Şiirimizde Ortadoğu, Ali Emre’nin geçtiğimiz ay (Kasım 2016) yayımlanan yeni inceleme kitabının adı. Ele aldığı konuyla alâkalı bir başlangıç olan kitap, şairin Şiirimizin Saçağı Altında adını taşıyan dikkat çekici kitabının ardından yayımlandı. Detaylandırılıp geliştirilmeye açık olan inceleme, bölümlerden değil şair, kritik mekân ve olaylara odaklanan yazılardan oluşuyor. Zaman dizinsel açıdan bakıldığında ise Türkçe şiirin 1950 sonrasını Ortadoğu teması açısından kuşbakışı bir yaklaşımla çerçeveliyor.
Unutkanlığa ve kayıtsızlığa itiraz eden kitabı önemli kılan yanlardan biri de şu: Ali Emre, incelediği tema bağlamında şiirleri olan bir şair aynı zamanda. Kendisi bir şair olarak konumlandığı gelenek bakımından geçmişe nostalji duymadığı gibi geleceği de ütopya olarak görmez. İnsanın yapıp ettiklerine sık sık uğrar, bunu herhangi bir tezi kanıtlamak için değil hatırlatmak için yapar. Alman romantiklerinden Novalis’in felsefenin ne olduğunu açıklarken kurduğu bir cümle vardır: “Felsefe insanın kendini evinde hissetmesidir.” Novalis’i izleyerek söylersek, Ortadoğu, şair Ali Emre’nin varoluşsal evidir. Temmuz dergisindeki edebi çabasını da hesaba katarak baktığımızda, Ortadoğu mefhumunun şairin dünyasında önemli bir yere sahip olduğunu söylemek olsa olsa malumu ilam etmek olur.
Hiç şüphesiz bu şiirlerin nasıl ve ne türden şiirler olduğunun da ayrıca incelenmesi gerekir. Onun şiiri, Yeryüzüne Dağılan adını taşıyan son şiir kitabıyla birlikte yaşanan acıları ama aynı zamanda umudu zemin edinir. “Biri tanklara çıkıp dünyanın kulağına içli bir kunut okusun.” dizesinde olduğu üzere sesinin derin bir tesiri vardır ve günümüzde olup bitenle de yakından alâkalıdır.
Kitabın yayımlanışının Arap Baharı olarak anılan tarihin hareketlendiği yıllara rastlamış olması açısından da ayrıca değerli olduğu göz ardı edilemez. Hatta Emre’nin unutmak istemediği, sürekli hatırlatmak istediği bir durumdur bu tema. Daima Rabia Mısır Direnişi İçin Şiirler kitabı üzerine kaleme getirdiği yazının ilgili bölümleri bu açıdan ele alınıp değerlendirildiğinde mesele biraz daha sarih bir biçimde ortaya çıkacaktır. Umudun siyasi söz dağarcıkları yaratacağını, umutsuzluğun ise sözsüzlüğü getireceğinin şuurundadır.
Başka Bir Ses
Bu çerçevede Ali Emre’nin şiir anlayışına gelince; şiir dilinin bu coğrafyanın ruhuna ait bir dil olduğunu söyleyebiliriz. Elbette birkaç cümle ile onun poetik serüvenini paranteze alamayız, üstelik bu doğru bir girişim de olmaz. Bununla birlikte şiirini, şiire bakışını içinde var olduğu mekândan, zamandan ve şartlardan soyutlayamayacağımız da son derece açıktır. Şiirinin yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu’da yaşananlardan izler içermesi bununla alâkalı. Günümüzde yazılan şiirlerin kaderimizle ve trajedimizle ilgisizliğinden söz açan epey cümlesi gözümün önüne geliyor. Ortadoğu’da yaşanan trajediye, sömürüye, acıya, direnişe, işgale ve bunların oluşturduğu kaygı ve duygulara sağır kalan kulakların şiirlerine hışımlı yaklaşması da söz konusu. Yazarların/ şairlerin, yaşanmakta olan trajediden azade bir şekilde adeta kendilerine oluşturdukları “güvenlik koridoru” içerisinde yaşıyor olmaları karşısında duyduğu tiksinti de yabana atılmamalı tabi.
