MEHMET AKİF ERSOY YÂD EDİLDİ

Medeniyet Vakfı Genel Merkezi seminer salonunda tertip edilen “Mehmet Akif Ersoy’u Anma Programı” 28 Aralık Cumartesi günü gerçekleştirildi.Ümmetçi şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u anma programı adeta bir ümmet vurgusu niteliğindeydi. Beninli Ahmet Yunus kardeşimiz Duha Suresi’ni farklı kıraatlerde okuyarak programın açılışını gerçekleştirmiş oldu.

 

2,5 yıldır Türkiye’de bulunan hâfız Mustafa N’Daye, Mehmet Akif Ersoy’un

“Dolaşsın, sonra, İslâm'ın haremgâhında nâmahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!”

dediği “Bülbül” şiirini okudu. 

Bülbül şiirinin ardından, bir başka şiir ile Burkina Faso’dan Hamid kardeşimiz konuklarımıza hitap etti. Aşağıdaki dizeleri de içeren “Zülmü Alkışlayamam” şiirinde Mehmet Akif’in dilinden Hamid kardeşimiz bizlere şöyle sesleniyordu:

“Adam aldırma da geç git! diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”

Açış konuşması için sözü alan Medeniyet Vakfı Başkanı M. Beşir Eryarsoy, Mehmet Akif Ersoy’un özellikle ümmetçi ve münevver bir insan olduğuna vurgu yaptı ve konuşmasını aşağıdaki cümlelerle sürdürdü:

“Akif’in iki önemli özelliği üzerinde durmak istiyorum. İlk olarak, onu yakından tanımak, İslâm’ın insandaki modelini görmektir. Ümmetin, İslâm’ı yüceltecek şahsiyetlerinden biri olmuştur. Dört dörtlük bir Müslümana örnek olacak şahsiyetlerden biridir. Müslümandır, yaşadığı çağı tanımış bir insandır. Dini, davası ve akidesi için yaşamıştır. İslâm’ın, beşeriyete örnekler sunabilme gücüne sahip olduğunun göstergesidir. İkincisi, bir dava adamı olmasıdır. Dini için yaşamış, ümmetin sıkıntılarına çözüm aramış bir şahsiyettir. Ümmetin tembel, uyuşuk ve miskin oluşuna şu dizeleri ile karşı çıkmıştır:

‘Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?

Esbâbı elinden atarak ye'se yapıştın!

Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan

Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!’

Akif’in, davası ve şiiri Kur’an olan bir şair olduğunu belirten Eryarsoy, gençlere Safahat’ı birden fazla kez okumalarını tavsiye ederek sözlerine şu şekilde devam etti:

“Mehmet Akif Ersoy, Şark’ı tanımladığı bir şiirinde şöyle diyor:

‘Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu,

Asırlar var ki, İslâm’ın muattal, beyni, bâzusu,

“Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer

Harap iller, serilmiş hânümanlar, başsız ümmetler,

Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar,

Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar,

Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;

Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler;

Riyâlar, türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler;

Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;

Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;

Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;

“Gazâ” nâmiyle dindaş öldüren biçare dindaşlar;

Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;

Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar! ...’

Akif, İslâm’ı bazı çağdaşları gibi kısmi olarak değil, bütünü ile ele almış ve bütünü ile üzerinde durmuştur. Davası için gerekli fedakarlıkları yapmış ve gerekli bedelleri ödemiş bir insandır. Allah (c.c.) kendisine rahmet buyursun.”

Açış konuşmasının ardından sözü alan Ömer Küçükağa’nın, Mehmet Akif Ersoy’u anlatan konuşmasında şu hususlara değindi:

“Benim için İslâm’a hizmeti bu ülkede bir numara olan bir şahıstan söz edeceğim sizlere. Kendisini üç bölümde anlatmaya çalışacağım.

Birinci bölüm, hayatı ile ilgilidir. Akif, Kıztaşı’na çok yakın bir yerde dünyaya gelmiştir. Babası Tahir Efendi büyük bir alim ve mücahittir. Arnavuttur. Annesi ise Buharalıdır. 4 yaşında Kur’an okumaya ve Arapça öğrenmeye başlamıştır. Öğrenim hayatını tamamlayıp baytar olarak mezun olmuş ve memuriyet hayatına başlamıştır. Dünyayı ve Türkiye’yi gezmiştir. Sırat-ı Müstakim dergisini kurmuş ve Sebil-ür Reşat dergisinde yazmıştır.

İkinci bölüm ise sanatı ile ilgilidir. Akif’in üslubu Kur’an üslubudur. Türkçe, Arapça, Fransızca ve Farsça’yı çok iyi bilmekte idi. Meşihat-ı İslâmiye’de baş kâtip olmuştur. Şairler arasında Arap edebiyatını en iyi bilen kişidir.

Üçüncü ve son bölüm ise, biraz sıra dışı gelecek belki ama, Hasan El-Benna ile olan benzerliğidir.

Benna ve Akif ikisi de çok üst düzeyde edebiyatçı, edipdirler. İkisi de çok büyük hatiptirler. Onların konuşmalarından sonra insanların ruhları dalgalanıyor. Akif’in Nasrullah camiinde yaptığı konuşma bütün Türkiye’ye yayılmıştır. Tarih hem kalemi hem de hitabeti güçlü insan az görmüştür. İkisinde de bu vardır. Hatta öyle ki Benna hacca gittiği zaman megafonla oradaki insanlara hitap ederken o günkü Suud yöneticileri rahatsız olmuş, Benna’nın megafonu elinden alınmıştır.

