MESCİD-İ AKSA VE KUDÜS DAVAMIZ

kudüs ve mescidi aksa davamız

Medeniyet Vakfı’nın organize ettiği SANALHANE'de Kudüs ve Mescid-i Aksa konuşuldu. Programa Filistin Âlimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Nevvaf el-Tekruri, Suriye Âlimler Birliği Üyesi Prof. Dr. Atiye el-Viheybi, Türkiye Âlimler Birliği YİK Üyesi Mehmet Beşir Eryarsoy, Mescid-i Aksa Murabıtı Musa Hicazî ve Aktivist Naim Kadravi katıldı.

Medeniyet Vakfı İlim Heyeti Başkanı Musa Özdemir'in moderatörlük yaptığı program sanal ortamda geniş bir kitle tarafından izlendi. Programın açılış konuşmasında Musa Özdemir, kısa bir takdimden sonra izleyicilere selâm ve teşekkür etti. “Asıl selâm ve takdir ise Kudüs ve Filistin'i savunmaya çalışan, ümmetin davasını savunan ve orada ribat hâlinde olan Filistinli Müslümanlaradır. Bu vesile ile Kudüs davasını canlı bir şekilde müdafaa eden mücahit ve direnişçi Müslümanlara en büyük saygı ve selâmı iletiyoruz.” dedi.

Musa Özdemir ilk soruyu Mehmet Beşir Eryarsoy'a yöneltti.

“Değerli hocam, on bir günlük mücadelede Kudüs ve Gazze'deki Müslümanlar ciddi bir imtihan verdiler. Gazze bombalandı ve 230'dan fazla Müslüman şehit, yüzlercesi gazi oldu. Yüzlerce de yaralı. İlerleyen zamanlarda bir ateşkes yapıldı. Bu, Müslümanlar tarafından bir zafer olarak telakki edildi. Merak ettiğimiz husus şu: Siyonist İsrail başka bir sinsi plan yapmak için mi ateşkesi kabul etti, yoksa Müslümanlar Kudüs ve Gazze'de olağanüstü bir direniş gerçekleştirdiği için mi?”

Mehmet Beşir Eryarsoy:

“Evvela değerli katılımcılara ve bizleri dinleme lütfunda bulunan kardeşlerimize selâm ederim. Cenab-ı Allah'tan Filistin'de şehit olan kardeşlerimize rahmet ve şehadetlerinin kabulünü, geride bıraktığı ailelere de sabr-ı cemil ve şehadetin şerefi ile bir teselli lütfetmesini niyaz ediyorum.

Oradaki Müslümanlar kendi topraklarını, kendi mukaddeslerini, Mescid-i Aksa'yı muhafaza ve müdafaa etmeye çalıştıkları kadar, bizim yapmamız gereken işleri de omuzlarına alarak ifa etmeye çalışıyorlar. Bu nedenle oradaki kardeşlerimize, büyüğünden küçüğüne, erkeğinden kadınına şükranlarımızı gönderiyoruz.

Cenab-ı Allah gazalarını mübarek eylesin. Varılmış olan neticeyi daha da güzel yerlere taşımayı nasip ve müyesser kılsın.

Konuya başlamadan önce Hasan el-Benna'nın çok veciz ve anlamlı bir sözünü hatırlatmak istiyorum. Şöyle diyor şehit: “İsrail'in icat edilmesi/ortaya çıkarılması varlığının idamesi içindir.”

Balfour Deklarasyonu (1917) ile ondan çok daha önceki dönemler bir hazırlık ve efkâr-ı umumiye dönemleridir. Esasen bir Yahudi fikrini ortaya atan Theodor Herzl dahi böyle bir İsrail'i düşünmemişti. Onlar Brezilya'da, Uganda'da ve hatta Sibirya'da devlet kuracak bir toprak istemişlerdi. Onların aklına Filistin topraklarını getiren, Osmanlı'nın sonunun getirilmesini isteyen emperyalist ülkeler ve bilhassa İngiltere olmuştur.