Son yıllarda şiirleri yanında eleştiri yazılarıyla ön plana çıkan Ali Emre, çeşitli türleri ihmal etmeyen verimli bir yazar. Önümüzdeki aylarda farklı bir sürpriz yapabilir. Aslına bakılırsa şu soruyu sormak gerekmektedir: Şairin bu konulardaki ısrarının sebebi nedir? Tematik bir sorun olmanın ötesinde varoluşsal bir sahiplenişin sonucunda mı ortaya çıkmaktadır? Bunun cevabı açıktır bir taraftan baktığımızda. Emre, 1990’lı yıllardaki çıkışından bu yana kendini İslâmcı düzlem üzerinde/n tarif edegelir. Salt metafizik değildir onda öne çıkan. Öyle ki İslâmcılığın hayallere firar için dahi kapalı göründüğü yıllarda, dümen kırmamıştır şiir serüveni. Bu sebeple epistemolojik temelini “metafizik ürperti” gibi kavramlar üzerinden kuran şairlerden uzaktır. Başka bir deyişle, Ali Emre, şair kimliğini, İslâmcı siyasallık üzerinden kurmuş, birlikte anıldığı 1990 kuşağından temel yönsemeleri açısından farklılaşmıştır. O kendi tecrübelerini içkin bir episteme ile şiir yazmaktadır. Vurguncu kapitalizmin küresel diktatörlüğü yanında medyanın dünyayı güya tanıtmak ve sınıflandırmak için seçtiği tuhaf dile de enikonu hasımdır. Her şeyi sayılara dökenlere inat daima meselenin özü ya da niteliğiyle ilgilenir. Yaşayan ve acı çekenlerin dünyasına ait bir sestir ama aynı zamanda umuttan dem vuran… Böylece, kamusal alanda söylenenler ve bunların söyleyiş tarzının oluşturduğu hafıza kaybına set çeker. Geçmişin ve geleceğin ufkunun bulanmasına, hayatın sonsuz şimdide yaşama kayıtsızlığına indirgenmesine itiraz eder. Bu yüzden şiiri, salt bilme üzerinden yazılanların yanında değil, var oluş safındadır. İslâmcı olduğunu deklare etmenin moda olmadığı hatta bu kimlikten ricat edildiği zamanlarda dahi kimliğini cesaretle savunmuştur. 1990’lardan beri gelen süreç içinde şair duruşu olarak temsil ettiği kimliği muhafaza etmiş olması hasebiyle, Ali Emre’nin farkının altı çizilmelidir. Dolayısıyla onun konumlanışını kavrayıp anlamlandırmak açısından Ortadoğu’nun merkezi vasfına da ayrıca eğilmek gerekir.
Ortadoğu Dikkatine Dair
Bugünle geçmişi, tarihle geleceği birbirine bağlayan Şiirimizde Ortadoğu, Ali Emre’nin farklı yayın organlarında yayımlanmış yazılarından oluşan bir toplam. Yukarıda açtığımız bahsi şerh etmek yahut düz yazıda kuşatmak açısından önemli bir kaynak. Eşik söz, kitap hakkında kısa fakat oldukça önemli bilgiler sunuyor. Hemen ardından Ortadoğu’ya şiirle bakmanın imkânları yoklanıyor. Coğrafyaya ad vermenin siyasi boyutları ihmal edilmiyor fakat aşina olan adlandırmayı kullanmanın zorluğunun doğurduğu yaralı bilinç de göz ardı edilmiyor. Bildiğim kadarıyla metinlerden birisi sempozyumda sunulmuş bir tebliğ ayrıca ilk defa okurla buluşan bölümleri de var. Keşke kitapta yer alan yazıların ilk biçimlerinin okurla buluştuğu dergiler yahut yayın organları belirtilmiş olsaydı. Şayet böyle olsaydı, bunun üzerinden ilgili yazının kaleme alındığı bağlama dair birtakım tespitler de sunulabilirdi.
