Fıtrat üzere yaşayanlara, insanlığını muhafaza edenlere ve tüm Müslümanlara çağrımdır! - Adaleti koruyunuz. Adalete zulüm bulaştırmayınız. Adil insanların adaletine sahip çıkınız. - Zalimlere meyletmeyiniz. Zulme karşı çıkınız, zalimler içinden...
Kudüs; dini hüviyeti ve kutsal konumundan dolayı tarihinin her döneminde sahip olduğu önemi muhafaza etmeye, bu nedenle sadece orada yaşayanları değil, onu mukaddes kabul eden Müslüman, Hristiyan ve Yahudi bütün inanç sahiplerini ilgilendirmeye devam etmiştir.
Medinetüsselam (barış şehri) olarak da isimlendirilen Kudüs, tarihinde ve bugün şehri mukaddes kabul eden üç dinin de hâkimiyetini ve tecrübesini yaşamış bir şehir olarak acaba kimlerin hâkimiyetinde ismine yaraşır şekilde güven ve huzur içinde yaşamıştır? Başka bir ifade ile Kudüs en iyi günlerini Müslümanların mı, Hristiyanların mı yoksa şimdilerde olduğu gibi işgalci Yahudilerin mi idaresi altında geçiriyor?
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Kudüs'e Hz. Davut (a.s.) ve oğlu Süleyman (a.s.)'dan sonra Mısır ve Babil kralları, onlardan sonra da Persler ve Romalılar hakim olmuşlardır. Ancak şehrin İslâm öncesi dönemine ait altın bir sayfasından söz etmek mümkün değildir. Şehir neredeyse her el değiştirmede yakıp yıkmalara, yağma ve katliamlara maruz kalmıştır. Bu döneme ait insanlığa örnek bir uygulama ve davranıştan çok yaşanan barbarlıklar tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Kudüs; Ebu Ubeyde bin Cerrah komutasındaki İslâm ordusunun şehri muhasara etmesinden sonra halk teslim oldu. İslâm Halifesi Hz. Ömer, cizye mukabilinde kendileriyle can ve mal emniyetini, din ve ibadet hürriyetini temin eden bir anlaşma imzaladı. Şehir, Miladi 638 (Hicri 15) yılında Hz. Ömer tarafından teslim alınmasıyla birlikte Müslümanların hâkimiyetine geçmiştir.
1099 yılında Haçlı işgali ile Hristiyanların, 88 yıl sonra 1187'de Selahaddin Eyyubi tarafından fethedilmesiyle tekrar Müslümanların eline geçen Kudüs, Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'nda yenilmesi sonucu 1917'de İngiltere mandasına, daha sonra 1948'de Siyonist İsrail devletinin kurulmasıyla Batı Kudüs, 1967 Savaşı ile de tüm Filistin toprakları ve Kudüs Yahudilerin işgali ve hâkimiyetine geçmiştir.
Müslümanlar Kudüs'ü fethederken Mekke'yi fetheden Allah Resulü (s.a.v.)'nün gösterdiği örnek tavrı esas alarak affedici, adil ve merhametli davranmışlardır.
Yağma ve katliam yapmamışlardır. Nitekim Kudüs halkı da teslim olmayı kabul edince anlaşmaya göre şehri Hz. Ömer'e teslim etmek istediler. Hz. Ömer de onlara canlarını ve mallarını, ibadethanelerini ve kendi dinlerinde ibadet etme haklarını tanıyan bir ahidname verdi.
İslâm adaletinin timsali Hz. Ömer bu ahidname ile kendisinden sonra gelecek olan Müslüman idarecilere örnek bir miras bırakarak Kudüs'ü teslim aldıktan sonra, Hristiyanların en önemli mabedi olan Kamame (Kıyamet) Kilisesi'ni ziyareti sırasında orada namaz kılmasının teklif edilmesi üzerine “Eğer burada namaz kılarsam benden sonra gelen Müslümanlar burayı mescit hâline getirir ve sizin elinizden alırlar.” diyerek teklifi reddetmiştir.
