN DÜNYAYA MESAJI KONFERANSI GERÇEKLEŞTİ

gazzenin dünyaya mesajı beşir eryarsoy

Medeniyet Vakfı İstanbul Şubesi’nin düzenlediği sunumunu M. Beşir Eryarsoy Hocamızın yaptığı “Gazze’nin Dünyaya Mesajı” programı Fatih Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. M. Rüştü İzgöer Hoca’nın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan programın ardından Medeniyet Vakfı Başkanı Kâzım Sağlam Hoca açılış konuşmasını gerçekleştirdi ve şunları ifade etti:

“Selamun Aleyküm. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi hepinizin üzerine olsun. Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz. Gecemiz mübarek olsun. Bu kötü hava şartlarında buraya kadar zahmet buyurup geldiniz, Allah razı olsun. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Rabbim inşallah daha hayırlı geceleri kutlamak üzere bir araya gelmeyi bize nasip ve müyesser eylesin.

Uluslararası dünya sistemi, 1. ve 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni bir düzen kurdu. Bu düzen 1990'lara kadar devam etti. O zaman zarfında Müslümanların bir daha direnemeyeceklerine kanaat ettirerek tekrar işgale başladılar. Daha önce zihnimizi, düşüncemizi kendi ipotekleri altına alarak Müslümanların artık direnemeyeceklerini kanaat ettirdiler ve tekrar fiili işgale başladılar. Bu fiili işgal elan devam ediyor. Ama hesaba katmadıkları bir şey oldu.

Tam Müslümanlar artık direnemez dedikleri bir anda Filistin'de Hamas'ın içerisinden bir grup Müslüman kıyam etti, Aksa Tufanı’nı gerçekleştirdi. Yüzyıllardır biriktirdikleri o dünyalarını yerle yaksan eyledi, demir kubbeyi yıktı, uluslararası sistemi de alt üst etti. Yeni bir dünyayla karşı karşıya kaldı bütün insanlık, yeni bir dünyaya uyandı. Allah onlardan razı olsun.

Aksa Tufanı sadece demir kubbeyi yıkmadı, uluslararası sistemin de maskesini düşürdü. Bütün dünyanın nasıl bir sahtekâr bir dünya olduğunu, insanları nasıl uyuttuğunu gösterdi. Gördük ki en umutsuz bir dönemde bir küçük kıvılcım bütün insanları harekete geçirebiliyor.

Aksa Tufanı’ndan sonra başlayan hareket, büyük bedeller ödetti bize. Gazze yerle bir oldu, bir çok insanımız şehit oldu. Ama onların da maskesini düşürdü. Ve hemen arkasından bir kalkışma, kıyam daha oldu. Bu sefer Suriye'de de aynı şey oldu.

61 senedir Baas rejimi ve Esad rejimi altına inleyen Müslümanlar kendilerine geldiler, harekete geçtiler ve çok kısa bir zamanda Esed'i de, onun rejimini de yerle yeksan ettiler. Suriye kıyamında da gördük ki, kendi topraklarında olmayan, dışarıda gelen insanları o ülkeyi korumalarının mümkünatı yoktur. Çok kısa bir zamanda sanki Suriye kendi topraklarıymış gibi hareket eden İran, tasını tarağını toplayarak orayı terk etmek zorunda kaldı. Arkasında çok yerleşmiş dedikleri Rusya hemen oradan çekilmek zorunda kaldı. Hizbullah'ın ismi esamesi okunmadı ve şu anda taslarını, taraklarını toplayıp gidiyorlar. İnşallah bu kıyamlar devam edecek, ümmet şuurlanacak ve ülkemizi işgal eden bütün emperyalistler topraklarımızdan defolup gidecekler. Allah o günleri bize göstersin inşallah.

Bu hususta Gazze'de ve Suriye’de şehit olan bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Bizim vazifemiz de onları desteklemek, onları dış dünyaya duyurmaktır. Bu Gazze ve Suriye kıyamı dolayısıyla birçok tezviratlar yapıyorlar. Esad’ın gitmesinden rahatsızlık duyan bir kitle var, 61 yıllık o zulmü, o haksızlığı görmüyorlar.

O Müslümanlar Gazze'deki kıyam gibi İslam'ın genel ilkelerine uyuyorlar, hiç de taşkınlık yapmıyorlar, intikam duygusuyla hareket etmiyorlar. Bir Müslüman nasıl davranıyorsa öyle davranıyorlar. Gazze Mektebi inşallah bundan sonra bütün dünya Müslümanlarını tekrar harekete geçirecek. Her bir Müslüman da kendine çeki düzen verecek, Müslümanca duracak ve Müslümanca hareket edecek. En mühimi de odur. Hem Gazze'deki Müslümanlar, hem de şu anda Suriye'deki Müslümanlar; Müslümanca nasıl hareket edilir, Müslümanca nasıl durulur, Müslüman'da savaş hukuku nasıl olur bütün dünyaya gösterdiler. Allah onlardan razı olsun.

