15 TEMMUZ, MİNYELİ ABDULLAH

15 temmuz minyeli abdullah
Sene-i devriyesinde 15 Temmuz konulu kitapların sayısındaki olağanüstü artış aynı zamanda 1960 sonrası kültürel hafıza üzerinden de bir “talanı” yahut işgüzarlığı beraberinde getiriyor. Ne zaman bunun farkına varılır, bilemiyorum ama bu mevzuda şimdiden bir katar kitap oluşmuş vaziyette. Doğrudan 15 Temmuz hadisesini veya bu sürece giden olayları konu almayan yazıların bir araya getirilmesiyle oluşturulan kitaplar bunun çok basit bir örneği.

Kapağa taşınan darbe ibaresi, bayrak görseli, ön ve arka kapak içerisine 15 Temmuz darbe girişimine karşı çıkarken hayatlarını kaybedenlerin adlarının listesinin eklenmesi ve tabii olarak bir önsözle kotarılıyor bu tür kitapların bir kısmı. Hatta bazılarının derlenip toparlanışından ve dahi bütününden yazarlarının dahi haberdar olup olmadığını bilme imkânından şimdilik mahrum olduğumuz söylenebilir.

15 Temmuz konulu kitapların bir kalkan olarak üstlenebileceği işlevin ne olabileceğini gösteren görece erken tarihli bir kitaptan söz etmek istiyorum. Türkiye'de 1960'lardan bu yana benliğe biçim verme noktasında bir anlatı şablonunun ne kadar etkili olduğunun numunesi kitaplardan birine; Minyeli Abdullah romanına imza atan Hekimoğlu İsmail'in alt başlığı “Musibet Mektebi” olan Müslüman Darbeci Olamaz kitabından. 2016 Ekim ayında yayımlanan kitabın Minyeli Abdullah'ı hem bir metafor olarak öne çıkarması hem de eseri tarihsel düzlemde ele alabilmek açısından son derece önemli katkılar sunduğu yadsınamaz. Ne var ki ticari zekânın ve başka kaygıların ön planda olduğu söz konusu kitap kesinlikle adının çağrıştırdığı evsafta bir eser olmaktan hayli uzak. Zira içeriğinin çok büyük bir kısmı darbe harici meselelerden bahsediyor. Keza bir defa dahi olsun Gülenciliği yermeye matuf ciddi bir ifade de geçmiyor kitabı oluşturan metinlerde. Hiç şüphesiz yazar bunları kullanmak zorunda değil ama en azından meselenin mahiyetini ortaya koyacak ağırlıkta başka ifade biçimlerini rahatlıkla kullanabilirdi. Gelgelelim konsorsiyum işi olduğu son derece açık olan darbe girişiminin en önemli bileşeni olan yapıyı ima eden en ufak bir işaretin dahi olmaması kitaba dair şüpheleri fazlasıyla arttırıyor. 

Romanın Kültürel Sermayesini Araçsallaştırmak

Hekimoğlu İsmail, kitaba yazdığı önsözün hemen ilk satırlarında yaşından ve sağlık durumundan dolayı artık eskisi gibi yazamadığını, olup biteni ancak dostlarının izahı ile kavramaya çalıştığından söz eder. En kötü zamanlarda bile ümitsiz olmamak gerektiğini tavsiye ettikten sonra; “Minyeli Abdullah'ı yazdığım tarihlerde, bugünkü Türkiye'yi hayal etmek rüya gibiydi. Şimdi devlet adamları, öğrenciler, kadınlarımız, halkımız daha şuurlu. Adeta her yerde yaşayan Minyeli Abdullah'lar var.” diyor. Ayrıca Cuma gününe rastlayan 15 Temmuz 2016 gecesinde Türkiye'nin çok büyük bir badireden kurtulduğunu, milletin kahramanca direnerek adeta bir İstiklâl Savaşı mücadelesi verdiğine şahit olduğunu da ekliyor. Kitabın önsözünde Hekimoğlu İsmail'in, darbe sürecinde cumhurbaşkanına yazdığı şu mektupta yer alıyor: 

“Aziz ve Muhterem Kardeşim, Cumhurbaşkanım Tayyib Bey, 

Memleketimize, milletimize, Zât ı Âlînize geçmiş olsun.

Allah sizi korudu, daima korusun.

Meydanlara çıkıp şehit olan “Minyeli Abdullahlara Allah rahmet etsin.

Selâm ve hürmetlerimle.”

