Halep Tarihi ve Stratejik Konumu
M.Ö. 3000’li yıllara dayanan tarihi ile orta doğunun en eski yerleşim yerlerinden bir olan Halep tarihte birçok Mezopotamya medeniyeti, Roma İmparatorluğu, Bizans imparatorluğunun önemli bir yerleşim merkezi iken Arap hâkimiyetinde “Emeviler, Abbasîler, Hamdaniler, Mirdasiler, Ukayliler, Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğunun” önemli yerleşim ve ticaret merkezlerinden bir olmuş.
Bir medeniyetler mozaiğine sahip olan Halep stratejik konumu itibari ile ticaret yollarının kesiştiği ve orta doğuya açılan ilk kapı olduğundan dolayı tarih boyunca birçok savaş ve işgale şahitlik etmiştir. Roma ve Bizans döneminde Orta Doğu buradan kontrol edilmiş. Arap egemenliğine geçtikten sonra Anadolu’ya açılan kapı olarak ve en önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Osmanlılar döneminde Orta Doğu’ya açılan bu kapı, bölgenin en önemli ticaret ve yerleşim merkezi olma özeliğini korumuş, hatta İstanbul ve Bursa’dan sonra üçüncü önemli ticaret merkezi olmuştur. Bu özeliğinden dolayı 1500’lü yıllarda birçok Batılı ülke (Venedik, Fransız, İngiliz, Hollanda) Halep’te konsolosluklar açmışlar. Osmanlı’daki İlk Mason Locası da Halep’te kurulmuş. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bölge Fransızların kontrolüne geçti. Suriye devleti kurulduktan sonra Halep onlara devredildi. Baas rejimi döneminde de Suriye’nin en karabalık kenti ve ticaret merkezi olma özeliğini korumuştur.
Halep’e bağlı olan yerleşim birimlerinin toplam nüfusu 4,4 milyon civarındayken, kent merkezinin nüfusu ise 1,8 milyon civarındadır. Bölgede yaşayan halkın %50’si Arap, %40’ı Türkmen ve %10’u ise Kürt ve diğer milletlerden oluşmaktadır. Baas rejimi tarafında bölgenin demografik yapısını bozmaya yönelik yapılan hamleler tam başarıya ulaşmasa da özelikle kurulan yeni Halep kentine değişik bölgelerden getirilen Nusayriler ve rejim bürokratları yerleştirildi. Baas rejimi özellikle bölge ticaretini buraya yerleştirdiği Nusayri tüccarlar aracılığı ile kontrol etmeye çalıştı. Halep; Anadolu’dan Orta Doğu’ya açılan kapı olduğu gibi, Akdeniz’den Orta Doğu’ya giden ticaret yollarının merkezi konumundadır. Aynı zamanda çok önemli bir üretim, imalat ve ticaret merkezidir.
Esed Rejimi ve Muhalifleri İçin Halep’in Önemi
Halep, Suriye’nin nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık ve en büyük ticaret merkezidir. Rejim, baba Esed döneminden beri bütün kirli işleri, bölgeye yerleştirilen Nusayri tüccarları eliyle gerçekleştirmiştir. Rejim karşıtı özgürlük naralarının ilk atıldığı ve rejime ilk kurşunların sıkıldığı kent olması sebebiyle Halep, hem muhalifler hem de Rejim için ayrı bir önem arz etmektedir. İki taraf için savaşın ilk başladığı ve savaşın kaderinin çizileceği kenttir. Bölgenin Türkiye sınırında olması ve muhaliflere gelecek bütün yardımların ana güzergâhı olması bakımından burası Suriye muhalefetinin can damarı konumundadır. Halep bölgesinde hâkimiyeti kim sağlarsa savaş onun lehine döner. Esed bölgeye hâkim olursa muhalif savaşçıların hareket alanı daralır ve savaş Türkiye’nin içine sıçrar. Eğer muhalifler bölgeye hakim olurlarsa Esed rejimi Lazkiye bölgesine sıkışır ve ülkenin kontrolünü kaybeder. Halep bölgesinin hâkimi savaşın kazananı olacaktır. Halep savaşın kaderini belirleyecek. Ondan dolayı Esed rejimi yanına bütün yandaşlarını alarak (Rusya, İran, Hizbullah, Şia milisler vb.) var gücü ile bölgede hâkimiyet kurmaya çalışıyor. 2013 yılında ülkenin %17’sine hükmeden Esed rejimi Rusya’dan aldığı hava desteği ve silahlarla, İran’dan aldığı askeri, silah ve koordinasyon desteği ve Hizbullah’tan aldığı askeri destekle birçok bölgede tekrar kontrolü sağlamak üzeredir.