Biz de Müslümanlar olarak onları inşallah destekleyeceğiz, kıyamlarını alkışlayacağız. Acımız büyük. Belki Gazze’nin büyük bir kısmını da kaybedebiliriz. Ama İsrail de bu saatten sonra orada duramaz. Allah'ın izniyle, keremiyle gün gelecek, o da bu topraklardan defolup gidecek, geldiği yere doğru geri gidecek. Allah o günleri bize göstersin inşaAllah.

Tekrar hepinize teşekkür ediyorum.”

Medeniyet Vakfı İstanbul Şube başkanı Nizamettin Küçükkayış’ın selamlama konuşmasının ardından kız öğrencilerimizden Meryem Ustabaş’ın okuduğu şiirler program devam etti. Sonrasında M. Beşir Eryarsoy Hocamız’ın “Gazze’nin Dünyaya Mesajı” başlıklı sunumuna geçildi.

Gazze’nin Dünyaya Mesajı – M. Beşir Eryarsoy

Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Essalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în.

Cenab-ı Allah'a müşterek bir mesele için, ümmetin bir meselesi için bizleri bir araya getirdiğinden ötürü sonsuz hamdü senalar olsun.

Rasulullah Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz: “Kim Müslümanların dertleriyle, dertlenmeyerek sabaha kavuşacak olursa onlardan değildir.” buyuruyor. Birbirimizin sevincine ortak olmak nasıl bizim bağlılığımızın ifadesiyse üzüntü ve kederlerimizi, daha fazlasını yapamayacak durumda olduğumuz için, sadece kalbi hüzünle de olsa paylaşmak, bunun farkında olmak, kardeşlerimizin meselelerini, acılarını, ızdıraplarını içimizde hissedebilmek bizim onlardan olduğumuzun göstergesidir.

Hadis-i şerif aynı zamanda Türkçedeki tabiriyle Müslümanın iyi gün dostu olmadığını, aksine Müslümanın asıl dostluğunun, kardeşliğinin, bağlılığının, birlikteliğinin en büyük göstergesinin acıları, kederleri, ızdırapları bizzat o acı, keder ve ızdırapla karşı karşıya kalan, birebir muhatap olan kadar veya en azından ona yakın bir boyutta hissedebilmeyi, fark edebilmeyi, içinde bulunulan bu halden kurtulmanın yollarını arayabilmeyi bir sorumluluk olarak bizim boynumuza yüklüyor.

Gerçekten Müslümanların günümüzdeki hallerinin sonsuza kadar bu şekilde devam etmeyeceğine inananlardanız. Bu imana şimdi sahip olmadık. Mümin olduğumuz günden beri, kendimizi fark ettiğimizden beri hepimiz Müslüman olarak Cenab-ı Allah'ın şu ayet-i kerimesine iman ediyoruz.

“Allah müminleri şu bulunduğunuz zor, sıkıntılı, yenilgiye uğramış, perişan olmuş bu halinizde bırakacak değildir.” (Al-i İmran, 179. Ayet)

Peki, bundan kurtulmanın yolu ne? Kazım Bey kardeşimizin işaret ettiği gibi I. Dünya ve II. Dünya Savaşlarını küresel ciddi depremlere benzetmek mümkün. Buna benzer Batı'nın emperyalizmini değişen şartlara göre ve özellikle Varşova Paktı'nın çöküşünden sonra yeniden dizayn etme ihtiyaçları sadece bu depremin taşların yerine daha iyi oturması için kendileri açısından birtakım artçı depremlerden ibarettir.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu:

"Öyle bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabına üşüştüğü gibi, kâfirler sizin üzerinize üşüşecekler."

Sahabe: - Ya Rasülallah, o zaman sayımız az mı olacak? derler.

Efendimiz (s.a.v.),- Hayır, çok olacaksınız ama sizin çokluğunuz su üzerindeki saman çöpünün çokluğu gibi olacak, ağırlığınız olmayacak. Bir de vehm hastalığına yakalanacaksınız."

Sahabeler, vehm hastalığı nedir? Diye sorar.

Efendimiz (s.a.v.): "Dünyayı çok seveceksiniz, ahireti unutacaksınız." buyurur.

(Ebu Davud, Melâhim 5, (4297) 

Peki, hadis-i şerifin işaret ettiği, ümmetlerin, toplumların bizi yiyip bitirmek için bir araya gelişleri neticesinde ilk gerçekleştirdikleri büyük iş ne oldu?

