[Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki “Kürre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alakadar bu dehşetli Harb-i Umumi elli gündür (devam ediyor), hiç sormuyorsun? Hâlbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeğe koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?” dediler. Cevaben dedim ki:
Bir insan için, hele bir Müslüman için doğruluk ve güvenilirlik çok önemlidir. Doğruluğuna inanılmayan ve şahsına güvenilmeyen bir davetçinin davetine de itibar edilmez. İstediği kadar Kur’ân âyeti okusun, hadis-i şerif zikretsin; eğer ameli doğru değilse, güvenilir bir kişiliğe sahip değilse, tesir edemez.
Söz, fiil ile doğrulanırsa değer kazanır ve başkasına etki eder.
İnsanların yapıp ettikleri ve birikimleri, onları bir yerlere taşır. İçinde doğduğu ortam ve içinde şekillendiği ortamla uyumlu da olabilir uyumsuzluklar da yaşayabilir. Bir sosyal yapılanmadan başka bir sosyal yapılanmaya da geçebilir.
İnsanın birikimi ile sosyal alanda edindiği yer arasında bir denge varsa, elde ettiği sosyal mevkii hak etmişse, kendisi ve çevresiyle barışık ise o zaman sağlam bir zemine basıyor demektir. Günümüz insanında bu hususa çok riayet edildiği söylenemez. Çünkü sosyal alanın kendi ilkeleri ve sağlam dayanakları yoktur.
Toplumları, devletleri, ülkeleri ayakta tutan onların dayandığı dünya görüşleri ve bu görüşün müşahhas şekli olan medeniyetleridir. Medeniyet ufku, perspektifi, ideali olmayan toplumlar, medeniyet düşüncesi olmayan devletler, millî sınırlarına hapsolurlar, bunun sonucu olarak gelişmiş medeniyete mensup devletlere mahkûm olurlar. Bugün ulus-devletlerin hâkim olduğu bir dünyada bile ulus-devlet kalıbını kırarak veya onu genişleterek dünyada siyaset güdenler, bu ufuktan mahrum olan devletleri kendi kontrolleri altına alabiliyorlar, ulus-devletin zihni ve siyasi sınırlarına saplanıp kalan devletleri sömürüyorlar.
Savaş Önce Kavramlar Üzerinden Yürütülüyor
Bugün adına Ortadoğu dedikleri, İngilizlerin uydurduğu, bizim de İslâm dünyası dediğimiz coğrafya, -ben mümkün mertebe Orta Doğu tabirini kullanmamaya dikkat ediyorum- İngilizlerin ihdas ettiği bir kavram. İngilizler kendilerini dünyanın merkezine koyuyorlar, Yakın Doğu, Orta Doğu, Uzak Doğu… Kime göre? İngilizlere göre.
Yani önce kavramlar üzerinden bir savaş başlıyor. Bu kavramlar zihnimize yerleşince onların yörüngesine girmiş oluyoruz. İşte biz mümkün mertebe kendi kavramlarımızı kullanmalıyız. Ben Orta Doğu tabirini kullanmamaya çalışacağım. İslâm ülkeleri de diyemiyorum, halkı Müslüman olan ülkeler demek istiyorum, çünkü İslâmî bir idarenin yeryüzünde olmadığına inanıyorum.
Terörün ve teröristin ne olduğu hususunda -kağıt üzerinde yakın tarifler yapılsa da fiiliyatta- dünyada genel bir mutabakat yok, herkes kendi konumuna ve menfaatine göre bir tarif yapıyor ve bu tarife göre de terör ve terörist belirliyor.
Terör, “Milli Eğitim Bakanlığı Örnekleriyle Türkçe Sözlük” te ise şöyle tarif ediliyor: Toplum ve kurumları hedef alıp, kanunlara karşı gelerek vahşice, yıkıcı, kırıcı, korkutucu, yıldırma hareketlerinde bulunma, tedhiş.
İçe/içine/özüne yolculuk etmek isteyenlere bir katkı olsun diye kendime ve bana kulak verenlere seslenmek istiyorum. Bazı başlıklar vererek konuyu kurcalayacağım.
Bir İşe Başlarken Ne İçin O İşe Başladığının Hesabını Yap
Bir işle para mı kazanacaksın, ona göre hesap yap. Para kazanacağın işe ideoloji katma. Hemen seslerin yükseleceğini kestirebiliyorum: “Sen Müslüman değil misin?”, “Para kazanma ile din arasında bir ayırım mı yapıyorsun?”, “Bu anlayış din ile dünyayı birbirinden ayırmıyor mu?”, “Sen değil misin durmadan böylesi ayırımların laisizme kapı araladığını söyleyen?”, “Şimdi de bize bunu mu öneriyorsun?”.
İnsanın yaratılışı, yapısı, fıtratı, tek başına, hiçbir şeye muhtaç olmadan yaşaması mümkün ve elverişli değildir. Sosyal bir varlık olan insan, hayatını devam ettirme ve çevre edinme için zemin hazırlar. Yemesi, içmesi, giyinmesi, barınması, insanî ve beşerî diğer ihtiyaçları için mutlaka birilerine ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç onu başkasıyla iş tutmaya mecbur eder.
Bir düşüncenin harekete dönüşmesi, o düşüncenin toplumsal isteğe cevap vermesiyle mümkündür. Kimi düşünceler yıllar yılı devam eder ama dar bir alanda devam eder ve fakat birden toplumun gündemine oturuverir. Güncelleşir. Birincil duruma geçer. Düşüncenin zaman ve zemine uygun düştüğü anlardır bu anlar. Fethullah Hocaefendi’nin düşünce ve hareketi de böyle bir seyir takip ediyor.
Hoca efendinin sahneye çıkması hangi saiklerle olmuştur, onu buna iten ve zorlayan sebepler nelerdir? Bunun üzerinde durmamız lâzım gelir. Açıklamalarında önemle üzerinde durduğu belli başlı esaslar vardır, bunlar:
Miladi 2015/hicri 1436 yılının bayramını idrak etmiş bulunuyoruz. Sıcak ve yorucu bir Ramazandan sonra bayrama ulaşmak, bayram sevincini paylaşmak, ailelerin birbirleriyle buluşmasının hazzını tatmak Müslümanların hakiki bayramıdır. Hayat devam ediyor, bayram da hayatın bir anı, onun da gereğini yapmamız elzemdir. Fakat içimiz buruk, etrafımız ateş çemberi,
Hayat, istikrar içerisinde -hareketliliği korunarak devamı sağlanabilirse- olgunlaşır ve düzenli bir hal alır. Birbirine ters ve aykırı gibi duran bu iki husus hayatın renkli ve düzgün akışını sağlar.
Kurban Bayramı, bu iki zıtlığı ahenk içinde ve yekdiğerini besleyen bir ibadet, bir eylem olarak önümüze çıkar, bizi besler ve güçlendirir. Her sene tekrarlanıyor olması devamlılığı ve istikrarı temsil eder, ama ibadet ve eylem her sene aynı günde -miladi olarak- olmaması monotonluğunu bozar, değişik ve farklı renk katar.