Şüphesiz kitap sezgi, keskin bakış, kurama yaslanan kavrayış ve temellendirme bakımından değerli bir eser. Kitabın önemi bakımından çok temel bir husus daha var: Ele aldığı tema bakımından şiirimizi bütünlüklü bir biçimde kavrama çabası. Kitaptaki sıralanışa göre söylersek Nâzım Hikmet, İkinci Yeni, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Arif Ay, Guantanamo, Metin Önal Mengüşoğlu, Filistin Direnişi, Gazze, Cahit Koytak, Nurettin Durman gibi farklı şairler ve coğrafyalar/olaylar hakkında yazılmış irdeleme denemeleri bunlar. Ayrıca açılış ve kapanış metinlerinin yanı sıra bahsettiğim isimlerin ve konuların ötesine uzanan yazılar da bulunuyor.
Şiirimizde Ortadoğu genel olarak şair öznesi “Müslüman” olan şiir birikimi üzerine kurulmuştur. Bununla beraber zaman zaman değişik dünya görüşlerine sahip şairlere dair kuşatıcı tespitler yapmaktan da geri durmamaktadır. Çünkü farklı kültürel çevrelerden gelmelerine ve birbirinden farklı ideolojik/poetik anlayışları benimseyip savunmalarına rağmen, Türkçe şiirde Ortadoğu’da yaşananlara duyarsız kalmayan bir damar vardır. Attila İlhan, Cemal Süreya, Ali Yüce, Hilmi Yavuz, Ülkü Tamer, Ahmet Oktay, Hüseyin Ferhad, Ahmet Telli, Ahmet Arif bunlardan bir kaçı. Şair, eleştirel ve kültürel dünyanın farkında olmadığı birtakım hususlara da dikkatle eğiliyor.
Ali Emre’nin kitabında belirttiğine göre, 1950 sonrası şiirimizde Ortadoğu duyarlığının şekillenmesinde etkili olan isimlerden biri belki de öncüsü Nâzım Hikmet’tir. Sözgelimi 1956 tarihli “İstiklal” şiirinde şair “Mısırlı kardeşim/ Şarkılarımız kardeştir/ İsimlerimiz kardeş/Yoksulluğumuz kardeştir / Yorgunluğumuz kardeş” diyor. Belki sonraki yıllarda sol akımı temsil eden şairlerin Ortadoğu konulu şiirler yazmalarının altında da bu başlangıç bulunmaktadır. Daha açık bir biçimde dile getirmek gerekirse, kitabın başlarında dile getirilen yaklaşımların en önemlisi şüphesiz Nâzım Hikmet’i bu zaviyeden okumaya kapı açmış olmasıdır. Keza Cemal Süreya’nın şiirlerine dair dikkatli çözümlemeler de göz ardı edilemez.
Bahsettiğimiz gibi Ali Emre, İslâmcı bir bakış açısıyla bu şairleri değerlendirmektedir. Bundan dolayı ele aldığı diğer şairlerin yoksulluk, emperyalizm, çaresizlik vb. konulara dair duyarlıklarının Müslüman halkların yaşadığı acılara ve direniş çabalarına göre ön plana çıkmasının fikri temellerini sorgulamaktadır. Belki bu duruma şairlerin kavramaya çalıştığı coğrafyanın “acemileri” olmaları da denilebilir. Kudüs’ü şiirsel yolculuğunun merkezine yerleştiren Nuri Pakdil bağlamında kurulan şu cümleler İslâmcıların Ortadoğu kavrayışının soldaki şairlerden farkını da belirgin kılar: “Müslüman kimliğiyle öne çıkan şairler; ‘Müslümanların birliği’ inancı doğrultusunda Ortadoğu coğrafyasına, bu coğrafyada yaşanan zulme, direniş çabalarına, acı ve sevinçlere, bağımsızlık hareketlerine daha fazla yer verirler.”