Onlar için korkutucu bir hal alan ve haliyle birçok arzularını, isteklerini, plan ve programlarını uygulamalarına imkan vermeyen hilafet, -şekilsel hali bile- onların emellerinin nihai bir noktaya gelmesine imkan vermiyordu. Bu sebeple onlar açısından hilafet kaldırılmalıydı ve nitekim öyle oldu. Fakat bu ümmet ta baştan beri düştüğü yerden kalkması gerektiğini biliyor. Bir çukura düştüysek o çukura nasıl düştüğümüzü bilmeden oradan kurtulmamıza imkan yok. Biz neden, nasıl veya hangi sebeplerden ötürü devletimizi, birliğimizi, vahdaniyetimizi koruyamadık; İslam ümmeti olarak birliğimizi, vahdetimizi nasıl oldu da kaybettik? Bunun tarihsel sebepleri, sosyolojik sebepleri vesaire elbette var. Fakat hepsinin özeti şu: Eğer bu ümmet Allah'ın kitabına, Rasûl'ünün dinine sımsıkı sarılarak bir yerlere gelmişse, gelmiş olduğu yeri kaybetmesi, oradan adım adım geriye gitmesi de bu bağlılığını gevşetmesi ve zamanla büsbütün hatırlayamaz veya yeterli ölçüde gereklerini yerine getiremez hale gelmesinden dolayıdır.

Aşağı yukarı halifeliğin resmen kaldırıldığı tarihlerde Mısır'daki İhvan Hareketi gibi, yeniden İslam devletinin, İslam ümmetinin kurulması ve bir araya gelip toparlanması zaruretinden bahseden yapılanmalar oldu. Yalnız Mısır’da değil, benzeri sesler ve davetler ta Mağripten/Kuzey Afrika'dan tutunuz, Pakistan'a kadar bir çok yerde ortaya çıktı.

Ümmet, hilafet kaybedilmesi neticesinde ümmetin birliğinin dağılmasının kaldırılamayacak kadar ağır bir yük olduğunu fark etti. Ümmet bu yükün altından kalkmak için tekrar eskisi gibi toparlanmanın zorunluluğuna inandı. Gaddar, sömürücü, hiçbir hak ve hukuk tanımayan Batının emperyalist güçlerinin buna imkan vermesini de beklemek zaten mümkün değildi. Böyle bir beklenti içerisine girilemezdi.

İslam toprakları üzerinde kurulan bölük, pörçük ülkelerin birçoğu 50'li, 60'lı yıllara kadar sömürge olarak devam etti. Ancak emperyalistler, fiili işgallerinin bir yere kadar devam edeceğini, bir noktadan itibaren bunu sürdüremeyeceklerini fark ettiler. İki sebepten dolayı: Birincisi, işgal yoluyla emperyalizmin maliyeti onlara yüksek geliyordu. İkincisi, Müslümanların fiilen emperyalistlerin birebir başlarında bulunması, her şeylerine tahakküm etmeleri onların erken uyanmalarına sebep teşkil edebilirdi. Onun için kendi yerli insanlarını, ifade yerindeyse ajanlarını kendilerinden daha fazla emperyalist ve emperyalizmin emellerine hizmet edecek yöneticiler, idareciler olarak bıraktılar. Bu tip insanları bulmakta da hiç zorluk çekmediler. Böylelikle Batı'nın istediği emperyalist çizginin, bağlılığın devam etmesini sağladılar.

Bu planlarının belki en üst noktalarından bir tanesi de İsrail adı verilen İslam ümmetinin bağrında bir terör teşkilatının fiilen var edilmesi, ortaya çıkmasıdır. Biz terör teşkilatı derken onlara haksızlık yapmıyoruz, olmayan bir şeyden de bahsetmiyoruz. İsrail'in kuruluş tarihini okuyan, ondan haberdar olan herkes, ilk devlet başkanlarından tutun Şaron'a varıncaya kadar, şimdiki adamın (Netanyahu’nun) babasına varıncaya kadar her birisinin bir terör örgütünün bir lideri veyahut da faal üyelerinden birisi olduğunu görecektir ve aynı zihniyet hâlâ devam ediyor.

İsrail bir devlet değildir, buna devlet denilmez. Devlet bir hukuk çerçevesinde kurulur ve bir hukuka riayet ederek varlığını sürdürür. İsrail Çete Teşkilatı'nın herhangi bir hukuki hadisesinin, varlığının, tasarrufunun uygulamasının olduğunu, özellikle de bölge insanına karşı herhangi bir hukuka riayet ettiğini gösterebilene aşk olsun.

Kur'an-ı Kerim'in bilhassa müminler hakkında, kafirler için dediği gibi: “Onlar hiçbir mümin hakkında ne bir taahhüde, ne bir söze, ne bir yemine, ne bir hak ve hukuka riayet ederler.” (Tevbe Suresi, 10. Ayet)

Müminlerin maalesef unuttukları hakikatler arasında bunlar oldu. Çoğumuz hatırlarız belki, ilkokul ve ortaokul çağlarındayken Türkiye'nin en cahil insanına varıncaya kadar İsrail'e methiyelerle bizleri büyüttüler. Kur'an-ı Kerim'in kendileri ve emsali hakkında hiçbir mümin hakkında en ufak bir ahde, taahhüde, hakka, hukuka riayet etmezler dediği böyle bir terör teşkilatı ve bunların tasarrufları bizlere övüle övüle bitirilemedi.

