• YENİ AHVAL

      Kişiler olarak her birimiz/özümüz, ailemiz, akrabalarımız, çevremiz, mensubu bulunduğumuz camiamız, içinde yaşadığımız şehrimiz, ülkemiz, bölgemiz, medeniyetimiz, dünyamız yeni bir durumla karşı karşıya. Buna yeni bir kuşatma, yeni bir saldırı...

DUYURULAR

AFGANİSTAN İZLENİMLERİ

afganistan izlenimleri

Adana'dan 27 Mayıs 2022 Cuma günü saat 17.00 civarında Medeniyet İnsani Yardım Derneği, Fukara Derneği, Almanya’dan Hilal Ümme isimli yardım kuruluşları ile yola çıktık. Gayemiz Afganistan halkını Amerikan işgaline son vermeleri dolayısıyla tebrik etmek, bu izzetli zaferi bizatihi görmek, Afgan halkının varsa eksiklerini tespit edip elimizden geldiği kadar maddi ve manevi destek olmaktı.

Yolculuğumuzun ilk durağı İstanbul’du. Yeni yapılan havaalanı adeta gözleri kamaştırıyord. Havalimanının batı mimari yapısı ve içerisinde barındırdığı alışveriş merkezleri ile turistlerin ve maddeyi amaç edinmiş insanların uğrak mekanıydı; normal halk ise vitrinlere bir müddet bakıyor, sonra yolculuğuna devam ediyordu.

Biz de bu duygularla Afganistan’a gideceğimiz uçağı bekliyorduk.

Batı ülkelerine gitmek için yüzlerce insan kuyrukta beklerken Afganistan biletini almak için önüne gittiğimiz bizim de ismini ilk defa duyduğumuz firmanın önü boş denecek kadar azdı. Hatta bir Türk olarak Afganistan’a gitmemize şaşıran insanlar dahi oluyordu. Ne işiniz var Afganistan'da, oralar güvenli değil, insanlar oradan kaçıyor, ölüm tehlikesi var diyerek bizlere acır gibi bakıyorlardı.

Tabii Ortadoğu’yu, özellikle işgal edilen ve sömürülen ülkeleri Batı medyasından okuyanlar için bu durum normaldi. Hatta işgal edilen ülkelerin insanları direnirse terörist ilan edilirken, sesini çıkarmayanlar takdir ediliyordu.

Biz bunları biliyorduk ve bizatihi bunu da ispatlamak için İslam'ın izzetli topraklarına yolculuğumuz başladı ve uçağımıza bindik.

Uçak kalkmadan önce pilotun besmele çekmesi ve akabinde sefer duasıyla uçağı kaldırması bizde ilk olarak güzel bir intiba bıraktı.

Ortalama altı saatlik güzel bir yolculuğun ardından sabahın erken saatlerde Afganistan'ın başkenti Kabil’e vardık.

Kabil işgalden en son kurtarılan en büyük şehirlerdendi. Aynı Peygamber Efendimiz (sav)’in Mekke’yi feth etmesi gibi kan akıtmadan, tekbirlerle feth edilmişti. İslam emirliği genel af ilan etmiş evine çekilen güvendedir, savaşmayanlar ile savaşılmayacak diyerek kalpleri fethetmişti.

Tabi yıllarca Amerikalıların kuklalığını yapan, refahı batıda buluruz diyerek kendi halkını para karşılığı satan Afganlar da az değildi. Kendi halkına işkence eden bu insanlar genel aftan da habersiz oldukları için zilleti, izzetli bir hayata tercih ederek kaçtılar. Hatta kendileri için can verdiği Amerikalı askerler uçaklarına kendi köpeklerini aldıkları halde, kendi halkına ihanet edenleri, her zaman yaptığı gibi unutulmayacak bir zillete mahkûm ettiler. Kimileri kaçtı kimileri uçaklardan düştüler.

Başkent Kabil’e geldiğimiz zaman dışarıdan lanse edildiği gibi bir ortam olmadığını gözlerimiz ile gördük.

Daha önce Suriye, Siera Leone, Togo gibi Afrika ülkelerde görmediğimiz refah ve huzura şahit olduk. Savaştan eser kalmamış, çok çabuk toparlanmış bir şehirdi. Çarşı pazarlar küçük esnaflara doluydu ve bu da şehri canlı ve diri tutuyordu. Yollar tertemiz, düzen ve bir intizam vardı. Bilenler Pakistan, Lübnan ve Hindistan’dan daha düzenli ve temiz olduklarını söylüyorlardı.

