Kişiler olarak her birimiz/özümüz, ailemiz, akrabalarımız, çevremiz, mensubu bulunduğumuz camiamız, içinde yaşadığımız şehrimiz, ülkemiz, bölgemiz, medeniyetimiz, dünyamız yeni bir durumla karşı karşıya. Buna yeni bir kuşatma, yeni bir saldırı...
Sezai Karakoç, hakkın rahmetine kavuştu. Dar-ı bekaya irtihal eyledi. Sezai Karakoç da bu dünya diriliğini tamamlayıp ahiret kapısından öbür dünyanın diriliğine yöneldi, oraya geçti. Yani mekân değiştirdi. Bazı kimseler için rüya ile rüyada olmamak, ölüm ile bu dünyada yaşamak arasında çok fark yok.
Onlar ahireti iyi anlamışlar ve dünya-ahiret dengesini iyi kurmuşlar. İdeallerine o kadar bağlanmışlar ki uykuda olmadıkları demler gibi düşüncelerini problemlerini, çözümlerini rüyalarında devam ettiriyorlar. Dünya dirilikleri ile ahiret dirilikleri birbirinin tamamlayıcısıdır.
Sezai Karakoç, ahirete irtihal eyledi demek bile onu izah etmeye yetmez. Ahiret hayatını buradan öylesine anlamlı ve iyi götürdü ki tarifi mümkün değil. Dünya sürgünü bitti denilir, ben bunu nakıs görürüm sadece sürgünü bitti derim. Allahualem o gittiği yeri görür gibiydi.
İnzivaya hiçbir zaman çekilmedi, ama en münzevi yaşayandan daha fazla dünyayla nasıl irtibatlanacağını çok iyi bildi ve öyle davrandı. Toplumun tüm problemleriyle boğuştu, didindi, fikir beyan etti, öneriler ileri sürdü, tekliflerde bulundu ama asla toplumun yanlış ve bozgunculuklarına bulaşmadı. Çamur deryalarında yürüdü ama üzerine bir damla çamur sıçramadı.
Siyasal bilgiler okudu, maliyede çalıştı, paranın pulun döndüğü yerlerde hizmet etti ama mülke, paraya, makam mevkie itibar etmedi. Oraları da idealine hizmet alanı olarak gördü. Oralar sıkıntılı olmaya başlayınca çekildi.
İnsanın yapısı üzerinde durdu ama insanlığından asla sapmadı. İnsanı Kur’ân ve sünnet ışığında değerlendirdi. Sezai Karakoç, Kur’ân ve hadis meallerini açıkça kullanmadı. Ama ele aldığı her konuda onların aydınlığında yürüdü, fikirlerini onların yol göstericiliğinde pişirdi. Sonra döndü içinde yaşadığı topluma baktı, çağına baktı, çağının gereklerine baktı, toplumun yapısına baktı ve mensubu olduğu İslâm'a baktı, İslâm'ın değer ölçülerine baktı; teşhis ve tedavisini beyan etti.
Asıl olanın maneviyat olduğunu daima haykırdı. Müslümanların yenilgilerini bağlı bulundukları değerleri anlamamakta ve bu değerleri çağın diliyle ve çağın gerekleriyle irtibatlandıramamakta olduğunun altını çizdi. Küfrün galibiyeti yoktur, Müslüman'ın yenilgisi vardır, diyerek asıl failin Müslümanlar olduğuna işaret etti.
Kur’ân'ı kendi egoları için kalkan edenler Sezai Karakoç'un Kur’ân'a bağlılığını ve Kur’ânî hayatı nasıl yaşadığını anlamayan zavallılardır. Sezai Bey'e çamur atarak yüceleceğine inanalar hakiki manada alçalıyorlar ama farkında değildirler.
Karakoç kadar, İslâm'ın bütünlüğünü anlayan ve bu uğurda mücadele eden insan sayısı çok azdır. O fertten topluma, toplumdan ülkeye, ülkeden ümmete, ümmetten bütün insanlığa kapılar açar, aralarında nasıl bağ kurulması lazım geldiğini izah eder, çareler üretir.
Geçmişte atalarımızın yapıp ettiklerine saygılı ve iyi işlerine sahip çıkar. Yanlışlarını da söylemekten çekinmez. Ama insanı olduğu gibi kabul eder, insanın melek olmadığını bilir ve ona göre geçmişi değerlendirir. Toplumları ve yapıları da öyle değerlendirir.
İslâm medeniyeti üzerinde çok durur. Ona göre asıl olan medeniyetimizin değerleridir. Devletimiz çökebilir, eğer medeniyetimiz diri ise o diri medeniyet mensupları kaybettikleri devletini de tekrar kurar. Ama medeniyetimizin değerleri yitirilmişse devlet de gider, medeniyet de gider, toplumumuz da sıkıntı üstüne sıkıntı çeker.
Ona göre örnek medeniyet, örnek devir, örnek hayat tarzı Asr-ı Saadet'tir. Hz. Peygamber devri ve Hülafa-i Raşidin devridir. Bu devir ideal medeniyet devrimizdir. Diğer yaşanmış devirler birer vakıadır, birer tecrübedir. Tecrübelerden yararlanırız. Emevi, Abbasi, Endülüs, Selçuklu, Osmanlı ve diğerleri, vakii medeniyetlerdir. Onlar kendi devirlerini yaşamışlar, kendi imtihanlarını vermişler, hata ve sevaplarıyla sıralarını savmışlardır.
Biz de bugün kendi devrimizin imtihanını veriyoruz, denemeler yaparız, kurum ve kuruluşlar kurarız, devletlerimiz de olur; bütün bunlar bizim tecrübelerimizdir, bizden sonra gelenler de bizi değerlendirirler hata ve sevaplarımızı orta yere dökerler ve tecrübelerimizden yararlanırlar. Onun için vazifelerimize bakalım, geçmişi kötülemekle kendimizi temize çıkaramayız.
Sezai Karakoç, Allah'ın dışında kimsenin önünde eğilmedi. Sadece Allah'a secde etti. Putçuluğun her türlüsüne karşı çıktı. Kişi putuna, devlet putuna, ırkçılık putuna, ekonomik puta, siyasi putçuluğa, ego putuna karşı hep direndi. Onlarla mücadele etti.
Ulus devletin İslâm ümmetine verdiği zararları gördü ve buna karşı ümmet birliğinin nasıl oluşması lazım geldiğini yazdı. İslâm Birliği onun idealidir. Ömrünü buna adadı.
Bütün bunları toplumdan koparak yapmadı, toplumun içinde ve toplumun bir ferdi olarak yaptı. Onun İslâmcılığı Mehmet Akif'in devamıdır. Mehmet Akif'in bıraktığı yerden alıp ileriye götürme cehdidir.
İdeali için bütün yol ve yöntemleri denedi. Davası için edebiyatın tüm türlerini kullandı.
Diriliş Neslinin Amentüsü'nü yazdı.
Taha'sının özelliklerini bir bir sıraladı.
Diriliş Piri toprağa düştü. Şükür ki ektiği tohumlar yeşermeye başladı, inşallah Diriliş Sütunları çoğalacak ve özlediği ümmet birliği sağlanacaktır. İslâm ümmeti ve İslâm coğrafyası birliğini kurarak Sezai Karakoç'un ideali de gerçekleşmiş olacaktır.
Allah rahmet eylesin, Diriliş idealinin gerçekleşmesini görmeyi de bize nasip eylesin. Âmin.
Kâzım Sağlam