Yahudiler Avrupa'da bir safra idi. Atılması, kendilerinden kurtulması gereken bir safra. Bu safra aynı zamanda büyük bir kara beladır. Bu kara belayı Osmanlı'nın başına musallat etmek için o zamanın düşünür ve siyasilerine şimdiki Filistin topraklarını teklif ettiler. Tabii bu onlara daha cazip geldi, teklifi adım adım ve sinsice gerçekleştirdiler.

İsrail'e Yahudi göçü bile çok sinsi planların ve komploların neticesinde olmuştur. Ben Mardin'de Yahudilere ait müstakil bir mahallenin olduğunu hatırlıyorum. Fakat Yahudi görmedim. Büyüklerimize sorup araştırınca benim doğduğum yıllarda (1950) o mahallenin tamamen boşaltıldığını öğrendik. Sonradan anlıyoruz ki o zamana kadar Müslümanlarla aralarında en ufak bir anlaşmazlık bulunmayan Yahudilere küresel lobiler tarafından 1948'den sonra baskı yapılmaya başlanmış.

Bunu teyiden 1955 yılında Irak'taki Yahudi başhahamı beyanat veriyor. Çünkü bütün dünyada Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerine yönelik baskı var. Başhaham beyanatında “Biz Irak'taki Yahudiler çok iyiyiz, yerimizden memnunuz ve bir yere gitmeyi düşünmüyoruz.” Hemen iki gün sonrasında Yahudi evlerine, iş yerlerine, ticarethanelerine ciddi manada sabotajlar yapılmaya başlandı ve çok hızlı bir şekilde Irak'taki Yahudiler de oraya göç etmek zorunda kaldı.

Rusya'da 1917 Sovyet Devrimi'nden sonra 50'li yıllardan itibaren Yahudilere baskılar yapılıyor ve Aşkenazi Yahudileri İsrail'e göç etmeye başlıyorlar.

Bütün bunları niçin hatırlatıyorum? En başta söylediğim Hasan el-Benna'nın o veciz ifadesinin arkasında ne gibi gerçeklerin yattığını, bunun tahakkuku için ne gibi planların yapıldığını bilmek için.

İhdas edilmiş İsrail, kendisini var eden güçlerin menfaatine hizmet ettiği sürece yaşamalıdır. Bu güçler onun arkasını bırakmayacaklardır elbette. Dolayısıyla İslâm dünyası dışındaki toplumların/devletlerin tutumlarını da anlamış oluyoruz böylece.

Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı Devleti'nin yıkılması sonucu ümmet coğrafyası üzerinde kurulan elli iki devletçik, ABD'den hemen sonra İsrail'i tanıma kararı aldı.

6 Gün Savaşlarında İsrail ile savaşan Arap devletlerinin bu tutumu da bir seremoniden ibarettir.

Yapılan ateşkes anlaşması bir kandırmacadan ve İsrail açısından zaman kazanma çabasından başka bir şey değildir. Başta oradaki kardeşlerimiz olmak üzere hepimiz müteyakkız olmak zorundayız. Çünkü İsrail, terör teşkilatıdır. Ben İsrail'e devlet denilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle kısaca İTT diyorum.

Musa Özdemir, aynı soruyu Filistin Âlimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Nevvaf el-Tekruri'ye yöneltti.

Prof. Dr. Nevvaf el-Tekruri:

“Öncelikle Medeniyet Vakfına bu değerli kardeşlerimle birlikte olma fırsatı tanıdığı için teşekkür ediyorum.