Akabinde darbe hakkındaki düşüncelerini paylaştığı arkadaşlarının, kendisinin söylediklerini not almalarıyla kitaba adını veren “Müslüman Darbeci Olamaz” başlıklı makalenin ortaya çıktığını belirtiyor. Ömrü boyunca bir Müslüman'ın kesinlikle darbeci olamayacağını anlattığını hatırlatarak, yıllar önce benzer konularda kaleme aldığı ve “adeta bugünleri anlatan pek yayınlanmamış yazılarının” da eklenmesiyle Müslüman Darbeci Olamaz kitabının meydana geldiğini anlatıyor. Tekrar ifade etmek isterim ki, kitabın “15 Temmuz darbe girişimini önleyen Minyeli Abdullahlara” ithaf edilen birinci yazı dışında kalan 8 yazısının darbeyle hiçbir ilgisi yok. İsterseniz yazıların başlıklarına birlikte bakalım: “Her Şey Anlayana”, “Maddî ve Manevî Unsurlar”, “En büyük Düşman ve En Büyük Dost”, “Beni Bana Bırakın Dostlar”, “Gözyaşı ile Yıkanmasını Biliriz”, “Minyeli Abdullah Üzerine Mektup”, “Romancılığımız Genç Yaşta Ölüyor mu?”. 

Aslına bakılırsa birinci yazının dahi çok önemli bir kısmı, yakın tarihte Türkiye'de olup biten hadiselerle alâkalı fakat darbeyle doğrudan ilgili değil. Peki, kültürel tarihimiz açısından tümüyle önemsiz bir kitap mı? Bu konuda en azından birkaç katkısından söz edebiliriz. Merhum Mahir İz'in mektubu yanında hatıralar cihetinden yazılanların bir değeri var. Sadece bu yönüyle bile kitap çok önemli; keşke yayınevi darbe karşıtlığının oluşturduğu sembolik sermayeye göz koyarak böylesi bir kitap yayımlayarak başka şeylerin peşine düşmek yerine bu meseleye hiç girmeden eseri okurlarıyla buluştursaydı. Zira kitapta Cumhuriyet devrinde özellikle kamusal alanda İslâm'ın dışlanmasına dair pek çok anekdotun yanında Minyeli Abdullah bağlamında Mahir İz Hoca'nın bahsettiğim mektubu ve buna Hekimoğlu İsmail'in cevapları yer alıyor. Kendisi de asker emeklisi olan Hekimoğlu İsmail, 1950'li yıllarda ibadet edenlerin sayısının az olduğuna dikkat çekiyor. Müslümanlığın ne olduğunu tam manasıyla bilemediğini itiraf ettiği bu yıllarda komünizm ve Türkçülük gibi akımlar ön plandadır ve onun arayışları da bunlarla bir şekilde kesişir. İslâm'ın hayat dini olarak görülmediği yılların yayın ortamına dair aktardığı bilgiler son derece kıymetli: 

“1953'te dini kitap bulmak çok zordu. Tünel'de Kitab-ı Mukaddes evi vardı. İncil'i ve bir kısım Hristiyan kitaplarını bedava dağıtırdı. Yine en mühim misyoner teşkilatlarından biri idi. Bir gün kendilerine, “Neden bedava İncil dağıtıyorsunuz?” dediğimde “Görüyorsunuz, Türkler İslâmiyet'ten ayrıldı, dinsiz kalmaktansa Hıristiyan olmaları daha iyi değil mi?” dediler. Onlarla müşterek yanımız dinsizliğe karşı olmamızdı. 

Kartal Maltepe'de otururdum. Nihal Atsız da orada idi. Orhon ve Orkun dergilerini, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Gök Bayrak gibi kitapları okurdum. 

Bir şiirim Türk Ruhu isimli dergide çıkmıştı. Türkçülüğe ait bütün kitapları okuyup bitirdim. Baktım ki ecdadımız olan Hunların, Göktürklerin semavi bir dini, kitabı ve mabedi yok. “Yaşasın Türk!” dedik mi her şey tamam. Ruhumun açlığını, bütün ıstırabı ile hissediyorum. Bu yüzden İslâmî çalışmalara ağırlık verdim. 

1952'de cuma namazını nasıl kılacağız, bilemiyorduk. Allah'tan Ömer Nasuhi Bilmen Hoca'nın ilmihali çıktı da bu derdimiz halloldu. İlmihal fasikül fasikül çıkardı. Hemen koşar alırdım. İngilizce ibare çözer gibi, kelimelerin manasını yanına yazardım.”