2011’de başlayan savaş, bugüne kadar 500 bin civarında insan hayatına mal olurken ülkenin birçok kenti beton yığınlarına çevrildi. Ülke nüfusunun tamamına yakını yerlerinden edildi. Kimi komşu ülkelere sığınırken, kimi de ülke içinde değişik bölgelere göçe zorlandı. Bütün katliamlara rağmen rejim ve yandaşları her geçen gün daha ileri giderek kimyasal silahlar dahi her türlü silahı kullanarak katliamlarına her gün yenilerini eklemeye devam etmekteler. Esed rejimi bölge hâkimiyetini sağlamak için batılı dostlarının imalatı olan bütün örgütleri kullanarak saldırılarına devam etmektedir. 2015 yılında DAEŞ’in muhaliflerden aldıkları bölgeleri rejime bırakması bunun en net kanıtıdır. Aynı şekilde bugün rejim tarafından işgal edilerek PYD’ye bırakılan bölgeler yaptıkları otlaklığın kanıtıdır.
Bugün muhaliflerin var gücü ile ölümüne savunmaya çalıştıkları Halep’te bir insanlık dramı yaşanıyor. Esed ve Rusya havadan hedef gözetmeksizin muhaliflerin kontrolündeki bölgelere bomba yağdırırken, Şii milisler girdikleri bölgelerde kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden herkesi katlediyor. Her güne binlerce insan katledilirken dünya sadece seyrediyor. Şu anda Esed ve yandaşları 30 bin metre kareye sıkıştırdıkları 300 bin civarında Sünni Müslüman üzerine tarihten biriktirdikleri bütün kinlerini ölüm olarak kusuyorlar. Halep yok olurken “maalesef!” Sünni dünyada hiçbir tepki yok. Halep ümmettin kırılma noktası. Sünni dünyanın Orta Doğu’daki üstünlük savaşı; ama bizler bunu göremiyoruz.
İran ve Şia Hilali’nin Hedefi
İran devrimden sonra dünya kamuoyuna hep “ABD Büyük Şeytan” algısını oluşturdu. İslâm dünyasını yanına çekerek yayılmacı bir politika izledi. Tabi ki hep büyük düşmanla savaş hâlinde algısı oluşturarak istediği bölgelerde Şia ideolojisini yaymayı başardılar. ABD ve batılı dostları “Düşmanımın düşmanı dostumdur.” felsefesine sarılarak İran’ın bu politikasını onaylarcasına bu algıya destek verdiler. 11 Eylül olayları sonrası dünyadaki dengelerin değişmesi ABD ve Avrupa’nın Sünni Müslümanları tehdit olarak algılaması ile bu güçler Sünni Müslümanlara karşı topyekûn savaş açtılar. İran bu boşluktan yararlanarak Şia yayılmacı politikalarına hız verdi. Kuzeyden Akdeniz’e ulaşma ve güneyden Hint Okyanusu’na inme hedeflerini gerçekleştirmek için 2001 sonrası Orta Doğu’da çıkan her kargaşada, her fitne ateşinde, her çatışmada ana aktör olarak yer aldı. Özellikle 2003 sonrası ABD tarafında işgal edilen Irak’ın âdeta İran’a bırakılması İran’ın Akdeniz’e ulaşma politikalarını hızlandırdı. 2003 sonrası Irak’ta kurulan Şia hükümetini kendi güdümüne alan İran o günden sonra bölgedeki bütün çatışmaların ana aktörü oldu. Irak hükümeti aracılığı ile birçok bölgeyi Sünni Araplardan temizleyen İran; Irak’ın güney bölgelerini tamamen Şialaştırdı. Bağdat'ın demografik yapısını bozduktan sonra Musul, Kerkük ve Ambar bölgelerine yöneldi. Şu anda bu bölgelerde devam eden kan ve gözyaşının ana müsebbibi İran’dır.