Kitapta, Cemal Süreya’nın hemen akabinde Ortadoğu’ya cepheden ve içeriden bakışın adresi olarak Sezai Karakoç şiirinin ele alınmış olması son derece isabetli bir tercih olmuş. Onun özellikle 1950’lerin sonlarından itibaren bu şiirleri yazmasının nedeni, Cezayir halkının Fransız sömürgecilere karşı başlattığı savaş ve mücadelede onların yanında olduğunu göstermektir bir bakıma. Başka bir açıdan da Karakoç’un şiir serüveninin poetik dönüm noktalarından Hızırla Kırk Saat üzerinde de duruyor. Gelgelelim bu kitap sonrasında şairin anlatımcı yanının öne çıkışının getirdiği poetik gerileme üzerinde durulmuyor.
“Filistin bir sınav kâğıdı/Her mümin kulun önünde” diyen Cahit Zarifoğlu da müstakil bir yazıya konu edilmiş. Emre, bu metni bitirmeden bir duruma işaret ediyor, daha doğrusu önemli soru soruyor. O da şu: Yaşadığı dönemde Müslümanların yaşadıkları kitlesel acılara ve direnişlere şiir içinden ses veren Zarifoğlu’nun şayet yaşamış olsaydı şiirinin hangi istikamette ilerlerdi? Doğrusu, son söyleşilerinde “Afgan şairi” olarak anılmaktan gurur duyan şairle ilgili geleceğe sorulmuş fakat cevabını metnin yazarının bildiği bir soru bu sanki.
Erdem Bayazıt şiirinin son dönemiyle alâkalı olarak ise, hüzün ve karamsarlık teması üzerinden eleştirel bir yaklaşım ortaya konulur. Bunun ardından antolojiler, tematik kitaplar ve şairler ekseninde yapılan değerlendirmeler gelir. Ortadoğu’da yaşananları daha iyi kavramaya katkı sunacağı düşüncesiyle hazırlanan tarihçe ile kitap sona erer. Günümüzde ajansların, lobilerin, spekülatif finans kapitalizmin örgütlerinin olaylara dair yaptıkları çoğu analiz ve yorumun Ortadoğu’yu incelemeye çok yakın tarihlerden başladığı hatırlanırsa bu tarihçe daha da anlamlı hale gelecektir. Şair, böylece geçmişten günümüze gelen mirasımız ve şahit olduklarımız, direnişler ve hayal edemeyeceğimiz şartlar altında direnmeyi ve dayanışmayı sürdürenleri hatırlatıyor bize.
Son olarak şunu da bir tespit olarak ortaya koymakta yarar var: 2000’lerde Türkçe şiirde çok farklı dergilerin, şairlerin, yazarların Ortadoğu temalı metinlerinde gözle görülür bir artış var. Son yıllarda yazılan şiirlerin nicel olarak önemli bir kısmı, coğrafyamızdaki acıları, yaşantıları, korku ve kaygıları hammadde edinenlerdir desek yanılmış olmayız. Ancak bu iyi gelişmeye karşın bazı temel sorunların fark edilemediği de kaydedilmelidir. Sözgelimi yazılan/yazılmakta olan şiirin “poetik sonsuzluğun” izdüşümlerini ne ölçüde taşıdığı da tartışılmaya başlanmalıdır artık. Elbette “Canı yananın bu alengirli terimlerle düşünmeye vakti yoktur.” Diye de düşünülebilir.
Ortadoğu’nun en trajik yüzyılını yaşadığı hatırlanırsa, bu incelemenin hakikatin görünmesini engelleyen perdelerin aralanmasına katkı yapacağını umuyorum. İnceleme, kendi trajiğimizin çeşitli yordamlarını görünür kılmaktadır. Şiirimizde Ortadoğu’dan kitabının Arif Ay şiiriyle alâkalı olarak yazılan kısmından bir alıntıyla bitireceğim. Ali Emre’nin yaklaşımını, ilgisini ve duyarlığını dahası azın bereketlenişini göstermesi bakımından son derece açıklayıcı bir alıntıdır bu: “Sınırları aşarak köklü ve işlek bir medeniyet perspektifine de ışıklar düşüren, bu özlemi ve inşayı büyük bir yetkinlikle yansıtan bu çabaların her türlü takdiri fazlasıyla hak ettiğini düşünüyoruz.”