Tabi bu ülkeye başta İngiltere, Rusya ve Amerika kırk yıldır savaş açmış, halkın evine baskın yaparak yakmış yıkmış şehri tarumar etmişti. Öldürmek dahil olmak üzere çeşitli zalimliklerle halka rahat nefes alma imkanı tanımamışlardı. Dolayısıyla Afganistan ülke ve halk olarak gelişememiş, fakir ülkeler arasında kalmıştı.

Batı uyuşturucu ticareti için bu ülkeyi seçmiş, halk kendisine gelmesin diye uyuşturucuya bağımlı kılınmıştı. Beş milyon insanı zombi gibi her köşe başında uyuşturucuya müptela şekilde yaşıyordu.

Afganistan İslam Emirliği hastaneler açarak bu hastaları tedavi etmeye çalışıyordu. İmarat uyuşturucu satmayı yasaklamış, fabrikaları kapatmıştı. Tabi batı dünyasına sevk edilen bir ticaret kapısı da kapanmış oluyordu. Uyuşturucu baronları para için kendi halkını dahi yok etmekten geri durmuyordu. Başta Amerika olmak üzere batılı ülkeler Afganistan’dan uyuşturucu gelmeyince uyuşturucuya zam yapmıştı.

Amerikan ülkeden çekilince arkasında geri kalmış bir ülke, fakir bir hayat ve uyuşturucu içerisinde yüzen insanlar bırakmıştı.

Rabbimin ayeti canlandı aklımızda: "Onlara yer yüzünde fesat çıkarmayın dediğimizde, hayır biz sadece ıslah ediyoruz derler, hâlbuki onlar ifsat edenlerin ta kendisidirler." (Bakara, 11-12)

Amerika, Irak ve Afganistan'a demokrasi getirme iddiasıyla girmiş ve bu topraklardan hezimetle çıkarken, geriye kan, gözyaşı, binlerce yetim, kirletilmiş insanlar, dul bırakılmış bayanlar, talan edilmiş ekinler, nesiller ve zihinler bırakmıştı.

Rabbimiz ayet-i kerimesinde "Onlar yeryüzünde iktidara geldiklerinde ekini ve nesli talan ederler” (Bakara, 205) buyuruyor.

Evet, bu kötü günler geride kalmış, Batı’nın çekildiği her ülkede olduğu gibi halk en güvenli ve huzurlu günlerini yaşıyordu. Bu güvenli ortamda bizler de ellerimizi kollarımızı sallayarak çarşı pazar gezip alışveriş yapabiliyorduk. Yöresel yiyeceklerinden yiyip örfi kıyafetlerinden alıyorduk. Çarşı, pazar cıvıl cıvıl bayram havasını andırıyordu. Küçük esnafların varlığı hayatı canlı tutuyordu.

Şehir tarihi ile İslamiyet’in kokusunu yansıtıyordu. İnsanlar İslam’ın nişanı olan giyim kuşamlardan vazgeçmiyor, çocuklar takkeli, kadınlar kapalı halde çarşı pazar gezebiliyordu. Medyanın yalan haberlerinde olduğu gibi değil tam tersi kadına çok değer veriliyordu. Medrese kültürü çok fazla olmanın yanısıra çocuklar okullara koşuyor, ilme çok önem veriyorlardı.

İlk gün Afganistan’ın başkenti Kabil’den 4-5 saat uzaklıktaki savaşın en çok etkilendiği şehir olan Host vilayetine geldik ve burada imarat adlı bir yardım kuruluşunun misafirhanesinde konakladık.

Afganlı kardeşlerimizin bizi güler yüzle karşılaması bizleri çok mutlu etti. Kendi kültürlerinin yemeklerinden ikram ettiler ve ayetin tabiri ile farklı ırkları tanımanın mutluluğunu yaşadık. Renklerimizin ve dillerimizin Allah'ın birer ayeti olduğunun ne manaya geldiğine böylece şahit olduk.

Daha önce ifade ettiğimiz gibi sadece yardım için gelmemiştik. Öncelikle kendilerini adeta birer ilah ve rab gibi gören batıyı hezimete uğratan ayaklarında terlik ama yüreklerinde iman ve takva olan bu yiğitleri tebrik etmeye ve İslam’ın zaferini kutlamaya geldik. Bu İslam'ın zaferiydi, Amerika’nın zalimleri sadece Afganlı Müslümanlarının değil İslam'ın da düşmanıydı.