Malumunuz olduğu üzere kardeşlerim, Filistinliler olarak yeni bir zulüm ve sıkıntı yaşamıyoruz. Bir asra yakındır bu sıkıntıları yaşıyoruz. Şimdiye kadar dayağı yiyen taraf olurduk. Öldürülür veya hapishaneye atılırdık. Evlerimiz yıkılırdı. Tek taraflı bir durum söz konusuydu. Lakin şimdi Allah'a şükürler olsun ki vuruluyorsak aynı zamanda vuruyoruz. Eğer öldürülüyorsak aynı zamanda öldürüyoruz. Eğer evlerimiz yıkılıyorsa ev de yıkıyoruz. Yani geçmişte yaşamış olduğumuz sıkıntının bir mücadeleye, bir direnişe evirildiğini söyleyebilirim.

Daha önce sıkıntıyı tek taraflı yaşıyorduk. Şimdi karşılıklı bir mücadele ortaya koyuyoruz. İzzetimizi, kerametimizi kaybetmeden direnişimizi sürdürüyoruz.

Daha önce ümmetin dağılmış bir hâli vardı. Kısmen bu direniş ile ümmete birlik ruhu gelmiş oldu. Allah'ın izniyle bu dava etrafında ümmetin evlatlarının kenetlenmeye başladığını görüyoruz.

Takdir edersiniz ki, şehitler verdik. Şehitler eğer Allah yolunda canlarını vermemiş olsalardı virüs, deprem ya da kaza sonucu vefat edebilirlerdi. Lakin Allah Azze ve Celle'nin şehitlerimizi ulvi bir dava uğrunda seçtiğini, şehadet mertebesine yükselttiğini görüyoruz.

Aslında biz bir savaş beklemiyorduk. Çünkü bizde sadece hazırlık yapma arzusu vardı. Lakin Kudüs-i Şerif'e necis eller değince direnişe mecbur kaldık. Dolayısıyla biz, Allah Azze ve Celle'nin takdir ettiği bir neticeyi yaşadık ki buna değinen sarih ayet-i celileler var:

“De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.” (Ali İmran, 154)

Şimdiye kadar bu ümmetin en büyük sıkıntısı vehn içinde olmalarıdır. Allah bizi bu sıkıntıdan kurtarsın. Bugün Gazze'de 11 günde yaşanan olayın adı cihattır. Cihat bir Müslüman'ın gücü neye yetiyorsa onu ortaya koymasıdır. Filistin ve Gazze'deki Müslümanlar ellerinden gelen her türlü çabayı gösterdiler. Ölümden endişe etmediklerini, ölümden korkmadıklarını ispat ettiler. Siyonist İsrail'e ve onun ve peşine takılanlara bir mesaj verdiler. Allah'ın izniyle bundan sonra Müslümanlar daha iyi bir mücadele ortaya koyacaklardır.

Siyonist İsrail'e karşı verilen mücadelenin mesajı çok önemlidir. Kendince yıkılması ve yenilmesi mümkün olmayan bir imajı vardı İsrail ordusunun. Allah'a şükür ki kıt imkânlar ile Müslümanlar İsrail'in bu imajına bir çizik çekmiş oldular. Siyonist ordusu da bunu kabullenmeye başladı. Bu hak davayı müdafaa eden direnişçi Müslümanlar doğal olarak belki şehit verdiler, belki evleri yıkıldı ancak kazananlar hem kendileri hem de davaları oldu. Bu, ilelebet böyle devam edecektir.

Musa Özdemir sözü Suriye Âlimler Birliği Üyesi Prof. Dr. Atiye el-Viheybi'ye verdi. El-Viheybi'ye şu soru yöneltildi: “Gazze'de on bir gün yaşanan katliam ve mezalim karşısında sözde insan hakları ve demokrasinin beşiği Avrupa ülkelerinde ve ABD'de bu olaylar nasıl göründü?

Prof. Dr. Atiye el-Viheybi:

“İsrail'in güvenliği demek ABD'nin güvenliği demektir. Hatta siyonistlerin güvenliği Avrupa ülkelerinin ve Rusya'nın güvenliği manasına gelmektedir. Hatta biraz daha ileriye giderek diyebilirim ki İsrail'in güvenliği kukla Arap yönetimlerinin de güvenliği manasına gelmektedir.