Ali Emre
Acıyla Sınanan Ortadoğu Atlası ve Şiirimiz
Şiirimizde Ortadoğu, Ali Emre’nin geçtiğimiz ay (Kasım 2016) yayımlanan yeni inceleme kitabının adı. Ele aldığı konuyla alâkalı bir başlangıç olan kitap, şairin Şiirimizin Saçağı Altında adını taşıyan dikkat çekici kitabının ardından yayımlandı. Detaylandırılıp geliştirilmeye açık olan inceleme, bölümlerden değil şair, kritik mekân ve olaylara odaklanan yazılardan oluşuyor. Zaman dizinsel açıdan bakıldığında ise Türkçe şiirin 1950 sonrasını Ortadoğu teması açısından kuşbakışı bir yaklaşımla çerçeveliyor.
Unutkanlığa ve kayıtsızlığa itiraz eden kitabı önemli kılan yanlardan biri de şu: Ali Emre, incelediği tema bağlamında şiirleri olan bir şair aynı zamanda. Kendisi bir şair olarak konumlandığı gelenek bakımından geçmişe nostalji duymadığı gibi geleceği de ütopya olarak görmez. İnsanın yapıp ettiklerine sık sık uğrar, bunu herhangi bir tezi kanıtlamak için değil hatırlatmak için yapar. Alman romantiklerinden Novalis’in felsefenin ne olduğunu açıklarken kurduğu bir cümle vardır: “Felsefe insanın kendini evinde hissetmesidir.” Novalis’i izleyerek söylersek, Ortadoğu, şair Ali Emre’nin varoluşsal evidir. Temmuz dergisindeki edebi çabasını da hesaba katarak baktığımızda, Ortadoğu mefhumunun şairin dünyasında önemli bir yere sahip olduğunu söylemek olsa olsa malumu ilam etmek olur.
Hiç şüphesiz bu şiirlerin nasıl ve ne türden şiirler olduğunun da ayrıca incelenmesi gerekir. Onun şiiri, Yeryüzüne Dağılan adını taşıyan son şiir kitabıyla birlikte yaşanan acıları ama aynı zamanda umudu zemin edinir. “Biri tanklara çıkıp dünyanın kulağına içli bir kunut okusun.” dizesinde olduğu üzere sesinin derin bir tesiri vardır ve günümüzde olup bitenle de yakından alâkalıdır.
Kitabın yayımlanışının Arap Baharı olarak anılan tarihin hareketlendiği yıllara rastlamış olması açısından da ayrıca değerli olduğu göz ardı edilemez. Hatta Emre’nin unutmak istemediği, sürekli hatırlatmak istediği bir durumdur bu tema. Daima Rabia Mısır Direnişi İçin Şiirler kitabı üzerine kaleme getirdiği yazının ilgili bölümleri bu açıdan ele alınıp değerlendirildiğinde mesele biraz daha sarih bir biçimde ortaya çıkacaktır. Umudun siyasi söz dağarcıkları yaratacağını, umutsuzluğun ise sözsüzlüğü getireceğinin şuurundadır.
Başka Bir Ses
Bu çerçevede Ali Emre’nin şiir anlayışına gelince; şiir dilinin bu coğrafyanın ruhuna ait bir dil olduğunu söyleyebiliriz. Elbette birkaç cümle ile onun poetik serüvenini paranteze alamayız, üstelik bu doğru bir girişim de olmaz. Bununla birlikte şiirini, şiire bakışını içinde var olduğu mekândan, zamandan ve şartlardan soyutlayamayacağımız da son derece açıktır. Şiirinin yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadoğu’da yaşananlardan izler içermesi bununla alâkalı. Günümüzde yazılan şiirlerin kaderimizle ve trajedimizle ilgisizliğinden söz açan epey cümlesi gözümün önüne geliyor. Ortadoğu’da yaşanan trajediye, sömürüye, acıya, direnişe, işgale ve bunların oluşturduğu kaygı ve duygulara sağır kalan kulakların şiirlerine hışımlı yaklaşması da söz konusu. Yazarların/ şairlerin, yaşanmakta olan trajediden azade bir şekilde adeta kendilerine oluşturdukları “güvenlik koridoru” içerisinde yaşıyor olmaları karşısında duyduğu tiksinti de yabana atılmamalı tabi.