Ömer İbnü'l-Hattab'ın Ahidnâmesi
Kudüs'ün Müslümanların hâkimiyeti altında bulunduğu 12 asır boyunca gayrimüslim cemaatlerin hukuku konusunda temel referans kabul edilen ve Osmanlı Arşiv Belgelerinin Divân-ı Hümayun defter serisi içinde 8 numaralı Kilise Defteri'nin 6. sayfasında yer alan Hicrî 20 Rebiülevvel 15 tarihli “Ömer İbnü'l-Hattab'ın Ahidnâmesi” suretinin Türkçe çevirisi:
“Bismillahirrahmanirrahim
Bizi İslâm'la yüceltene, imanla üstün kılana, Peygamberi Muhammed'i göndererek bize rahmetini gösterene, bizi dalaletten hidayete çıkarana ve ayrılıklardan sonra hidayette birleştirene, bizim kalplerimizi birbirine ısındırana, düşmanlarımıza karşı bize yardım edene, bizi bu beldelerde oturtup birbirini seven dostlar ve kardeşler kılan (Allah'a) hamdolsun.
Ey Allah'ın kulları! Bu nimetten dolayı O'na hamdedin. Bu ahidnâme, Ömer İbnü'l-Hattab'dan değerli Patrik Safronbos'a verilmiş ahd u misaktır. O kendisi, bulundukları yerlerdeki keşişler, rahipler, rahibeler, raiyyeti olan Kudüs-i Şerif'teki Turu'z-Zeytun'da bulunanların patriğidir. Üzerlerinde aman bulunur ve zımmîlik hükümlerine de uyarlarsa, biz bütün müminler ve bizden sonrakiler, daha evvel olduğu gibi, onları zarar görmekten korusunlar. Şu kadar ki; onlar da itaat ve saygı üzere bulunmalıdırlar.
Bu aman; onlara, kiliselerine, dinî mekânlarına ve bütün ziyaret yerlerine şâmildir. Bunlar da onların –dâhil bulunsunlar veya hariçte bulunsunlar- Kamame, Beytü'l- Lahm, İsa Aleyhisselam'ın doğum yeri, büyük kilise, batı, kuzey ve güney olmak üzere üç kapısı bulunan mağara içindir.
Ve bu aman Hristiyanlardan burada bulunmayan ancak ziyaret için gelen; Gürcü, Habeş, Frenk, Kıptî, Süryani, Ermeni, Nesakire, Yeakibe ve Marunîlerden olup adı geçen patriğe tabi olanlar için geçerlidir. Daha evvel kendilerine Allah tarafından gönderilmiş Habib-i Ekrem Peygamber'in mührüyle şereflenmiş -aman- verilmişti. Ve onları kollayıp gözetmek emredilmişti. Bundan dolayı biz Müslümanlar da onlara iyi davranır ve ihsanda bulunuruz. Onlar cizyeden muaftırlar ve mevacibden de muaftırlar. Müslümanlardan ve deniz ve karadaki bütün sıkıntılardan emindirler. Kendileri Kamame ve diğer ziyaret yerlerine girişlerinde onlardan bir şey alınmayacaktır. Kamame'ye Nasranîlerden biri eliyle patriğe gelenler bir dirhem ve üçte bir gümüş verirler.
Müslüman kadınlardan ve erkeklerden, sultan, hükmü geçen, nüfuz sahibi, zengin veya fakir (herkes) bizim emrimizi yerine getirsin, bozmasın. Bizim bu amanımız sahabeden bir topluluk olarak; Abdullah, Osman b. Affan, Said b. Zeyd, Abdurrahman b. Avf ve diğer sahabe kardeşlerimizin huzurunda verilmiştir.
Bizim bu emanımızda izah ettiğimiz emirlere uyulsun, onların ellerinde bırakılsın. Peygambere, ashabına ve ailesine salât u selâm olsun ve âlemlerin Rabbine hamdolsun. Müminlerden her kim ki; bizim bu emanımız okunur da ona aykırı hareket ederse şu andan kıyamete kadar Allah'ın ahdini bozmuş, Resulünü de hoş karşılamamış olur.”