Batı ülkelerinin demokrasi ve insan hakları ile ilgili tutumları bir söylemden, bir slogandan ibarettir. Söz konusu Müslümanlar olunca bunu daha rahat görebiliyoruz. Bizim içimizi acıtan ise Arap yöneticilerin siyonist İsrail'i kınamadıklarını görmektir.

Hakikat şu ki insan haklarının membaı İslâm'dır. Gerçek özgürlük İslâm'dan çıkmıştır. Çünkü insan, insan oluşundan dolayı mükerrem bir varlıktır.

İnsan hakları ve özgürlükleri slogandan öteye taşımayan Batı ülkelerinden herhangi bir beklentimiz yok. Yaptıkları bunu teyit ediyor zaten. ABD, Trump döneminde Kudüs'e İsrail büyükelçiliğini taşıma noktasında karar alan devlettir.

ABD'nin âdeti gereği dünyanın ileri karakolu olma ve sopası ile insanlığı yönlendirme arzusu vardır. Bunu yaparken maalesef bölgede birçok yöneticiyi de yanına almaktadır.

Ancak Allah'a hamdolsun Filistin davası ile ümmetin aynı dava etrafında kenetlendiklerini gördük. Gazze'den havalanan her füzenin sadece orada yaşayan insanların tekbiri ile değil, dünyanın her tarafında yaşayan Müslümanların tekbiri ile de bereketlendiğini gördük.

Müslüman halkların anladığı ama yöneticilerinin tam olarak anlayamadığı bir husus var: Batı'nın ve ABD'nin insan hakları ve özgürlükler adına dünyaya verecekleri bir şeyleri yoktur.”

Prof. Dr. Atiye el-Viheybi, “Müslümanların Türkiye başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde on bir günlük mücadele sürecinde Gazze'de yaşananlara karşı verdiği tepkileri nasıl yorumluyorsunuz?” sorusuna şu cevabı verdi:

“Dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan Müslümanların, akidelerinden neşet eden bir ruhaniyet ile kenetlenme içinde olduklarını gördük. Bundan çok mutluluk duyduk. Sadece Kudüs ve Gazze'dekiler yalnız başlarına hareket etmediler. Müslümanlar duaları ile ruhaniyetleri ile Filistin'deki Müslümanlarla kenetlendiler.

Türkiye'deki Müslümanların bu konuda kenetlenmelerini zirvede görmüş olmamız mutluluk verici. Türkiyeli Müslümanlar her zaman olduğu gibi kendilerine yakışanı yapmış oldular. Türkiye hükûmeti ve başkanına gelince... Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Netanyahu'ya karşı tavrını görüp de mutlu olmamak mümkün değildir. Sen bir katilsin, sen bir terör devletinin başısın, senin elinde kimyasal silahların olması seni kurtarmayacaktır.” vb. hitapların bir devlet başkanından duyulması yabana atılacak bir şey değildir. Bunun altını çizmekte fayda görüyorum. Biz, Arap yöneticilerinden şimdiye kadar bunun bir mislini görmedik. Az bir kısmını dahi görmedik. Hatta Gazze kendi mücadelesini ortaya koyarken kimi Arap yöneticilerin Gazze'deki mücahitleri ve Kudüs'teki ribat ehli Müslümanları isyancı olarak nitelendirdiklerine şahit olduk. Bu açıdan Türkiye hükûmeti ve Müslümanlarının Filistin konusundaki tavırları ve tepkileri bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir.”

Musa Özdemir Mescid-i Aksa Murabıtı ve Aktivist Naim Kadravi'ye sözü verdi. Özdemir, Kadravi'den Kudüs ve Gazze'deki son durum hakkında bilgi vermesini istedi.