Son yıllarda şiirleri yanında eleştiri yazılarıyla ön plana çıkan Ali Emre, çeşitli türleri ihmal etmeyen verimli bir yazar. Önümüzdeki aylarda farklı bir sürpriz yapabilir. Aslına bakılırsa şu soruyu sormak gerekmektedir: Şairin bu konulardaki ısrarının sebebi nedir? Tematik bir sorun olmanın ötesinde varoluşsal bir sahiplenişin sonucunda mı ortaya çıkmaktadır? Bunun cevabı açıktır bir taraftan baktığımızda. Emre, 1990’lı yıllardaki çıkışından bu yana kendini İslâmcı düzlem üzerinde/n tarif edegelir. Salt metafizik değildir onda öne çıkan. Öyle ki İslâmcılığın hayallere firar için dahi kapalı göründüğü yıllarda, dümen kırmamıştır şiir serüveni. Bu sebeple epistemolojik temelini “metafizik ürperti” gibi kavramlar üzerinden kuran şairlerden uzaktır. Başka bir deyişle, Ali Emre, şair kimliğini, İslâmcı siyasallık üzerinden kurmuş, birlikte anıldığı 1990 kuşağından temel yönsemeleri açısından farklılaşmıştır. O kendi tecrübelerini içkin bir episteme ile şiir yazmaktadır. Vurguncu kapitalizmin küresel diktatörlüğü yanında medyanın dünyayı güya tanıtmak ve sınıflandırmak için seçtiği tuhaf dile de enikonu hasımdır. Her şeyi sayılara dökenlere inat daima meselenin özü ya da niteliğiyle ilgilenir. Yaşayan ve acı çekenlerin dünyasına ait bir sestir ama aynı zamanda umuttan dem vuran… Böylece, kamusal alanda söylenenler ve bunların söyleyiş tarzının oluşturduğu hafıza kaybına set çeker. Geçmişin ve geleceğin ufkunun bulanmasına, hayatın sonsuz şimdide yaşama kayıtsızlığına indirgenmesine itiraz eder. Bu yüzden şiiri, salt bilme üzerinden yazılanların yanında değil, var oluş safındadır. İslâmcı olduğunu deklare etmenin moda olmadığı hatta bu kimlikten ricat edildiği zamanlarda dahi kimliğini cesaretle savunmuştur. 1990’lardan beri gelen süreç içinde şair duruşu olarak temsil ettiği kimliği muhafaza etmiş olması hasebiyle, Ali Emre’nin farkının altı çizilmelidir. Dolayısıyla onun konumlanışını kavrayıp anlamlandırmak açısından Ortadoğu’nun merkezi vasfına da ayrıca eğilmek gerekir.
Ortadoğu Dikkatine Dair
Bugünle geçmişi, tarihle geleceği birbirine bağlayan Şiirimizde Ortadoğu, Ali Emre’nin farklı yayın organlarında yayımlanmış yazılarından oluşan bir toplam. Yukarıda açtığımız bahsi şerh etmek yahut düz yazıda kuşatmak açısından önemli bir kaynak. Eşik söz, kitap hakkında kısa fakat oldukça önemli bilgiler sunuyor. Hemen ardından Ortadoğu’ya şiirle bakmanın imkânları yoklanıyor. Coğrafyaya ad vermenin siyasi boyutları ihmal edilmiyor fakat aşina olan adlandırmayı kullanmanın zorluğunun doğurduğu yaralı bilinç de göz ardı edilmiyor. Bildiğim kadarıyla metinlerden birisi sempozyumda sunulmuş bir tebliğ ayrıca ilk defa okurla buluşan bölümleri de var. Keşke kitapta yer alan yazıların ilk biçimlerinin okurla buluştuğu dergiler yahut yayın organları belirtilmiş olsaydı. Şayet böyle olsaydı, bunun üzerinden ilgili yazının kaleme alındığı bağlama dair birtakım tespitler de sunulabilirdi.