Ümmetin bir parçası olarak Türkiyeli Müslümanların selamını getirdik ve oradaki kardeşlerimize Amerikan’ın harap etmiş olduğu bu ülkeyi nasıl ayağa kaldırırız niyetinde olduğumuzu, onların yükünü elimizden geldiğince paylaşmak istediğimizi ifade ettik.

Afganistan'da ikinci günümüz

Host vilayetinde yetim ve medrese öğrencileri ile buluştuk. Yetimlerin bizlere olan muhabbetleri, küçük-büyük talebelerin bizleri görünce etrafımızda pervane olmaları bizleri çok etkilemişti. Bu kardeşlerimizle daha önce organize ettiğimiz yemek programını gerçekleştirdik ve yetim çocuklarımıza nakdi yardımları teslim ettik.

Güzel bir ortamda zaman geçirdikten sonra arkadaşlar ile istişaremiz oldu.

Afganistan'da sadece ayni ve nakdi yardımların kısır olacağını, sadra şifa olmayacağını gördük. Özellikle buraların tekrar imarı ve ihyası için fabrikalar açılması, halkın istihdamının sağlanması, yetimhaneler açılıp çocuklarımıza eğitim verilmesi, hastane, baraj, sanayi ve her türlü gelişimi desteklememiz gerektiğine kanaat getirdik.

Müslüman iş adamlarının mutlaka buraya yatırım yapmaları, buradaki hükümet ile el ele verip çalışmalar yapması gerekiyor. Bu çalışmalar, hem Müslüman iş adamları için hem de İslam ülkesi olan Afganistan için elzem olan bir durumdur.

Afganistan da üçüncü günümüz

Bu günün akşamında bizlere refakat eden kardeşimiz bizleri Afganistan’ın Host vilayetinin valisi ile görüştürebileceğini söyleyince çok sevindik ve şaşırdık. Genelde valiler ile görüşmek sıradan bir halk için çok mümkün değildi ama burası farklıydı. Çünkü bunlar müslümandı ve İslam'da üstünlük takvadaydı.

Bu heyecan ile Adana'dan getirdiğimiz baklava ve Türk lokumunu hediye etmek üzere götürdük.

Akşam saatlerinde ancak varabilmiştik. Mesai bitmesine rağmen Host valisi, yanında ilim ehli ve yıllarca Amerikalılara karşı cihat eden aşiret liderleri ile birlikte valilik binasının dışındaki büyük ve güzel bahçede yerlere serilmiş halıya oturmuş bir vaziyette bizleri bekliyordu.

Heyecanlı ve sevinçli duygularla ile yerde oturan vali ve alimlerin yanına geldik. Bizi görür görmez ayağa kalkan ve kırk yıllık dostları gibi bize sarılan bu kardeşlerimiz, izzetli ve heybetli duruşları ile kafire korku müminlere sekinet sağlıyorlardı. Bu karşılaşma bize sahabe dönemini hatırlattı.

Karşımızda Afganistan’ın Host Valisi Mevlevi Muhammed Nebi Ömerî vardı. Mevlevi demek; mollaların da üzerinde bir ilme sahip olan demektir. Kendisi muhaddis yani hadis alimiydi. Aynı zamanda on üç yıl Küba' daki Guantunamo hapishanesinde yatmış oranın her türlü işkencelerine maruz kalmış birisiydi. Biliyoruz ki, birçok Müslüman bayana orada tecavüz edilmiş ve birçok Müslüman timsahlara yem olmuştu.

Muhammet Nebi Ömerî de sonunu belki böyle beklerken Allah’ın izniyle yakın tarihte olmamış olan bir ikramı yaşayacaktı. Bu ikram; yıllarca yaşanan savaşın bitmesi, kafirlerin hezimeti ve İslam devletinin kurulmasıydı.

Muhammet Nebi Ömerî, Afganistan ve Amerikanlılar arasında gerçekleşen esir takası sonucunda özgürlüğüne kavuşmuş beş kişiden biri olarak cezaevinden çıkarıldı ve daha sonra Katar’da Afganistan’ın siyasi sözcüsü olma şerefine nail oldu. Belki birçok şehit göremedi bu izzetli günleri…

İzzetli gönülleri ölmeden görmenin mutluluğu ile muhabbet etmeye başladık, sorular sorup bilgiler aldık. Hasret kalmışız, yüreği güzel insanlara.