Mardin gibi bir yerde İsrail'in çölü nasıl yeşerttiğini, çölde çeşitli bitkiler bitirdiğini vesaire anlatan, öve öve İsrail’i yücelten ifadeleri hatırlıyorum. Buna karşılık Araplar cahildir, dediler. Arapları kazırsanız altında İslam'ı bulursunuz. Arap denilirken kastedilen İslam'dır. Araplar beceriksizliklerle vesairelerle tahkir ediliyor, küçümseniyor. Doğru bir tarafı var mıydı? Yöneticiler ve yönetici kadro için evet. Kendimi bildim bileli hep bu kanaatteyim. İslam ümmetinin en büyük belası başlarındaki yönetim kadrolarıdır. Çünkü taşları bağlayıp kuduz köpekleri salıveren, hatta kendileri kuduz köpek olan, kuduz köpeğin yerini tutan zalimler, gaddarlar, o yönetimlerdi. Kaddafisiydi, Abdülnasır'ıydı, Esediydi…

Bunlar tartışılmaz vakalar. Bunları kim başımıza getirdi? Biz bunları nasıl kabullendik? Ümmet nasıl bunlardan razı oldu? Bu ayrı bir macera.

Biz ümmet olarak İslam noktayı nazarından aziz olmamızı sağlayacak olan yolu yordamı bıraktık.

Merhum İmam Malik'in parolası çok kısa ve açık ve anlaşılırdır. O diyor ki: “Bu ümmetin ilki ne ile düzelmiş ve yükselmişse, sonrası da aynı yoldan düzelecek ve yükselecektir.” Belki Türkçedeki buna en yakın ifade “İnsan düştüğü yerden kalkar” deyimidir. Biz İslam'ı öğrenmeyi, öğretmeyi, yaşamayı ihmal ederek düştük. İslam ahlakını hayatımızın dışına itterek bu hale düştük.

İslam'ın ifade yerindeyse, beşeriyete saadet kaynağı olan ilim, edeb, ahlak, doğru iman, sağlıklı kanaatler, güzel bakışları… bıraktık. Bu sefer hurafeler sardı bizi. Çünkü ta eskiden beri, baştan beri İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir husustur. Her bir bid'at bir sünneti ortadan kaldırır. Yani İslam ile alakası olmayan en ufak bir hadise bile mümin ümmetin hayatına girecek olursa orada bir gerileme olur. Oradan ona tekabül eden İslami bir müessese, İslami bir kurum, İslami bir kaide, İslami bir hüküm yerini sonradan ortaya çıkan, İslam'la alakası olmayan yanlış düşüncelere, kanaatlere, hal ve hareketlere bırakmış olur. O halde ümmet işe nereden düştüğünü fark etmekle, bunu iyi tespit etmekle başlamak durumdadır diye düşünüyorum.

Sanırım Gazze'yi, Gazze'deki kardeşlerimizi bu şekilde kıyam edebilecek güce sahip kılan, onlara bu maneviyatı, bu motivasyonu kazandıran da bizzat bu dönüştür. Aslında zaman zaman İslam alimleri, düşünürleri, mütefekkirleri, şairleri vs. buna dikkat çekmişlerdir. Bu konuda ümmeti uyandırmak istemişlerdir. Bir çırpıda pek çok ilim adamı, pek çok şair, pek çok mütefekkir saymak mümkün. Onlardan sadece bir Mehmet Akif'in gayet müstesna bir ifadesini hatırlatmak benim için yeterlidir. Diyor ki Merhum:

“Çiğnenmek istemiyorlarsa, seylâb-ı eyyâma

Yeniden rücu etsinler sadr-ı İslâm’a.”

Zamanın, çağın bu günlerin getirdiği bu küfür, inkâr, materyalizm, nihilizm, deizm ve buna benzer bu pislik sellerine kapılıp gitmek istemiyorlarsa, bunların kendilerini çiğnemesini istemiyorlarsa, yeniden mevcut halleriyle değil veya teslim aldıkları haliyle değil, tıpkı Ashab-ı Kiram'ın anladığı gibi, tıpkı Rasulullah'ın anlattığı gibi, tıpkı Kur'an-ı Kerim'in irşad ettiği gibi yeniden İslam'a dönsünler diyor. Bunun başka yolu yok. İşte Gazze bunu yaptı.

Gazze'nin direnişi, beşeri ve dünyevi ölçüler içerisinde aklın kabul edebileceği, mantığın kabul edebileceği bir hareket değildir. Bunun sadece bir izahı vardır. İslam'a dönüştür. İslam'a dönüşün onlara kazandırdığı güçtür. Yeniden Kur'an-ı Kerim'i keşfetmenin onlara kazandırdığı güçtür.