Naim Kadravi şunları ifade etti:

“Filistin meselesi hak ve batıl mücadelesidir. Sonunda zafer hakkındır inşallah. Filistin'de daha önce de savaşlar yaşandı. Yalnız Müslümanlar ilk defa yüksek bir moral gücü ile mücadele ettiler. Gazze'den atılan füzeler çok etkiliydi. Yahudilerin hemen hemen hepsinin füzeler karşısında sığınaklara girmesi bir zaferdir. Bu durum daha önce yaşanmamıştı. Şehit ve yaralı sayımız çok olmasına rağmen moralimiz de yüksekti. Bu da bir zaferdir. Büyük zafer inşallah olacak.

“Gazze'deki Müslümanlar olarak Türkiye'den, Türkiye'deki Müslümanlardan ne gibi bir beklentiniz vardır?” sorusuna ise şöyle cevap verdi:

Türkiye'nin tutumundan son derece memnunuz. Bazı Müslüman ülkelerde halkın protesto hakkını bile engellediler. Türkiye'de hükûmet ve halk olarak gösterilen tutum ve tepkiler keşke Arap ülkelerinde de olsaydı. Ancak acı hakikat şu ki ne Türkiye ne de Arap ülkeleri tek başlarına tam olarak bir şey yapamıyorlar. Arapların ve Türklerin bir araya gelmesi Filistin meselesi için büyük bir kazançtır. Siyonistler sürekli Arapların ve Türklerin arasını açmak için uğraşıyorlar. Kaşıkçı cinayetinin temel amacı da Türkler ve Araplar arasına düşmanlık tohumlarını ekmekti. İlişkilerin bozulması her zaman İsrail'in lehine olmuştur.

İstek ve ihtiyaçlar konusuna gelince… Gazze'de on bir gün içinde evler yıkıldı, alt yapı çok zarar gördü. Bunların yeniden inşa edilmesi lazım. Şehit ailelerimiz var. Yaralı kardeşlerimiz var. Bunların maddi ve manevi olarak desteklenmesi lazım.

Musa Özdemir sözü Mescid-i Aksa Murabıtı Musa Hicaz'a verdi. Bizzat Kudüs'te yaşananlar hakkında Musa Hicaz'ın neler düşündüğü soruldu.

Musa Hicazî şunları dile getirdi:

“Bu Ramazan ayında çok pozitif, bereketli ve güzel hadiseler yaşandı. İlk defa Mescid-i Aksa'nın bu kadar cesaretle ve yiğitlikle savunulduğuna şahit oldum. Birinci ve İkinci İntifada'yı yaşadım ama bu sefer gerçekten büyük bir mücadele vardı.

Filistin'in yüzde sekseni 1948 yılında işgal edilmişti. Siyonistler o yıllardan itibaren orada yaşayan Müslüman Arapları Yahudileştirmek için elinden geleni yaptı. Hayfa, Akka ve Nasıra'da bunu üzülerek görmek mümkündü. Fakat Allah'a hamdolsun Mescid-i Aksa'nın savunulmasında, nöbet tutulmasında gençlerin yüzde ellisi o bölgeden geldi. Yahudileştirdiklerini zannettikleri gençlerin aslında hiç de öyle olmadıkları görüldü.

İlk defa Gazze'den atılan roketler ilkel olmasına rağmen bütün İsrail şehirleri sığınaklara kapandı. Gençlerimiz bunların ne kadar korkak olduklarını gördü. Artık İsrail basını hükûmeti eleştirmeye başladı. Yakında Netanyahu'nun yargılanması bile söz konusu olabilir. Güzel olan şu ki varlıklı zengin Yahudi aileler artık buraları terk etmeyi düşünüyor.