Şüphesiz kitap sezgi, keskin bakış, kurama yaslanan kavrayış ve temellendirme bakımından değerli bir eser. Kitabın önemi bakımından çok temel bir husus daha var: Ele aldığı tema bakımından şiirimizi bütünlüklü bir biçimde kavrama çabası. Kitaptaki sıralanışa göre söylersek Nâzım Hikmet, İkinci Yeni, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Arif Ay, Guantanamo, Metin Önal Mengüşoğlu, Filistin Direnişi, Gazze, Cahit Koytak, Nurettin Durman gibi farklı şairler ve coğrafyalar/olaylar hakkında yazılmış irdeleme denemeleri bunlar. Ayrıca açılış ve kapanış metinlerinin yanı sıra bahsettiğim isimlerin ve konuların ötesine uzanan yazılar da bulunuyor.
Şiirimizde Ortadoğu genel olarak şair öznesi “Müslüman” olan şiir birikimi üzerine kurulmuştur. Bununla beraber zaman zaman değişik dünya görüşlerine sahip şairlere dair kuşatıcı tespitler yapmaktan da geri durmamaktadır. Çünkü farklı kültürel çevrelerden gelmelerine ve birbirinden farklı ideolojik/poetik anlayışları benimseyip savunmalarına rağmen, Türkçe şiirde Ortadoğu’da yaşananlara duyarsız kalmayan bir damar vardır. Attila İlhan, Cemal Süreya, Ali Yüce, Hilmi Yavuz, Ülkü Tamer, Ahmet Oktay, Hüseyin Ferhad, Ahmet Telli, Ahmet Arif bunlardan bir kaçı. Şair, eleştirel ve kültürel dünyanın farkında olmadığı birtakım hususlara da dikkatle eğiliyor.
Ali Emre’nin kitabında belirttiğine göre, 1950 sonrası şiirimizde Ortadoğu duyarlığının şekillenmesinde etkili olan isimlerden biri belki de öncüsü Nâzım Hikmet’tir. Sözgelimi 1956 tarihli “İstiklal” şiirinde şair “Mısırlı kardeşim/ Şarkılarımız kardeştir/ İsimlerimiz kardeş/Yoksulluğumuz kardeştir / Yorgunluğumuz kardeş” diyor. Belki sonraki yıllarda sol akımı temsil eden şairlerin Ortadoğu konulu şiirler yazmalarının altında da bu başlangıç bulunmaktadır. Daha açık bir biçimde dile getirmek gerekirse, kitabın başlarında dile getirilen yaklaşımların en önemlisi şüphesiz Nâzım Hikmet’i bu zaviyeden okumaya kapı açmış olmasıdır. Keza Cemal Süreya’nın şiirlerine dair dikkatli çözümlemeler de göz ardı edilemez.
Bahsettiğimiz gibi Ali Emre, İslâmcı bir bakış açısıyla bu şairleri değerlendirmektedir. Bundan dolayı ele aldığı diğer şairlerin yoksulluk, emperyalizm, çaresizlik vb. konulara dair duyarlıklarının Müslüman halkların yaşadığı acılara ve direniş çabalarına göre ön plana çıkmasının fikri temellerini sorgulamaktadır. Belki bu duruma şairlerin kavramaya çalıştığı coğrafyanın “acemileri” olmaları da denilebilir. Kudüs’ü şiirsel yolculuğunun merkezine yerleştiren Nuri Pakdil bağlamında kurulan şu cümleler İslâmcıların Ortadoğu kavrayışının soldaki şairlerden farkını da belirgin kılar: “Müslüman kimliğiyle öne çıkan şairler; ‘Müslümanların birliği’ inancı doğrultusunda Ortadoğu coğrafyasına, bu coğrafyada yaşanan zulme, direniş çabalarına, acı ve sevinçlere, bağımsızlık hareketlerine daha fazla yer verirler.”