Arkadaşlar hepimiz ufak da olsa bir cerrahi operasyon geçirmişizdir. 8-10 yaşında Gazzeli çocuğun yaraları kesiliyor, tedavi ediliyor. Peki narkozu ne? Okuduğu Kur'an-ı Kerim. Bunu bir ben görmedim, hepimiz gördük. Buna bir tek ben şahit değilim, hepimiz buna şahidiz. Kur'an-ı Kerim'in okunuşundan, okuyanın Kur'an-ı Kerim'i ne kadar anladığını, ne kadar idrak ettiğini, ne kadar yaşadığını anlayabiliyorsunuz. Ah vah deyip bağırıp çağırması gereken çocuk, şuuru yerinde, aklı yerinde, tecvid kaidelerini bile sektirmeden Kur'an okuyabiliyorsa o halde bunun bir delaleti, ifade ettiği bir manası vardır. Bu sıradan bir iş değildir. Bu aklı başında olan herkesin mucize diyebileceği, demesi de gereken bir hadisedir. Gerçekten bu bir mucizedir. Kur'an'ın mucizesidir, İslam'ın mucizesidir. İslam'ı doğru anlamanın, İslam'ı doğru aktarmanın, İslam'ı doğru kavramanın mucizesidir. Gazze'nin Müslümanlara öncelikle verdiği mesajlardan biri Allah-u Alem bence budur.

Kur'an'ı, İslam'ı yeniden idrak etmemiz gerektiği gibi idrak etmek. Nasıl? Sahabi diyor ki: Bizden herhangi birimiz İslam'a girdiği zaman (Arapça'daki ifadesiyle bizim Türkçe'deki benzetme farklıdır) “hamurdan kıl çekilir gibi biz cahili hayatımızdan sıyrılırdık.” Vallahi sizi bilmem ama bu beni aşar. Zor bir iş gerçekten. Yani o insan cahiliye ile İslam ne kadar zıt ve farklı ise La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah dedi mi çizginin öbür tarafına geçiyordu. Şahsiyetiyle, davranışlarıyla, hal ve hareketleriyle, tutumlarıyla değişiveriyordu. İşte Gazze, ümmete bu değişimin nasıl olacağını, bundan da önemlisi böyle bir değişimin bu çağda da mümkün olabileceğini ve bütün dışa yansıması muhtemel en çarpıcı etkileriyle, özellikleriyle hayata yansıyabileceğini gösterdi, bunu anlattı.

Ümmet İslam'ı yaşamayınca ölü hükmündedir. Dirileceksek, dirilmek imkanımız varsa, bunun yolu varsa bir tanedir: İslam'a yeniden dönmek, başka yol yok.

Peki Gazze'nin kendi çapındaki başarısı diye bir şeyden söz edilir mi? Hayır, Gazze'nin başarısı kendi çapında değil, dünya çapındadır. Siz fiziksel olarak, değil ufak bir çakıl taşı, koca kayalar bile atsanız, nihai olarak bir okyanusu veya bir denizi dalga dalga harekete geçiremezsiniz. Ama Gazze, okyanusları harekete geçirdi. Halbuki hacmi ancak bir kum tanesi kadardır. Bu bir mucizedir. Gazze henüz başlamadığı bir zamanda, adamın biri Kur'an-ı Kerim yakacağım diye beyanat veriyor, tarih de veriyor. Fakat Gazze olayları dolayısıyla bakıyor ki ihtida hareketleri çoğalıyor. Öyle bir şey söylememiş gibi o İslam düşmanı Kur'an-ı Kerim'i yakmaktan vazgeçiyor. Yalnız ihtida hareketleri olmuyor, bir yerde İslam'a ve Kur'an'a karşı hareketler de geri çekilmiş oluyor. Bunlar örneklerden birer örnektir, sayılamayacak pek çok örnek vardır.

İslam düşmanı olması gereken bir Yahudi kadıncağızın evlatlarını kaybeden annenin sabrını, tahammülünü müşahede etmesi üzerine videolarda olaydan ne kadar etkilendiğini hepiniz videolardan görmüşsünüzdür. Mesele onun etkilenmesi değil, bu etkinin ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığıdır. Bizim bunu idrak etmemiz ve bunu idrak ederek Gazze'yi sahiplenmemiz icap ediyor. Eğer bu idrak ile Gazze'yi sahiplenirsek İslam dünyasının sahiplendiği oranda her taraf Gazze olur.

Gazze gerçekten bir kum tanesinin koca bir okyanusu harekete getirmesidir. Fiziksel olarak bu mümkün değil. Fakat, beşeriyet vakasında insanların yaşadığı bu dünyada, insanlar arasında bu etkiyi doğurabilmiştir, meydana getirebilmiştir.

Aynı hadiseler tekerrür ediyor. Tarık Bin Ziyad bir avuç insanla Endülüs'e çıktığı zaman, askerlerine hitabı böyle bir dirilişin, böyle bir ruhun ifadesiydi. Arkanızda deniz, önünüzde düşman, bir de sizi bekleyen bir cennet.