Fakat bu satırları okurken şunun farkında olunmalı: Hekimoğlu İsmail bunları ilk defa anlatmıyor. Yukarıdaki alıntıda yer alan pasajlara benzer ifadeleri değişik söyleşilerinde de yer alıyor. Dolayısıyla önemli olmakla birlikte darbeyle doğrudan alâkalı değil bu konular. Devam edelim kitaptan söz etmeye: Hekimoğlu İsmail, 1960 sonrasında solun devrimci şiddet hareketine girişmesiyle eş zamanlı bir şekilde dindar kesimin teşekkül etmeye başladığını, dini yayıncıların arttığını, dini içerikli gazete ve dergilerin birbiri ardına yayın ortamında görülür olmaya başladığını hatırlatıyor. Kendisinin, namaz kılmak, oruç tutmakla meselenin hallolmadığını ortaya koymak için Minyeli Abdullah'ı kaleme alması da tam bu yıllarda gerçekleşir. Hekimoğlu İsmail, sadece roman yazmakla da kalmadığını ayrıca dindarların birlikte çalışıp kazanmalarını sağlamak için hizmet anlayışını yansıtan şirketler kurduğunu da belirtir. “Hizmetin” güzel işler yapmak, adaletli olmak, mağdur etmemek olduğunu izah ettikten sonra “hizmetin” vatana sahip çıkmak, korumak olduğunun altını çizer. Müslüman'ın hiçbir surette vatanına küsemeyeceğini, düşman olup vatanına ihanet edemeyeceğini hele hele günümüz Türkiye'sinde vatanına düşman olan dindarın, dindar değil gafil ve hain olduğu üzerinde durur. Darbeye neden karşı olduğunu, neden hükümetin yanında olmak gerektiğini ise şöyle anlatıyor:

“Çok şükür, bugün cumhurbaşkanından vatandaşına kadar İslâm'ı yaşayan insanlar büyük çoğunlukta. Kızlarımız okullarında başörtüsü sıkıntısı yaşamıyor. Kimsenin de başının açık mı kapalı mı olduğuna bakılmıyor. Başı örtülü de okuyabiliyorlar, başı örtülü hâkim, kaymakam, polis, milletvekili, bakan olabiliyorlar. Minyeli Abdullah'ın yazıldığı dönemde bunlar rüyada bile görülemezdi.” Bununla da kalmıyor; 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimini önleyenlerin Minyeli Abdullahlar olduğunu söylüyor:

“Darbeye teşebbüs edip Meclis'i bombalayanlar, dindar cumhurbaşkanımızı öldürmeye çalışanlar, yüzlerce vatandaşı şehit edenler, binlerce insanı yaralayanlar, Minyeli Abdullahlara mağlup olmuştur.”

Oldukça didaktik ve propagandist bir yapıya sahip bu eserin 15 Temmuz konulu kitaplar içindeki yerinin anlaşılabilmesi için ilgili yayınevi kadar yazarına da dikkat edilmesi gerekmektedir. Malum yapıya dair, üstü örtülü veya açık bir biçimde birtakım ahlâkî eleş-tiriler barındırsa bile eserin/yazarın durduğu yer çok net değil. Sanki kitap, kültürel hafızada fevkalade güçlü bir yeri bulunan eserden; onun kahramanından yola çıkılmak suretiyle belli konumların muhafazasını sağlayan etkili bir araç şeklinde tasarlanmış gibi durmaktadır. Keza kitap darbeden başka her şeyi anlatıyor denilse yeridir. Ne demek istediğimizi bir miktar da olsa anlamak için Makedonya'da yayımlanan Zaman'da 15 Temmuz sonrası metinleri çıkan yazarlar listesine bakılması yeterli olacaktır.

Bahsettiğimiz yıllara ilişkin öncülüklere ve arayışlara değinmenin yanında Minyeli Abdullah romanının yayımlanmasıyla daha da önem kazanan tartışmaların izlerini de bulmak mümkün. Özellikle Mahir İz'in, 22 Ocak 1969 tarihinde Hekimoğlu İsmail'e romanı üzerine yazdığı mektup Minyeli Abdullah hakkındaki tartışmaları derinleştirmeye katkı sunacak niteliktedir. Şimdi, kitabın bir bölümünü oluşturan ve birinci yazıyla da ilişkili olan dahası belli okurları kazanmak konusunda çok büyük bir başarı sağlayan romanla ilgili eleştirel dikkatlere ve bunlara verilen cevaplara daha yakından bakalım. Şerif Mardin'in “Bir yandan Türkçe'de bildungsromanın çok satan örneklerinden biri, öte yandan da bilinçli ya da bilinçsiz olarak Batı'nın kimi model ve şablonlarını devralmanın, kimi zaman da reddetmenin bir örneği” olarak zikrettiği Minyeli Abdullah romanına.