İkisi de hayatın tam içindedir, asla teoriyle uğraşmamışlar. Ümmetin problemlerin en merkezinde yer almışlar, hiçbir konuyu tartışmaktan çekinmemişlerdir. Benna’ya İslam’ın en müşkül meselesi sorulduğunda bakıyoruz ki Benna onu o kadar rahat o kadar net o kadar güzel cevaplıyor ki hayretler içinde kalıyorsunuz. Aynı şekilde Akif’in şiirlerinde ağır konuları işlemiş, aruz veznini kullanmıştır. Ancak şiiri o kadar rahat akıyor ki zannedersiniz ki o aruz vezni ile yazmıyor, sanki sokaktaki insan konuşuyor. Allah ikisine de bunu nasip etti.

İkisi de direk ilhamlarını Kur’an’dan almışlardır. Akif, bir şiirinde ‘‘Doğrudan doğruya kurandan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı’’ diye yazmıştır. Benna’da da ‘‘Anayasamız Kur’an’’ diyerek aynı şeyi dile getirmiştir. Gerçekten Akif ile Benna’nın İslam hakkındaki kanaatleri acizane kanaatime göre aynıdır.

İkisi de çok iyi sportmen adamlardır. Akif boğazı yüzerek geçmiştir, aynı zamanda çok iyi bir güreşçidir. Benna da öyledir. Filistin Cihad Hareketine Kamplar kurduklarında, o kamplarda cihad alan öğrencilerin anlattığına göre hiçbiri üstadın yaptığını yapamadıklarını ifade etmişlerdir.

İkisi de katıksız ümmetçi. Benim sevdiğim nice Arap alimleri var ki Arap milliyetçiliği yapmışlardır. Nice Türkiye’de sevdiğimiz zatlar var ki ama Türk milliyetçiliği yapmışlardır. Bu konuda bu ikisi müstesnadır.

Herkesin maskeler taktığı bir dönemde Mithat Cemal Kuntay Akif için ‘‘Benim için tanıdığım tek yüzlü bir insan, bir başka yüzü yok diyor.’’ hiç kimse Benna’nın riyakârlık yaptığına, farklı yerlerde farklı davetlerde bulunduğuna şahit olmamıştır. Karşısında Kral Faruk varken de aynı konuşurdu, kendi öğrencisi varken de aynı konuşurdu, Ezher şeyhine karşı da aynı konuşurdu. Her yerde aynı konuşurdu. Burada yapılanmadaki bazı şeyleri gizlemesinden bahsetmiyorum davetindeki açıklık netlik konusunda. Değerli kardeşlerim bu peygamber ahlakıdır. Hiç kimseye ikiyüzlü davranmaz ne görürse odur. 20. yüzyıl medeniyetinin en bariz vasıflarından biridir yanardönerlik. Akif’in ve Benna’nın mert, açık, net insan oluşlarının değerleri çok yüksek.

İkisi de makam mevki para ile asla işleri olmamış. İkisi de evlatlarına en küçük miras bırakamamış, Akif’in anneden ya da anneanneden kalma bir evi var o da mirasçılarına geçememiş. Benna hiçbir şey bırakmamıştır. İsteseydi Akif ufacık bir ikinci yüz takarak, Türkiye’nin en yüksek siyasi otoritelerinden biri olabilirdi. Ancak böyle yapmadı Akif. Benna davasından ufacık bir taviz verseydi, kesinlikle Mısır’da çok yüksek makamlara gelebilirdi. Karasevdaları onların davaları olmuştur, yani İslam olmuş, Allah davası olmuştur. En zor şartlarda dahi davalarından vazgeçip taviz vermemişlerdir.

İkisinin de cenazesinde dört kişi vardı. Gerçi hafif fark var. Benna’nın cenazesinde dört tane kadın bir de ihtiyar bir baba var. Babayı saymazsak dört tane kadın kaldırıyor cenazeyi. Cenaze defnedilirken o bölgenin tamamının elektrikleri kesiliyor, tanklar oraları çeviriyor, hiç kimsenin cenaze törenine gitmesine izin verilmiyor. Benna’nın cenazesi böyle defnediliyor. Sonra günlerce o cenazenin başında küfrün askerleri nöbet tutuyorlar ki kimse Benna’nın cenazesini ziyaret etmesin.

Aralarında hiç mi fark yok tabii ki var. Dönemleri farklı. Akif bir yangın habercisidir, safahat bir anlamda bir yangın var çığlığıdır. Akif ümmeti yangının içerisinden koparmaya çalışıyor. Ama Benna ilginç bir şekilde ismiyle de tevafuk olarak bina eden inşa eden bir niteliğe sahiptir. Benim âcizane görüşüme göre bunlar birbirinin devamıdır. Benna asımın neslini yetiştirmiştir. Akif ise o yangın içerisinde o nesli yetiştiremezdi.

Bu iki şahsında bana göre en büyük eserleri, en büyük başarıları kendi şahsiyetleridir. Akif’in en büyük eseri kendisidir, Benna’nın da en büyük eseri kendisidir. Hiç kimse bu iki şahsı gayri İslami bir şeyle itham edememişleridir.

Bazı benzerliklerden bahsettim tabii bu benzerlikler Kuran ahlakıyla bezenmenin getirdiği benzerliklerdir. Bu ikisini yeniden okuyun. En çok okuyacağınız kitap Kur’an olsun, sonra peygamberin hayatını okuyun. Sonra böyle kişilerin hayatlarını okuyun.’’

Mehmet Akif Ersoy’a, tüm İslâm büyükleri ve şehitlerine okunan Fatiha’ların ve soru-cevap faslının ardından ise program sona erdi.

tefsir dersi 2020

Yazanlarımız