Kitapta, Cemal Süreya’nın hemen akabinde Ortadoğu’ya cepheden ve içeriden bakışın adresi olarak Sezai Karakoç şiirinin ele alınmış olması son derece isabetli bir tercih olmuş. Onun özellikle 1950’lerin sonlarından itibaren bu şiirleri yazmasının nedeni, Cezayir halkının Fransız sömürgecilere karşı başlattığı savaş ve mücadelede onların yanında olduğunu göstermektir bir bakıma. Başka bir açıdan da Karakoç’un şiir serüveninin poetik dönüm noktalarından Hızırla Kırk Saat üzerinde de duruyor. Gelgelelim bu kitap sonrasında şairin anlatımcı yanının öne çıkışının getirdiği poetik gerileme üzerinde durulmuyor.
“Filistin bir sınav kâğıdı/Her mümin kulun önünde” diyen Cahit Zarifoğlu da müstakil bir yazıya konu edilmiş. Emre, bu metni bitirmeden bir duruma işaret ediyor, daha doğrusu önemli soru soruyor. O da şu: Yaşadığı dönemde Müslümanların yaşadıkları kitlesel acılara ve direnişlere şiir içinden ses veren Zarifoğlu’nun şayet yaşamış olsaydı şiirinin hangi istikamette ilerlerdi? Doğrusu, son söyleşilerinde “Afgan şairi” olarak anılmaktan gurur duyan şairle ilgili geleceğe sorulmuş fakat cevabını metnin yazarının bildiği bir soru bu sanki.
Erdem Bayazıt şiirinin son dönemiyle alâkalı olarak ise, hüzün ve karamsarlık teması üzerinden eleştirel bir yaklaşım ortaya konulur. Bunun ardından antolojiler, tematik kitaplar ve şairler ekseninde yapılan değerlendirmeler gelir. Ortadoğu’da yaşananları daha iyi kavramaya katkı sunacağı düşüncesiyle hazırlanan tarihçe ile kitap sona erer. Günümüzde ajansların, lobilerin, spekülatif finans kapitalizmin örgütlerinin olaylara dair yaptıkları çoğu analiz ve yorumun Ortadoğu’yu incelemeye çok yakın tarihlerden başladığı hatırlanırsa bu tarihçe daha da anlamlı hale gelecektir. Şair, böylece geçmişten günümüze gelen mirasımız ve şahit olduklarımız, direnişler ve hayal edemeyeceğimiz şartlar altında direnmeyi ve dayanışmayı sürdürenleri hatırlatıyor bize.
Son olarak şunu da bir tespit olarak ortaya koymakta yarar var: 2000’lerde Türkçe şiirde çok farklı dergilerin, şairlerin, yazarların Ortadoğu temalı metinlerinde gözle görülür bir artış var. Son yıllarda yazılan şiirlerin nicel olarak önemli bir kısmı, coğrafyamızdaki acıları, yaşantıları, korku ve kaygıları hammadde edinenlerdir desek yanılmış olmayız. Ancak bu iyi gelişmeye karşın bazı temel sorunların fark edilemediği de kaydedilmelidir. Sözgelimi yazılan/yazılmakta olan şiirin “poetik sonsuzluğun” izdüşümlerini ne ölçüde taşıdığı da tartışılmaya başlanmalıdır artık. Elbette “Canı yananın bu alengirli terimlerle düşünmeye vakti yoktur.” Diye de düşünülebilir.
Ortadoğu’nun en trajik yüzyılını yaşadığı hatırlanırsa, bu incelemenin hakikatin görünmesini engelleyen perdelerin aralanmasına katkı yapacağını umuyorum. İnceleme, kendi trajiğimizin çeşitli yordamlarını görünür kılmaktadır. Şiirimizde Ortadoğu’dan kitabının Arif Ay şiiriyle alâkalı olarak yazılan kısmından bir alıntıyla bitireceğim. Ali Emre’nin yaklaşımını, ilgisini ve duyarlığını dahası azın bereketlenişini göstermesi bakımından son derece açıklayıcı bir alıntıdır bu: “Sınırları aşarak köklü ve işlek bir medeniyet perspektifine de ışıklar düşüren, bu özlemi ve inşayı büyük bir yetkinlikle yansıtan bu çabaların her türlü takdiri fazlasıyla hak ettiğini düşünüyoruz.”