İlme Galebe Çalan Heyecanlar

Mahir İz, roman alanının İslâm davasını savunanlar açısından çorak bir alan olduğunu belirterek başlar ve tezli bir roman olarak Minyeli Abdullah'ın yazarının karakterini İslâm inançlarına en uygun tip şeklinde gösterme isteğini yanlış bulur. Zira ona göre romandaki pek çok hükmün hatalı olması bir yana “hakiki Müslümanlık”la da alâkası yoktur. Meselenin enteresan yanlarından biri, Mahir İz'in, Hekimoğlu İsmail'i asker değil İmam Hatip ve Yüksek İslâm Enstitüsü talebesi olduğunu sanmasıdır. Bu yüzden kitabında Müslümanlığın izzeti ile alâkası olmayan yaşayış, kanaat ve davranışların ona yakıştıramamaktadır. Öyle ki şayet romanın yazarı, kendisinin canla başla anlattığı derslerine muntazaman devam etmiş olsaydı, eserdeki pek çok lakırdıyı söylemekten kolayca kurtulabilirdi.

Mahir İz, yazarın, romanın çerçevesini hazırladıktan sonra tanıdığı dava adamlarıyla istişare etmemesini büyük bir noksanlık şeklinde mütalaa ettikten sonra on beş maddeden daha fazla olan oldukça sağlam bir eleştiri yapar. Ki bunların her biri gerçekten üzerinde durulmayı hak edecek niteliktedir. Bilindiği üzere roman Hekimoğlu İsmail astsubayken Teksas'ın bir şehrinde yaşamın kilise etrafında biçimlendiğini fark etmesiyle hem kendi İslâmî mirasıyla yeniden bütünleşmesi hem de bu mirasın günümüz insanı için yeniden farklı bir tarzda sunulması gerekliliğine kani olmasıyla ilişkilidir. Mahir İz'in Minyeli Abdullah üzerine, 1969'da yazdığı hakkında kanaatleri, Şerif Mardin'in 4-6 Aralık 1989'da Amerika'da düzenlenen “Ortadoğu'da Kültürel Geçişler” konferansında ifade ettiği fikirlerin aksi istikamettedir. Çünkü Mardin, Minyeli Abdullah'ta kullanılan türün modernliğin etkisi altındaki bir Müslüman'ın gündelik hayatından kesitleri, modernliğin günlük yaşamı etkileme biçimleriyle bir arada sunan bağlantılar içermesiyle farklılaştığı düşüncesindedir.

Buna mukabil Mahir İz, yazarın hem roman tekniğini bilmediğini hem de Müslümanlık namına iftihar edilecek şeyler olarak sunmaya çalıştığı durumları son derece sorunlu bulmaktadır. Öyle ki mali gücü yetse satılmamış ne kadar kitap varsa hepsini alıp imha edeceğini söylemekten geri durmaz. Dahası romanın esastan sorunları yanlarına da tek tek temas eder: Kahramanın hamallık kazancıyla çocuk okutmaya çalışması, büyük apartmanlara karşı çıkması, kendisine ağır gelen mesuliyetleri üstlenmesi, fakr-u zaruret içinde bulunmayı dindarlık olarak sunması vb. bunlardan birkaçıdır. Mektupta şöyle der Mahir İz: “Minyeli Abdullah hamallığa devam edemez, sosyal seviyesini yükseltmek zorundadır. Apartmanlara karşı çıkılamaz. Parası olan apartman yapsın, mobilyalar alsın, bunların zekâtını versin.” Dolayısıyla Mahir İz Hoca, Minyeli Abdullah karakterini İslâm telakkisi, mücadele, mücahede ve sorumluluklar babında çok sert bir biçimde yermektedir. Aslına bakılırsa burada söylediklerinin önemli bir kısmı Meşrutiyet devrinden bu yana İslâmcılığın bir türlü dört başı mamur bir biçimde sunamadığı din telakkisini yansıtmaktadır. Mahir İz, ilme galebe çalan heyecanların yol açtığı tahribatı da nazarı itibara alarak yazara şunları söylemektedir:

“Ben bu tenkitleri gazetede veya bir mecmuada yazamam. Çünkü kendi cephemizden birinin umum muvacehesinde zor duruma düşmesine vicdanım razı olmaz. Fakat cephemiz içindeki her ferde, bu tenkitleri duyurup uyarmak vazifesiyle mükellefiz. Sen bize çok canlı bir konu vermiş olmakla hizmet etmiş oldun. Hemen bütün memleket sathında din anlayışı budur. Halk arasında eser rağbet görür. Bizim Müslümanlar arasında dervişlerin fikri, yani dini heyecan, ilme galebe eder. Onun için dini hakikatler tedriç ile halka anlatılacaktır. Benim görüşüme göre bu memlekette en az üç sene ne medrese ibadeti anlatabilmiş ne de dergâh zikri öğretmiştir. Yapılacak çok iş vardır.”

Hekimoğlu İsmail ise “Hocama Maruzatım” başlığıyla bu eleştiriler hakkında düşündüklerini okuyucularına duyurmak için birtakım açıklamalarda bulunur. Gelgelelim bu açıklamaların ilk kısmının önemli bir kısmı Mahir İz'in esaslı tenkitleriyle yüzleşmekten kaçınmak şeklindedir. Sözgelimi, Sabah gazetesinde tefrika edilen Minyeli Abdullah'ı zenginlerden birinin bastırmak istediğini ama bunun gerçekleşmediğini anlatır. Hatta Yeni Asya Yayınlarının başlangıcını oluşturacak olan Mihrab Yayınlarının kuruluşundan bahseder. Eseri acele olarak yazmasına sebep olan gelişmeleri romantize ederek anlatır. Bilindiği gibi eserdeki hikâye Mısır'ın Minye şehrinde geçmiş gibi anlatılır. Oysa hikâyenin geçtiği yer aslında Türkiye'dir. Hekimoğlu İsmail, Mahir İz'in mektubuna verdiği cevabında buradan hareket ederek romanın memleketin gerçeklerini dile getirdiğine dikkat çeker. Minyeli Abdullah'ın hayal ürünü olmayıp, Müslümanların yaşadığı sıkıntıyı dile getiren dahası şuurlu Müslümanların hayat hikâyesi olduğuna birkaç defa temas eder. Ne var ki burada çok sık para, hizmet, şirketler vb. konulara değinen Hekimoğlu İsmail, Mahir İz'in belirttiğinin aksine roman türü konusunda yeterli bilgisinin bulunduğunu ve Türkiye'de dindar çevrelerde roman sanatının temelini attığı iddiasındadır. Mahir İz'in bir kısım dindarların, dindar olmak, İslâm'a hizmet etmek yolunda çektiği çilelerden habersiz olduğu için Minyeli Abdullah'ı imha etmeyi istediğini belirtir. Sohbetleri arttıkça Mahir İz'le birbirlerini daha iyi anladıklarını da hatırlatır. İslâm'ı anlatma noktasında romanın imkânlarına hem burada hem de sonraki “Romancılığımız Genç Yaşta Ölüyor mu?” başlıklı yazısında irdelendiğini de kaydedelim. Fakat yazı muhtemelen ya parçalı ya da başka metinlerden oluşturulmuş olmasından dolayı sayfalar ilerledikçe başlığından uzaklaşarak bambaşka noktalara evrilir.

Netice itibarıyla, toplanmış hatta bazı metinlerinin belli pasajları başka yazılardan koparılarak oluşturulmuş derme çatma bir kitapla karşı karşıyayız. Yayıncılık açısından bir skandal olarak anılabilecek kitabı bir gelişme olarak görebilir miyiz, bilemiyorum. Edip Cansever'in bir dizesinden el alarak umutsuzluğun da bir gelişme olduğundan rahatlıkla söz edebilme imkânı elde ederiz sanırım. O hâlde Mahir İz'in mektubundan uyarladığımız şu cümlelerle bağlayalım bu yazıyı: Eğer bu kitap bir kitabevine acele yetiştirilmek için acele hazırlanmış değilse, o zaman insanın bu tezatlara nasıl düşebildiğini sormak icap eder. Şimdi birçok şeyler zihnimi karıştırıyor. Hülâsa çok söz var söylenecek.

Asım Öz

tefsir dersi 2020

Yazanlarımız