19. asrın ortalarında, İngilizlere karşı savaşan Hindistan'daki Müslümanları anlatan General Hatırat'ında diyor ki: “Bize eleştiri yöneltiliyor. Hiçbir silahı, gücü olmayan Müslümanlar karşısında nasıl yenildiniz diye. Şimdi sorarım size. Topun namlusuna baktığı zaman cenneti gören insanlara karşı biz ne yapabilirdik?” Gazze nesli budur işte. Eğer tabir yerindeyse “Gazze mucizesi” budur.

Gazze'ye sahiplenmekle boykotumuzu yapıyoruz, boykotlu ürünleri almıyoruz... Elbette bu saygı duyulması, teşvik edilmesi, titizlik gösterilmesi gereken çok güzel bir şeydir. Fakat sakın hadiseyi bundan ibaret görmeyelim. Olay bu kadar basit değildir. Ben boykot ürünü almıyorum diyecek şuurun erişmesi gereken seviyedir bizim için önemli olan. Bunun farkında olmalıyız. Bunu sağlamak, bunu eğitimle çoluğumuza, çocuğumuza, çevremize, birbirimize, kendimize aktarmak, bunu ilerletmek ve olduğu yerde bırakmamak durumundayız.

Konuyla alakalı olarak söylenecek pek çok şey var tahmin ediyorum. Kassam'dan itibaren bugüne kadar bütün şehitler ve mücahidlerin ortak vasfı İlayi Kelimetullah'ı hedef almaktır. Ümmet bu eğitimi baskın olan, etkin olan, cahili sistemlerin etkisi altında kalarak unuttu. Bir asırdan fazla bir zamandır unuttuk. Fakat Gazze bunu unutmadı. Kur'an'la varolup Kur'an'la ayakta durmak, Kur'an'la dirilmek işin esası budur. O zaman bir zamanlar bir marşta söylendiği gibi diyelim:

“Sayı, silah, zaman hepsi bahane.

Tutamaz mı elin yerdeki taşı?

İman ve sabır olduğu müddetçe

Dönmek yok, sürdüreceğiz savaşı.”

İşte bu şuura, bu enerjiye, bu ifade yerindeyse gençlerin dahi zor yakalayabildiği yüksek dinamik ruha erişebilmek, gerçekten ilahi kelimetullah için sevdalı olmak icap ediyor. Gazze bunu yaptı. O olmasaydı o imkansızlıklar içerisinde, yerin altında o tüneller meydana getirilemezdi.

Suriye'de son birkaç gündür televizyonlarda tağut yolunda mücadele edenlerin tünellerini de gördük. Hangi imkanlarla onların ortaya koyduklarını, öbürlerinin tırnaklarıyla bu tünelleri nasıl meydana getirdiklerini ve hala o tünellerin izinin, haritasının düşman tarafından keşfedilemediğini bilmemiz icap ediyor.

Gazze’de anne-babanın bir hedefi var. En basit proje şu, hepinizin bildiği. Her bir anne babadan baba altı evlat sahibi olacak. İkisi okuyacak. İkisi cihad edecek. İkisi de öbürlerinin geçimlerine yardımcı olacak. Altısı da Allah yolunda demek ki. Çünkü bu iş okumadan da olmaz. Gerçekten Gazze eğitim-öğretim ortalaması dünyada en yüksek yerlerden birisidir. Biz ne yaptık? Tıp fakültesinden mezun olacak kardeşimiz şeriatçılık adına diplomasını yaktı. Hukukçu kardeşimiz buna benzer bir iş yaptı. Öbürü böyle yaptı, okullarımızı terk eden edene.

Okuduğum şeyler sistem tarafından son derece masumdur, hepsine sahipleneceğiz anlamında değil. Sen Müslümansın. Kendine ait özel bir eleğin olması lazım, özel kıstasların olması lazım. Neyi öğreniyorsan o kıstaslardan geçirmesini bileceksin.

Anne ve babanın en çarpıcı örneklerinden bir tanesi de şehit Heniyye'dir. Oğulları, torunları beraber, hatırımda yanlış kalmadıysa 11 yada 12 kişi şehit oluyorlar. Bizim çocuğumuz hasta oluyor, feleğimizi şaşırıyoruz. Evladı, torunu bombardımanda şehit olmuş, yüzü gülüyor. “Zaten Allah yolunda feda olmak için yaşıyorlardı. Hepimiz böyleyiz. Bizden önce cennete gittiler.” diyor. Yani daha ne denir bilmiyorum ki!

Gazze’de mücahid olmak. Kur'ân-ı Kerim'in en az yarısını hıfzetmeden (belki seni eğitirler ama) seni düşmanla karşı karşıya kolay kolay getirmezler. Kur'ân-ı Kerim'i özümseyeceksin, anlayacaksın, hıfzedeceksin. Nöbet beklediğin zaman uykun gelmemesi için ifade yerindeyse, yorgunluğunu atmak için ezberlediğin Kur'ân'ı okuyacaksın. Üzerinde dura dura, tedebbür ede ede. Çünkü Kur'an şifadır gerçekten. Bunun farkında olarak Kur'an'ı öğretiyorlardı, öğreniyorlardı.