Saddam’ın zulmünden kendilerine sığınan Şii grupları eğiterek her türlü donanım, silah yardım ve koordinasyonu sağlayarak bölgeye gönderdiler. Bugün sayılar 150 bini aşan Şii milisleri Irak ve Suriye’de her gün yeni katliamlara imza atmaktalar. Sünni düşmanı olarak eğitilen Haşti Şabi gibi milisler Sünnilerin mal, can ve namusunu kendilerine mubah görüp, yaptıkları bütün çılgınlıkları “Cihat” sanmaktalar. Bu grupların komuta ve koordinasyon işlemleri İran Devrim Muhafızları tarafında sağlanmaktadır. İran’ın asıl hedefi bölgede Sünnilerin merkezi olarak bilinen Musul ve Halep gibi kentlerin demografik yapısını değiştirip bu kentlerde kontrolü sağlayarak kuzeyden Akdeniz ulaşmaktır. Amaç Türkiye gibi önemli bir Sünni aktörün bölge ile olan bağlarını koparmaktır. Aynı şekilde Bahreyn ve Yemen’i kontrol ederek Hint Okyanusu’na inmek ve Orta Doğu’yu abluka altına alarak bölgeyi sevk ve idare etmek istemektedir. Bugün Musul ve Halep bölgelerinde ayrım gözetmeksizin kadın, çocuk, genç, yaşlı herkesin katledilmesi; Rusya ve yeni partnerleri ABD’nin bölgeyi moloz yığınına çevirmesinin asıl sebebi Şia Hilali’ni tamamlayarak ve Orta Doğu’yu abluka altına alarak Anadolu’nun Orta Doğu ile bağlarını kesmek. Şu anda Halep ve Musul'da İran tarafından eğitilen milisler dışında savaşan yok. Bunlar havadan ağababaları Rusya ve ABD’nin desteği ile bölgeyi cehenneme çevirdiler. Ne Esed’in ne de Irak hükümetinin savaşacak güçleri var. İran bir taraftan hedefine hızlı adımlarla ulaşmaya çalışırken, öbür taraftan tarihten beri Sünni dünyaya derinden duyduğu büyük kin ve nefretin ürettiği acımasız ölüm makineleriyle kan kusmaktadır.