Valinin mütevazi, izzetli ve heybetli bir duruşu vardı. Türkiye’yi sevdiğini, Müslüman bir halk olarak gördüğünü ve her zaman beraber iş yapmak için hazır olduklarını söyledi. Hatta ziyaret etmeyi düşündüğünü aktardı.

Amerikan’ın sadece Afganlı Müslümanları değil Türkiyeli Müslümanları da sevmediğini ve düşman olduklarını yeri ve zamanı geldiğinde her türlü sömürüyü ve zulmü yapacaklarını hatta soğuk savaş ile yaptıklarını aktardı.

Güzel ikramları ile muhabbetimiz gerçekleşirken bizler de yanımızda getirdiğimiz baklava ve lokumuları hediye ettik ve fotoğraf çekilip bulunduğumuz o güzel cennet misal mekandan ayrıldık.

Bugün Afganistan'da dördüncü günümüz

Almanya’dan gelen bir yardım kuruluşu ve bazı misafirler ile kahvaltımızı yaptıktan sonra Kabil’in merkezine 6 saat uzaklıkta olan Host vilayetinin bir bölgesine daha önce toplamış olduğumuz yardımlarımızı dağıtmak için yola çıktık.

Bu şehir yaklaşık 2.580 yetimi barındırıyor. Savaşın içinde büyüyen çocukların geçmişte psikolojik durumları çok kötüydü. Çünkü ne zaman bir Amerikan askeri kapıyı çalıp babalarını gözleri önünde öldürecek bilmiyorlardı. Birçok kadına tecavüz etmişler, birçok çocuğu babasından ayırmışlardı. Bağram denilen cezaevlerine götürülerek ne zaman çıkacaklarını bilmediği bir ortamda işkencelere tabi tutulmuşlardı. Bazı çocuklar babalarını görmemişti, kimileri ise zor hatırlıyordu.

Bu ümmetin yetimlerine kim sahip çıkacaktı?

Peygamber Efendimiz (sav) “Ben, yetime bakan ile kıyamet gününde şöyle yan yana olacağız.” diyerek iki parmağını birleştirmişti.

Afganistan'da en çok ihtiyaç duyulan şey medrese tarzı yatılı yetimhanelerdi. Her şehirde aylık sponsorluk yöntemiyle idamesi sağlanan en az iki veya üç yetim hanenin olması hem büyük bir boşluğu doldurur hem de hayır sahipleri için güzel bir sadaka-ı cariye olur. Bir çok zenginin tatil parası miktarındaki bağışla elde edeceği bu amel ile belki de geleceğin alimleri yeryüzünde çiçek açacak.

Valinin bizden de özellikle maddiyat için değil de, eğitim için destek istemesi ilme ve gelişmeye önem verdiğini gösteriyordu. Buralarda yetim çocuklar için medrese ve kalacak binalar yapmamızı tavsiye ettiler.

Medeniyet İnsani Yardım Derneği olarak elimizden gelen yardımları yapmaya gayret edeceğiz inşallah.

Bir diğer günümüzde kardeşlerimiz ile dağıtım için Gerdiz bölgesine geldik. Eski bir okul bahçesinde daha önceden hazırlanmış olan 300 kişilik yardım paketlerini yetimler başta olmak üzere ihtiyaç sahibi ailelere gıda yardımı olarak dağıttık.

Bayanların ve çocukların eğitimsizlik nedeniyle eksikleri hareketlerinden belli oluyordu.

Peygamber Efendimiz (sav)’in buyurduğu gibi “Bir eve fakirlik girdi mi, oradan ilk önce iman çıkar." İşte bu insanlar savaş nedeniyle ve geçmiş bozuk sistemin eğitimiyle ancak bu düzeyde olabiliyordu.

Eğer imkanlar olursa buralara okul yapma noktasında da ihtiyaç hasıl olmuştur. Şimdiki İslam Emirliği de eğitime ağırlık veriyor, inşallah gelecek yıllarda daha güzel bir konuma geleceklerini umut ediyoruz tabi ümmetin birliği ve desteği ile...

Evet ertesi günü iple çekiyorduk. Bu sefer yolculuğumuz Afganistan'ın başkenti olan Kâbil'e gitmekti. Güçlü bir ticaretin döndüğü, havaalanının bulunduğu büyük bir şehir.