Yahudiler Hayber'de olduğu gibi şimdi de zannettiler ki yaptıkları surlar, kaleler, demir kubbeler onları Allah'tan koruyacak. Ayetin ifadesiyle “Onlarda kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın emri onlara ummadıklarıyerden geldi. O, yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki,evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. Ey basiret sahipleri, ibret alın! (Haşr, 2)

Bir doktor arkadaşın geçenlerde sosyal medyada yaptığı yorum binlerce kişi tarafından beğenildi. Şöyle diyordu “Ben, bütün sağcı, fanatik, radikal işgalci siyonistleri kutlamak istiyorum. Neden? Çünkü bizim gençlerimizi doğru yöne yönelttiler.”

Musa Özdemir sorusunu Beşir Eryarsoy hocamıza yöneltti. “Değerli hocam, hak ve batıl davasının kıyamete kadar devam edeceğini biliyoruz. Gazze'de kısa süreli bir hazırlık sürecinde Müslümanların başarılar elde ettiğini biliyoruz. Enfal Suresi 60. ayet mucibince yeteri kadar bir hazırlık yapmadığımız için mi mağlup gibi bir görüntü veriyoruz. Ayet ışığında bizi aydınlatır mısınız?

“Bahsettiğiniz ayete geçmeden önce eski Yugoslav (ya da başka bir milletin) atasözü ile sözlerime başlamak istiyorum. “Akıl külahtaki çiviye benzer, başa yumruk yemedikçe içeri geçmez.” Müslümanların durumunu anlatan veciz bir atasözü.

Ümmet yüz yıl önce ulus devletlere bölündü. Her ulus devlet kendi derdine düştü. Herkes başkasını unuttu. İslâm kardeşliği yerine kavmiyetçilik parlatılmaya çalışıldı. Bir yerlere kadar da gelindi. Fakat özellikle Arap Baharı ile birlikte, arkasından Suriye ve Irak'ta görülen krizle birlikte biz Türkler ve Araplar karşılıklı olarak bir şeyi keşfettik. Kardeş olduğumuz gerçeğini yeniden hatırladık. Aynı ümmetin fertleri olduğumuzu unutmuştuk. Bunu hatırladık. Birbirimizi sahiplenmenin ehemmiyetini gördük. Ümmet olmanın birinci merhalesi kalbin aynı heyecan ve dava için çarpmaya başlamasıdır. Eğer kalpler aynı dava, aynı hedef için birlikte çarpacak olursa Allah'ın izniyle ulus devletlerin emperyalistler tarafından çizilen, dayatılan sınırları da kalkacak ve kalbî vahdet ile birlikte sosyal, coğrafi ve beşerî vahdet de gerçekleşecektir. Bunun arkasından Cenab-ı Allah'ın lütfu ile ümmetin aynı karar ve irade ile yönetileceği zamanlar da gelecektir.

Dolayısıyla kafamıza yediğimiz yumruklar neticesinde aklımız olması gereken yere gelecektir. Ümmet aklıyla hareket edeceğimiz günlerin çok yakın olduğuna inanıyorum.

Enfal 60. ayete gelecek olursak… Burada Rabbimiz düşmanlara karşı kendinizi korumak için silah satın alın, silah tedarik edin demiyor. Aksine “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaşatları hazırlayın.” diyor. Aslolan kendi silahımızı kendimiz yaparak işgale direnmektir.

Allah rahmet eylesin, Ömer Faruk Harman Hoca verdiği bir konferansta “Şu anda Tevrat'ta geçen Calut'u (onlar Golyat diyorlar) İsrail, Davut Peygamberi de Filistin'de yaşayan Müslümanlar temsil ediyor.” demişti.

Nasıl ki ayette Rabbimiz, “Davut, Calut'u öldürdü.” diyorsa, nasıl ki o gün zaferi müminler kazandıysa bugün de er ya da geç Müslümanlar kazanacaktır.”

Program Suriye Âlimler Birliği Üyesi Prof. Dr. Atiye el-Viheybi'nin Filistin'e, Gazze'ye ve tüm ümmete yaptığı hayır dualarıyla son buldu.

tefsir dersi 2020

Yazanlarımız