ABD ve Batı’nın Bölgedeki Hedefleri
11 Eylül 2001 olaylarından sonra Sünni Müslümanları bir tehdit olarak gören ABD ve Batılı dostları, savaşı kendi ülkelerinden uzaklaştırmak için topyekûn İslâm dünyasına saldırdılar. Önce Orta Doğu’da kendi üretimleri olan DAEŞ ve benzeri örgütler kurdurdular. Ardından her türlü desteği ürettiği alan kontrolünü sağlamalarına yardımcı oldular. Bu örgütler aracılığı ile bölgede bitmeyen kargaşalar çıkardılar. Bu yolla ülkelerinde yapılanan bütün radikal unsurları cihat bahanesi ile bölgeye sevk ettiler. Bu örgütlerin bütün serseriliklerini kamera önünde gerçekleştirerek dünyaya Sünni Müslümanları kafa kesen, yakan, yıkan teröristler olarak lanse ettiler. Bu yolla toplumlarında yükselişe geçen İslâmiyet’e karşı nefret algısını oluşturdular. Ardından Şia dostları ile beraber hedef gözetmeksizin kentlerin üzerine bombalar yağdırdılar. Zaman zaman ABD ve Rusya barış görüşmeleri ile yaptığı oyalama taktikleri ile Esed rejimine kaybettiği gücü ve prestiji kazandırdılar. Bu görüşmelerde bölgedeki asıl güç unsurlarını diskalifiye ederek muhalifler arasında fitneyi yayarak onları birbirine düşürdüler. 2013’te bitme noktasına gelen Esed rejimine bu yolla güç kazandırdılar. Esed rejimi Rusya’nın müdahalesi ile kaybettiği birçok bölgeyi geri almayı başardı. ABD bu politikaları oluştururken sözde bölgedeki tek müttefiki ve Sünni dünyanın en güçlü temsilcisi olan Türkiye’yi devre dışı bırakmak için her yolu denedi. Orta Doğu’nun Türkiye ile bağını kesmek için güney sınırımızdaki bütün yapılara her türlü desteği verdiler ve vermeye devam ediyorlar. Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde yer alan Halep ve Musul’u Sünni ve Türkmenlerden temizleyerek buraların Şialaşması için bütün gayreti ile İranlı dostlarına her türlü desteği vermeye devam ediyor. ABD bu yolla Sünni dünyayı parça parça işgal ederek 11 Eylül’ün öcünü alıyor. ABD batılı dostları ile birlikte Sünni kentleri işgal ederek bölgedeki bütün enerji kaynaklarını kuruturken, silah tüccarlarına yeni pazarlar açıyor. Denenmemiş tüm silahları deniyorlar.
Tabii ki en önemlisi ağababaları olan İsrail’in güvenliğini sağlamaktır. Sünni bölgelerde bu kargaşa ve savaşlar devam ettikçe İsrail güvende olacak. Filistin’i ve Mescid-i Aksa’yı istediği gibi işgale devam edecek. Her gün yeni katliamlarla ve yıkımlarla İsrail genişlemeye devam edecek. Yeni yerleşim yerleri kuracak ve Arz-ı Mev’ud hedefine yürüyecek. İsrail’in güvenliğini en iyi sağlayacak olan Esed’in Suriye’si, Sisi’nin Mısır’ı ve Irak’ın Şia hükümetidir. ABD’nin Türkiye’nin Suriye’deki güvenli bölge talebine karşı çıkmasının en önemli sebebi Halep’i Sünnilerden temizlemek ve savaşı Türkiye’nin içine taşımaktır. Böylece İslâm dünyasının tamamında kargaşa çıkarmak ve İsrail’in yapacağı bütün işgalleri, hak ihlallerini ve katliamları dünyaya duyuracak güç bırakmamak.
Rusya’nın Tarihi Hayali
Rusya, tarihten beri sıcak denizlere inme hayalini bu kargaşadan yararlanarak gerçekleştirmek istiyor. İran’la olan stratejik ortaklıklarını kullanarak ve Esed gibi bitmiş bir devlet başkanının safında yer alarak her istediklerine sahip olacaklardır. Rejime muhalif güçleri bütün ortakları ile beraber her türlü barbarlığı yaparak devre dışı bırakmak istiyorlar. Böylece bölgede kendilerine karşı koyacak bir güç kalmayacak. Esed gibi bitmiş bir liderden istedikleri yerden askeri üst alacaklar. Bu yolla Akdeniz’de varlığını daim kılacak ve Akdeniz’deki varlıklarını sağlama alacaklar. Afrika ve Orta Doğu da pastadan payına düşeni alacak. Ayrıca yeni çizilecek haritalarda söz sahibi olacaklar. Yenidünya dengeleri oluşurken söz sahibi olacak ve Afganistan’dan kaybettiği prestiji geri alacak. Bu da dünyada yeni sömürge alanlarının oluşması anlamına geliyor. Böylece masum kanı emen yeni bir vampir sahnede rol alacak. Böylece ABD ve Rusya tehdit olarak algıladıkları Sünni güçleri bölüp dostları İsrail’in güvenliğin sağlayacaklar. Sünnilerin hamiliğini üstlenen Türkiye’yi devre dışı bırakıp bölgede istedikleri gibi at koşturacaklar.