Burası kırsal şehirlere göre daha gözdeydi. Halk daha çok maddi işlerin içerisinde birbirleri ile ticaret yapıyorlardı. Daha çok küçük esnafların olduğu bu yerde adeta bir bayram havası vardı. Burası bana Mekke ve Medine çarşılarını hatırlattı.

Burada çok fazla savaşın eseri görünmüyordu, herkes işlerine kaldığı yerden devam ediyordu. Tabi savaş sebebiyle ticaret eskisi gibi olmayınca bazı esnaflar hoşnut değildi. Kırsalda yaşayan halkın daha çok yeni hükümeti sahiplendiklerini gördük. Tabi her zaman böyle olmuştur. İnsanlar neyin zarar, neyin kâr olduğunu izzetin ve şerefin neyde olduğunu bilmeyebiliyordu.

Hz. Ömer (ra) geldi aklıma; Kudüs feth edildiğinde Ebu Ubeyde (ra) müminlerin emiri Hz. Ömer’e şehre gelmesini, Hristiyan papazların anahtarları kendisine teslim edeceklerini söyledi. Hz. Ömer (ra) kölesi ile deveye sıralı şekilde binerek geliyordu. Tam Filistin’e vardığında Ebu Ubeyde b. Cerrah (ra) kendisine “Ey müminlerin emiri köleniz Eslem deveden inse deveye siz binseniz, olmaz mı? İnsanlar İslam’ın aziz olduğuna şahit olsa...” deyince Hz. Ömer (ra) sinirlenir ve der ki; “Ey Ebu Ubeyde biz cahiliye hayatında iken izzeti altında, gümüşte ve develerde biliyorduk. Şimdi Allah bize İslam gibi bir izzet vermişken şerefi izzeti bu develerde mi arayacağım” der. İşte bu sözüyle Hz. Ömer Efendimiz izzetin ne olduğunu kulaklarımızı küpe eder.

Rabbimizin de buyurduğu gibi “Bütün izzet, şeref tamamıyla Allah'a, Rasulüne ve müminlere aittir.” (Münafikun, 8)

Afganistan’da son günlerimiz

Kardeşlerimizle beraber Kâbil'de çarşı, pazar gezip alışveriş yaparak halka katkıda bulunmaya çalışıyorduk. Soranlara da turist olarak geldiğimizi de söyleyerek kendilerini yalnız bırakmadığımızı hatırlatıyorduk.

Bir Türk lokantasına gittik. Bizi karşılayan Osmanlı kıyafeti giymiş pala bıyıklı bir amcamızdı. Muhabbet ve fotoğraf çekilip hatıralar albümüne koyduk.

Burası Afganistan' da Türk mutfağına ulaşabileceğiniz nadir yerlerden bir yer. Çok güzel muhabbet ve ortam oluşmuştu ve bize kendi vatanımızı hissettirdi.

Daha sonra konaklayacağımız yardım kuruluşunun misafirhanesine geldik. Orada faklı kardeşimiz ile tanışma fırsatımız oldu.

Güzel bir buluşma

Bir kardeşimiz Kâbil havaalanının ve o bölgenin Emniyet müdürü ile görüşme imkanı sağlayabileceğini söyleyince çok sevindik. Emniyet müdürü ile buluşma saatimiz akşam saatlerinde kendi evinde olacaktı. Tabi özel makamının dışında bir evde buluşmamız bizi heyecanlandırdı.

Gece geç saatlerde yola çıktık. Neredeyse her köşe başında trafik kontrol noktaları vardı. Tabi bu bizi sevindiriyordu çünkü ülke savaştan yeni çıkmıştı, Işid ve eski hükümetin hırsızlarının yapacağı her türlü provakatif eylemlere karşı halkın güvenliği için sıkı bir denetim olmalıydı.

Rehberimize sorduğumuzda halkın daha önce geceleri hiç bir şekilde güven içinde yolculuk yapamadığını söyledi. Bir şehirden diğer bir şehre ancak gündüz gidilebiliyormuş. Birçok insan başka şehirdeki ailesini, güvenliğin olmamasından dolayı göremiyormuş. Çünkü eski yönetimin polislerinin de içinde bulunduğu resmi eşkiyalar yollarda insanları soyabiliyormuş. Ama yeni hükümetin gelmesiyle eski kadrolar çıkınca artık böyle bir şeyler yaşanmadığı rehberimiz tarafından bize ifade edildi.