Kur'an-ı Kerim ne diyor? “Kur'an-ı Kerim'i üzerinde dura dura, iyiden iyiye düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed Suresi, 24. Ayet)

Cenab-ı Allah'a gerçekten hamd etmemiz gereken bir durum var.

Zorbaların ifade yerindeyse gücünü kıran, onları tepe taklak eden, sonlarını getiren, zulümlerini nihayete erdiren Cenab-ı Allah'a hamdü sena etmeliyiz. İşin nereye varacağını elbette Allah bilir. Fakat şartlar Allah'ın izniyle, Rabbim müyesser ederse, muvaffak ederse Müslümanların desteği ve duasıyla çok iyi yerlere geleceğine inanıyorum.


Yüce Rabbimiz'den Gazze ruhunun, Gazze anlayışının, Gazze ailesinin, Gazze eğitiminin… İslam ümmetini tamamıyla etkilemesini, hepimizi aynı ruhun yönlendireceği zamanların çok yakın sürelerde, kısa zamanda tecelli etmesini bütün kalbimizle niyaz ediyoruz.

Allah'ın izniyle bu aynı zamanda Suriye hadiseleri bilhassa inşaAllah büyük bir müjde olabilir diye düşünüyorum. Çünkü çağdaş Arap yönetimleri bilhassa Suriye'de olan bitenden hiç memnun değiller. Çünkü bu dalganın kendi halklarını da yakalamasından ciddi ciddi korkuyorlar. Zaten onlar bu dalgayla savaşmak için vardırlar. Bu dalgayla savaşmazlarsa onları oraya getirenler başkalarını getirecekler. Savaşırlarsa, halk güçlenirse bu sefer halkın eliyle kaçmak, efendilerinin küllüklerine gidip kemik aramak zorunda kalacaklar.

Onun için olan bitende büyük hayırlar olduğuna inanıyorum, istikametlerinin daimi olması, amellerinin etkin ve müsmil olmasını, adımlarının gerek ictimai planda gerek ahlaki planda doğru, sağlam ve sağlıklı olmasını ve bunun neticesinde de ümmetin birçok şeyleri yeniden keşfederek, beşeriyete İslam'ın hakiki veçhesini/yüzünü gösterecek günleri göstermesini, İsrail başta olmak üzere bütün zalimlerin hak ettiklerini, müstahaklarını, onlardan intikam alışta bizleri de memur etmesini, bizleri de istihdam etmesini bütün kalbimizle niyaz ederiz.

İnşâallah yarınlar bugünden çok daha mükemmel, çok daha iyi, çok daha güzel ve çok daha ümit verici olacaktır. Buna inanıyorum Cenab-ı Allah'tan bunu diliyorum.

Merhum Necip Fazıl diyor ki:

“Ektik ektik yetişecek.

Bütün yollar bitişecek.

Çoğu gitti, az kaldı.”

Cenab-ı Allah'ın hiç ummadığımız şekilde bazı hususları ve olayları çok süratle hem de beklenenin çok ilerisinde gerçekleştirebilecek güç ve kudrete sahip olduğuna iman ediyoruz. Gazze’de olsun, Suriye'de olsun bu gördüklerimiz, beklediklerimizin çok ötesinde. Ben böyle görüyorum. Cenab-ı Allah'ın rahmetini bu ümmetin üzerine daha fazla indireceğine, daha çok ümmetin İslam'ın harimi ismetine daha hızlı ve güçlü bir şekilde dönmesini müyesser kılacağına iman ediyorum.

Akıllarımızla, zihnimizle, ekonomimizle, duygularımızla boykot dediğimiz küfre ait her şeyi, La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah diyenler olarak reddedip Resulullah'ın önderliği dışında hiç kimsenin önderliğini kabul etmeyeceğimiz ve vakıada da görmeyeceğimiz günlerin yakın olması niyazıyla…

Cenâb-ı Allah'ın rahmet ve bereketi hepinizin üzerine olsun. Allah'a emanet olun. Geceleriniz hayırlı ve mübarek olsun.

 

Dua - M. Salih İzgöer

Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Essalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în.