88 yıllık Haçlı hâkimiyeti hariç Miladi 638 yılından 1917 yılına kadar yaklaşık 12 asır Kudüs'e hâkim olmayı başaran Müslümanlar, idareleri süresince de yenileyerek bu ahidnameye sadık kaldılar.
Hz. Ömer'in Ubade b. Samit'i kadı tayin etmesiyle başlayan Müslümanların Kudüs hâkimiyeti, Hz. Osman döneminde de önem verilerek devam etmiştir. Maviye Kudüs'te halkın biatını alarak halifeliğini ilan etmiş, Abdülmelik b. Mervan ve Süleyman b. Abdülmelik de biat almak için Kudüs'ü tercih etmişlerdir. Emeviler devrinde Kudüs'te başta Kubbetüssahra ve Mescid-i Aksa olmak üzere önemli imar faaliyetleri yapılmıştır. Abbasilerin iktidarı döneminde de Kudüs, Mekke ve Medine'den sonra Müslümanların üçüncü kutsal şehri olmayı sürdürmüştür. Abbasi halifesi Mansur Kudüs'ü ziyaret ederek, depremden zarar gören Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa ettirmiştir. Kudüs'ün ilim ve eğitim merkezi hâline geldiği Emevi ve Abbasi dönemlerinde halifelerin buraya verdikleri önemden din ve ibadet serbestisine sahip Hristiyanlar ve Yahudiler de istifade ediyorlardı. Abbasiler döneminde şehir, birçok kişinin güven içinde dini ve ilmi gaye ile uğradığı bir merkez hâline gelmişti.
Kudüs, kısa bir dönem Tolunoğulları Hanedanı ve İhşidilerin hâkimiyetine girdikten sonra özellikle tıp alanında büyük ilerlemelerin yaşandığı Fatımilerin hâkimiyetine geçti. Fatımiler döneminde de deprem sonucu yıkılan Kubetüssahra ve Mescid-i Aksa yeniden inşa edildi. Bu dönemde Kudüs'e gelen Hristiyanların sayısında artış olduğu görülür. Kudüs, Fatımilerden sonra çeyrek asır boyunca Selçuklu hâkimiyetine girdi. Bundan sonra Fatımiler Kudüs'e tekrar hâkim oldularsa da şehir bu iç çekişmelerden bir yıl sonra Haçlıların eline geçti.
Kudüs'ün 15 Temmuz 1099'da Haçlı ordusu tarafından işgal tarih, aynı zamanda Kudüs sokaklarının kan gölüne çevrildiği, tarihte benzeri görülmemiş bir katliam ve vahşet tarihidir. Üstelik bu vahşeti anlatanlar, merd-i kıpti misali şecaat arz eden dönemin Batı Avrupalı Haçlı tarihçileridir. Bunlardan biri “Öldürülen Müslümanların kanı askerlerimizin ayak bileklerine kadar yükselmişti.” ifadesini kullanırken bir başkası canlı canlı ateşe atılanlardan, okla veya kılıçla kafası kesilenlerden ve yapılan işkencelerden “harika sahneler” diye övgü ile bahsedebilmekte, bir başkası Mescid-i Aksa ve Harem'e sığınan 10 bin kişinin öldürüldüğünü itiraf etmektedir. Bu şekilde Haçlı ordusu iki gün içinde 70 binden fazla Müslümanı kılıçtan geçirdi. Haçlıların Kudüs'ü işgal sırasında sergiledikleri vahşet ve barbarlıkları 88 yıllık Kudüs idaresi sırasında da Kudüslü Hristiyanları dahi rahatsız edecek şekilde devam etmiştir.