Afganlı bir gencin itirafı

Uçakta Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde mühendislik bölümünü okumuş Afganistanlı bir genç ile tanıştım. Afganistan’a geldiğinde gözlerine inanamadığını bizlere söyledi. Çünkü ülkesinde bir savaş ortamı beklerken eskisinden daha güvenli bir ülke bulmuş. Arkadaşları ile geç saatlere kadar gezebildiğini ve başka şehirdeki akrabalarına yirmi senenin ardından ilk defa güvenle gidebildiğini bizlere ifade etti.

Emniyet müdürünün evine gelmiştik. Evin kapısında korumalar beklerken birden başında büyük bir sarık ile heybetli ve insana güven veren biri kapıyı açtı. Bu kişi havaalanı emniyet müdürü Mevlevi (Alim) Muhammed Salim Sad’dı.

Hepimize çok candan bir şekilde sarıldı ve daha sonra bizleri şark köşeli küçük bir odaya götürdü. Odanın sadeliği insanı kendi evinde hissettiriyordu. Bizleri süngere oturttu, ama kendisi yerde oturmuştu.

Tercümanımız kendisine Almanya’dan ve Türkiye’den gelen misafirleriniz diyerek ve bizi tek tek tanıştırdı.

Şeyh Muhammed bizler ile tanıştığına çok memnun olduğunu söyledi, tabi bizler de aynı duygular içerisindeydik. Çünkü karşımızda Amerikanlıların başına ödül verdiği, 50 defa öldürmek için çıkartma yaptığı, yer altında temiz suların oluşturduğu oyuklarda yaşayan ve Amerikan askerlerine büyük kayıplar verdiren büyük bir alim ve mücahid vardı.

Birçok defa kendisini öldürmek için kaldığı kanallara su basmışlar, zehir atmışlar, elektrik vermişler ama Allah'ın yardımıyla hepsinden kurtulmuştu. Şimdi ise Amerikalıların kaçtığı havaalanının müdürü olarak bölgenin emniyetini sağlıyordu.

Öyle mütevazi ilim ehli bir mücahiddi ki duruşu, hayası ve konuşmasında vakar vardı. Havaalanında ve yolda bazı polislerin tavrının hoş olmadığını söylediğimizde onlar adına özür diliyorum dedi ve not aldı. Tabi güvenlik personelinin hepsi böyle değildi, yolda giderken öğle yemeğine bizleri davet eden güler yüzlü polisler de vardı.

Ülkeden kaçan göçmenlerin birçoğunun savaş sonrası ne olacağını bilmemeleri ve lüks bir yaşam arzusuyla ülkelerini terk ettiklerini öğrendik. Uçaktan düşenler ise Amerikalıların kullandığı sonra çöpe attığı mendil gibi kişilerdi.

Güzel bir muhabbetten sonra kaldığımız misafirhaneye döndük.

Ertesi günü Türkiye yolculuğumuz başlıyordu. Tekrardan alış veriş yapmak için Kabil çarşısında gezdik ve çantalarımızı hazırladıktan sonra arkadaşlar ile vedalaştık.

Havaalanına geldiğimizde çalışanların güler yüzlülüğü, ortamın temizliği bizleri mutlu etmişti. Uçak havalanırken aklımıza işgalin bittiği günde genel affı beklemeden akılların almayacağı o malum olay ile canlarını kaybedenler aklımıza geldi. Bir ülkenin yaşadığı mücadele, bu mücadelede kimileri izzeti seçti, kimileri de zilleti. Ne mutlu kendisini İslam’ın izzeti ile buluşturanlara.

Bu yolculuğumuz bize şunu gösterdi: İslam’a sarılan bir halk teknolojik silahları olmasa da, bot yerine terlik giyseler de dünyanın süper gücü olduğunu düşünenlere karşı hiç bir zaman yenilmeyecektir Allah’ın izniyle. Çünkü inananlar El Ğalib olan Allah'a dayanarak kopması mümkün olmayan bir ipe yapışarak tercihte bulunmuştur.

Selam olsun bu zaferin tuğlaları olanlara, kanları ile bu İslam topraklarını sulayan şehitlere, bu dava da zerre katkısı olup, maddi manevi destek olanlara… Selam sosyal diriliş sergileyerek bu davanın duyurulmasına sebep olanlara… Selam olsun bu zaferi İslam'ın zaferi bilip sevinenlere…

Serdar Gürbey

afganistan izlenimleri 1

afganistan izlenimleri 2

afganistan izlenimleri 3

 

tefsir dersi 2020

whatsapp takip edin

Yazanlarımız