Ey bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar edip insanlara rahmeten ve lûtfen gönderdiği peygamberlerin sonuncusu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'e ümmet eyleyen yüce Rabbimiz! Seni her türlü eksiklikten, noksanlıktan, sana yakışmayacak sıfatlardan tenzih eder, sana hamd eder, senden rahmet ve mağfiret dileriz. Ey rahmeti sonsuz, kudreti hudutsuz, ilmi nihayetsiz olan Rabbimiz! Bizleri Müslüman olarak yarattın, Müslümanca yaşayabilmeyi nasip eyle ya Rabbi! Kitab-ı Celil'inde bizlere örnek olarak gösterdiğin, Resulü Zişan Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellemi) hakkıyla örnek alabilmeyi nasip eyle. O kutlu nebinin ümmetine sen merhamet eyle ya Rabbi! Ümmeti Muhammed'den olup da hasta olanlarına şifalar, dertli olanlarına devalar, borçlu olanlarına edalar, dalalette olanlarına hidayetler nasip eyle ya Rabbi! Ya İlahe'l-Alemin, şu anda ağır imtihanlardan geçmekte olan Gazze'deki, Filistin'deki, Doğu Türkistan'daki, ismini bildiğimiz bilemediğimiz dört bir taraftaki fakru zaruret içerisinde, zulüm altında bulunan kardeşlerimize nusretini ihsan eyle ya Rabbi. Onlara zulmeden küfür ehlini, içlerinde hidayeti mümkün olanları varsa onlardan hidayetini esirgeme, yok değilse sen onları kahhar ismi şerifinle kahru perişan eyle ya Rabbi! Ya ilahel alemin, yakın zamanda kendilerini bir zalimin zulmünden kurtardığın Suriyeli kardeşlerimize memleketlerinde razı olduğun bir hal üzere ağız tadı, huzur ve afiyetle yaşayabilmeyi nasip eyle. Geçmişin yaralarını sarabilmeyi, insanlar arasında kurulmasını murad ettiğin adaleti tesis edebilmeyi nasip eyle. Onlara ihsan ettiğin zaferi başta Kudüs ve Gazze olmak üzere zulüm altındaki bütün kardeşlerimize de nasip eyle ya Rabbi! Ya İlahe'l-Alemin, sadece senin rızanı gözeterek din-i mübini İslam için gayrete gelen bütün Müslümanlara yardım eyle, ayaklarını razı olduğun çizgi üzere sabit eyle, adımlarını kuvvetlendir. Hepimizin hatalarını ört, kusurlarımızı bağışla, günahlarımızı affeyle ya Rabbi! Bizleri kalben, fikren, ruhen, birbirine bir duvarın tuğlaları gibi bitişmiş, gönülleri ülfet etmiş, birlik olmuş ümmet eyle ya Rabbi.

Ya Rabbi, Sen bizleri kalplerini güzelleştirdiğin, nefislerini arındırdığın, rızanı nail eylediğin kulların zümresine ilhak eyle. Gönlümüze bir güzellik, bir nur ver, razı olduğuna yönelip razı olmadığından uzaklaşalım. Gözlerimize bir güzellik, bir nur ver, razı olduğun şeyleri görebilelim. Kulaklarımıza bir güzellik, bir nur ver, hakkı işitebilelim, kem sözden ırak kalabilelim. Dillerimize bir güzellik, bir nur ver, razı olduğun sözü söyleyelim. Yalandan, dedikodudan, boş lakırdıdan, kalp incitmekten, hakkı örtmekten dillerimizi muhafaza edebilelim. Ya Rabbi, ellerimize bir nur ver, zulme ellerimizle engel olabilelim. Ayaklarımıza bir nur, bir sebat ver, Resulünün yolunda onun sünneti üzere daim yürüyebilelim.

Ya İlahe’l Alemin, kalbimizi senin sevginle, sevdiklerinin sevgisiyle doldur. Öyle doldur ki razı olmadığın hiçbir şeye kalbimizde yer kalmasın. Bizler Rab olarak yalnızca Sen'den, din olarak İslam'dan, rehber ve önder olarak Habibin Muhammed Aleyhisselatu Vesselam'dan razı olduk. Sen de bizlerden razı ol Ya Rabbi! Ya İlahe’l Alemin, Habibinin senden istediği ne kadar hayır varsa bizler de onu senden istiyoruz, nasip eyle. Habibinin sana sığındığı ne kadar şer varsa hepsinden sana sığınıyoruz, bizleri muhafaza eyle. Bizlere Müslüman olarak yaşayıp, Müslüman olarak ruhumuzu teslim edebilmeyi nasip eyle. Bizleri, nesillerimizi şeytanın şerrinden, şeytanlaşmış insanların şerlerinden muhafaza eyle. Kitabının ahkâmını, örnek gösterdiğin Rasûlünün ahlâkını kendi nefsimizde, ailelerimizde, memleketimizde, bilâd-ı İslâmiye'nin her bir köşesinde ve cümle cihanda yaşayıp yaşatabilmeyi bizlere nasip eyle ya Rabbi!

Ya İlahe'l-Alemîn, yapmış olduğumuz şüd-ü âmızı da dergâh-ı uluhiyetinde makbul ve karîn eyle. Es-Selâtu ve's-Selâmu aleyke ya Resûlallah, es-Selâtu ve's-Selâmu aleyke ya Habîballah, es-Selâtu ve's-Selâmu aleyke ya Seyyidel-Evvelîn vel-Âkirîn, ve Selâmün a'lel-Mürselîn, ve'l-hamdu lillâhi Rabbil-Âlemîn.

 

tefsir dersi 2020

Yazanlarımız