Selahaddin-i Eyyubi Kudüs'ü barbar Haçlılardan geri alırken nasıl bir tutum sergilemiştir? Tabii ki Mekke'yi fetheden komutan Hz. Peygamber'i ve Kudüs'ü ilk teslim alan Hz. Ömer'i örnek almıştır. Cesaret ve merhametini galip geldiği düşmanın dahi itiraf etmek zorunda kaldığı, Müslüman bir komutana yaraşır bir tavır ortaya koymuştur. Kimsenin malına, canına ve ırzına dokunmamıştır. Kendisine Haçlıların Kudüs'ü alırken Müslümanlara uyguladıkları soykırım ve katliamları hatırlatan askerlere “Biz onlar gibi davranırsak onlardan farkımız kalmaz.” diyerek savaş esnasında çarpışan askerlerden başka kimseyi öldürmemiş, tek bir insanın kılına dahi zarar vermemiştir. İşte Müslümanların fetih ahlâkı budur.
Kudüs, 1517-1917 tarihleri arasında Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altında barış ve güven içinde tam 400 yıl geçirmiştir. Temeli İslâm hukuk sistemine dayanan Osmanlı Devleti'nin farklı dini mensubiyetlere tanıdığı din ve ibadet özgürlüğü, gayrimüslim cemaatlere yönelik geniş hoşgörüsü Osmanlı arşiv belgeleriyle de sabittir.
Osmanlıların hâkimiyetine girmesinden sonra Ermeni Patriği ve papazlar Yavuz Sultan Selim Han'a gelerek eskiden beri tasarruflarında bulunan kilise ve mabetlere yine kendilerinin tasarruf etmesini, Hz. Ömer ve Selâhaddin Eyyubi'nin kendilerine verdiği ahidnameyi yenilemesini arzu etmişlerdir. Bunun üzerine sultan, eskiden beri tasarruf yetkisine sahip oldukları kilise ve mabetlerle bunlara ait vakıflar, bağlar, bahçelere yine tasarrufa yetkili olmalarına karar vermiştir. Bunlara kimsenin müdahale etmemesi için vezirler, kadılar, beylerbeyleri, sancakbeyleri, voyvodalar ve subaşılara emir vermiştir.
Kudüs'te halen bu cemaatlerin arşivlerinde Hz. Ömer'in verdiği ahidnameye istinaden Osmanlı Sultanları tarafından yenilenen çok sayıda berat ve ferman bulunmaktadır. Meydana gelen ihtilaflarda söz konusu berat ve fermanlar hukuken geçerliliklerini korumaktadırlar.1
Sultan II. Süleyman'ın Beratı
Hz. Ömer tarafından verilen ahidnameye atıfta bulunan beratlara örnek olmak üzere Sultan II. Süleyman'ın beratını verebilir.
1688 tarihli Sultan II. Süleyman tarafından verilen beratın Latin harflerine çevrilmiş olan Beytüllahm ve Kamame (Kıyamet) kiliseleri ile bunlara ait yerlerin Rum Patrikliğine verilmesi ve kiliseleri ziyaret etmek isteyen Frenklerin Rum Patrikliğinden izin almaları gerektiğine dair fermanın Latin harflerine çevrilmiş kısmı şöyledir:
[…] Kudüs-i Şerîf'de vaki‘ Kamame nâm kilisenin ortasında olan türbe mâ-tekaddemden Rum tâifesi zabtında olup ve cümle nasârâdan evvel Rum tâifesi gidip âyînlerin ve ibâdetlerin icrâ eylediklerinden sonra sâir nasârâ tâifesi dahi Rum Patriği izin ve ma‘rifetiyle girip ziyâret edegelip ve Kamame-i mezbûrenin ortasında olan türbe kadîmü'l-eyyâmdan beri Rum patriği zabt edip müste’men tâifesi Kudüs-i Şerîf dâhilinde ve hâricinde kendilere mahsûs olan manastırlarda ve taşrada ve içeride olan ziyâretgâhlarda otuz altı nefer rehâbînleri sâkin olup ancak üç neferi Kamame'de mütemekkin olup ve her üç senede bir zikr olunan otuz altı nefer vilâyet-i Frengistan'a gidip yine yerlerine ol mikdârı gelip bu vech üzere mütemekkin olalar deyu on beş târihinde Hazret-i Ömer ibn-i el-Hattâb radıya'llâhu te‘âlâ anhû hazretlerinden küfî hattıyla yedlerinde olan ahidnâme-i şerîf mûcebince selâtîn-i mâziyyeden evâmir-i şerîfe olduğundan […]
Haçlı ve Siyonist Zulmü
Hristiyanların kendi idaresi ve hâkimiyeti altında başka inançlara hayat hakkı tanımadıklarını sadece Kudüs'te değil, daha dün gibi yeni olan Avrupa'nın ortasındaki Bosna Hersek'te Müslüman Boşnaklara uyguladıkları soykırım ile bizzat müşahede ettiğimiz gibi tarih de buna benzer sayılamayacak kadar hadiselere şahittir. Bunun en çarpıcı örneği yaklaşık 800 yıl İspanya'da hüküm süren Endülüs İslâm devletini yıkıp oraya hâkim olan Hristiyanların bir tek Müslümanın bile yaşamasına izin vermemeleri ve inşa ettikleri medeniyetin izlerini dahi silmeleridir.