Türkiye
Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlar içinde olan Halep nüfusunun %40’nı Türkmenler oluşturmaktadır. Geri kalan ise Sünni Araplardır. Türkiye’nin buradaki soydaşlarını korumak ve savaşı ülkesinden uzak tutmak için yaptıkları bütün hamleler stratejik ortak olarak tanımladığı ABD ve batılı dostları tarafında engellendi. Özelikle Suriye sınırında talep edilen güvenli bölge, Türkiye güvenli bölge ile mültecileri kendi sınırında ağırlayacak ve Suriye’nin içinde yapılanan terör örgütlerini topraklarından uzak tutacaktı. Fakat bölgedeki aktörler buna izin vermedi. Bu da birçok cana mal oldu. Birçok kentte bombalar patladı. Ta ki Türkiye hiç kimseyi dinlemeden Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte sınırın diğer tarafında operasyon başlatıncaya kadar. Türkiye bu hareketi ile bölgede oynanan birçok oyunu bozsa da maalesef Halep’te yaşanan katliamlara engel olamıyor. Halep düşerse muhaliflerin manevra alanı daralacak ve savaş Türkiye sınırına taşınacak.
Eğer bugün Halep’te olanlara İslâm dünyası tepki göstermez ve bölgede ölüm kalım savaşı veren mücahitlere destek olmazsa Halep elden çıkacağı gibi Orta Doğu’daki Sünni üstünlüğü de Şia’ya geçecektir. Şu anda 30 km’lik bir alana sıkıştırılan 300 bin civarında insan var ve hepsi de yok edilmek isteniyor. Dünya Halep’te devam eden insanlık dramını kör ve sağır seyrediyor. Çocuk ve kadın cesetlerinin her tarafa dağıldığı ve günlerdir toplanamadığı kent, ölümle pençeleşiyor. Anneler artık çocuklarına ninni söylemek yerine son nefeslerini verirken onlara kelime-i şehadet hatırlatıyor. Çocuklarını ölüme hazırlıyor. Şii milisler, Rusya, Esed Halep’te ölüm kusarken; maalesef İslâm dünyasının diğer ülkeleri sadece seyrediyorlar. Ya da artık herkes sırasını bekliyor şuursuzca…
Sonuç olarak eğer Musul ve Halep düşerse:
1. ABD 11 Eylül’ün öcünü alacak ve Sünnileri bölük pörçük ederek Şii dostlarının önüne atacaklar. Böylece bölgede bitmeyen mezhep savaşları, kan ve gözyaşı dinmeyecek.
2. Esed muradına erecek, son 6 yıldır kendisine muhalif olan bütün grup ve fertlerden öcünü alacak ve yeni Halepler, Hamalar, İdlibler vb. yaşanacak.
3. İran, Şia Hilali hayalini gerçekleştirecek, Orta Doğu’nun en güçlü ülkesi olacak ve yıllardır Sünni Müslümanlara beslediği kini en acı biçimde kusacak.
4. Rusya tarihi hayalini gerçekleştirecek. Akdeniz’deki varlığı kalıcı olacak ve Orta Doğu’da payına düşen pastayı alacağı gibi Afrika ülkelerinde yeni sömürge arayışına girecek. Birçok mazlumun kanını emecek. Tabii ki herkesin bir planı var. Şüphesiz Allah’ın da bir planı var. Onun planları hepsinden daha üstündür. Güç ve kudretin yegâne sahibi odur. Allah ne güzel vekildir.
Vahdettin KAYĞAN
Bu yazı Medeniyet ve Düşünce Kültür Dergisi'nin Ocak 2017 tarihli 38. sayısında yayınlanmıştır.