Batılılar tarafından kurdurulan ve desteklenen Siyonist İsrail Devleti ise gayri meşru bir şekilde Kudüs'ü işgal ettikten sonra şehrin Müslüman kimliğini değiştirmek ve Yahudileştirmek için 70 yıldır çalışıyor.
İnşa ettiği Utanç Duvarı ile Kudüs'ün yerli gerçek sahiplerini şehrin dışına atarken dünyanın çeşitli yerlerinden toplayıp getirdiği Yahudilere hususi yerleşim yerleri açıyor ve buraları da Kudüs'e dâhil ediyor. Duvarla şehrin dışına atamadığı halkı göç ettirmek için maddi ve manevi baskılar uyguluyor. Doğu Kudüs'te halkın mülklerini ellerinden almak için çok çeşitli yöntemler deniyor, bazı stratejik yerleri satın almak için değerinin yüz katı gibi astronomik rakamlar teklif ediyor. Yetmiş yıldır Doğu Kudüs'te hiçbir inşaata ruhsat vermezken Batı Kudüs'te yüz binlerce konut inşa ediyor. Kısaca Kudüs'ün sadece Yahudilere ait kutsal bir şehir olduğu saplantısıyla Yahudiler dışında Kudüs'ü yaşanmaz bir şehir hâline getirmek için ne gerekiyorsa yapıyor.
Şehre tarihinin en ıstıraplı ve gergin günlerini yaşatan bu uygulamalar, Yahudilerin Kudüs'e hâkim olma ve yönetme ehliyetine sahip olmadıklarının en büyük şahididir. Adil ve insaflı her akıl, gerek bugüne gerekse tarihteki Kudüs'e baktığında bu şehri ancak tüm inanç gruplarına yaşama ve ibadet etme hakkı sağlayan Müslümanların yönetebileceğini itiraf edecektir. Haçlılar 88 yıl Kudüs'e hâkim olmuşlardı, ancak kaba güç ve zulümle devam eden Siyonist işgal ise Allah'ın izniyle daha da az sürecektir.
Kudüs Ne Zaman Özgürleşecek
Müslümanlar tekrar Allah'ın hükmüne döndükleri, bir ve beraber oldukları zaman Allah onlara Kudüs'ü tekrar özgürlüğüne kavuşturmayı müyesser kılacaktır. Zira Kudüs'ün esaretinin sebebi, batılın üstünlüğü değil Müslümanların Allah'ın dininden uzaklaşıp tefrikaya düşmeleridir. Kudüs'ün işgalden kurtarılması da sadece oradaki Müslümanların değil bütün Müslümanların ortak davasıdır. “Kudüs'e hâkim olan dünyaya hâkim olur.” sözü de bu gerçeği ifade etmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde zulme uğrayan bir müminin ıstırabı bizi nasıl rahatsız ediyorsa Kudüs'ün işgal altında olması da bizi rahatsız etmelidir.
Kudüs'e ve dünyaya hâkim olmak için yegâne çözüm; hükmü, Allah'ın değişmemiş olan vahyine, onun öngördüğü hak ve adaletine, ayırım gözetmeksizin bütün insanlara şamil olan rahmet ve merhametine bırakmak, Allah'ın ipine topluca sımsıkı sarılmaktır.
Ramazan Tuğ